Önümde sanatçı dalgınlığıyla yürüyordu. Kendi dizeleriyle seslendim arkasından:

Benim umutlarım erkek
Acılarım dişidir
Bu Beyoğlu sokakları
Ayaklarımın öz kardeşidir

Oktay ağabey döndü, zorlama bir gülümsemeyle kollarını iki yana açtı, kucaklaştık, karşılıklı hal hatır sorduk.

Oktay Güzeloğlu, simgelerinden biri olduğu Beyoğlu’nda, akşamın ara sokaklara inceden yerleştiği bu saatte, sinirleri altüst olmuş halde kendini dışarıya zor atmış.

Sinirini bozan şeyse, hem büro hem ev olarak kullandığı odasındaki iki fındık faresiymiş…

Kitaplığının rafından bir kitap almaya kalkmış, davetsiz konukları iki yana fırlamışlar. O da fareleri cehennemin dibine kadar kaçırmak için yarım saat tepinerek gürültü çıkarmış, kapıları defalarca olanca gücüyle çarpmış… O halini görecek herkesin, onun kafayı yemiş olduğuna bahse gireceklerinden falan bahsetti...

Anlattıkça kelimeleri şekerleniyordu, sinirli hali kayboldu, ikimiz de gülüyorduk artık...

Bense, o anda bir arkadaşlar buluşmasının tatlı telaşı içindeydim.

Oktay ağabeye her anlamda ‘kolay gelsin’ diyerek vedalaşmamın üstünden bir dakika geçmeden rastladım o çarpıcı sahneye...

Gözlem, biz karikatüristleri besleyen en büyük kaynaktır.

Çoğunlukla not almaya üşenir, zihnimize kazırız fakat bu seferki tanık olduğum not defterime kaydetmeye değecek kadar etkileyiciydi; “İyice bak, kağıda taşımanı bekleyen bir karikatürüm ben!” diye bağırıyordu.

Oysa bana “bir karikatür konusuyum” diye bağıran temizlik işçisi o kadar kıpırtısız ve sessizdi ki…

Bir elinde süpürge bir elinde faraşla, uzun bir gece için hazırlanan ‘türkü bar’ın açık kapısından kaset marifetiyle yayılan yanık bir türküye kendini teslim edip sokağın ortasında heykelleşmişti.

Ağzındaki sigara mı tütüyordu, yoksa kendisi mi, belli değildi...

Gözünü diktiği mekânda, sarı bir neon ışığın belli belirsiz aydınlattığı, müşterilerini bekleyen boş masalardan başka hiçbir şey görünmüyordu.

Sokaktaki onlarca insan iki yanından akıyordu. Ne akan insanlar onu görüyor, ne de o akan insanları duyuyordu.

Nemli, dalgın gözlerine göz ucuyla bakarak usulca geçtim önünden. Az ötede durup epeyce izledim; temizlik işçimiz türküye tutunmuş kıpırtısız duruyordu kapıda…

Yüreğim burkulmuştu.

Başka karikatüristler rastlasa kuşkusuz başka yorumlar da yaparlar; fakat bana göre, bir lokma ekmeğin peşinden geldiği bu büyük kentte, köklerimize duyduğumuz büyük özlemin ete kemiğe bürünmüş haliydi karşımdaki bu kederli manzara...

Türkülerimiz, bizi gurbet ellerde diri tutan tek servetimizdi.

Maçka Belediyesi’nin 2007 yılında düzenlediği, “3. Sümela Kültür ve Sanat Festivali” kapsamındaki karikatür yarışmasının konusu “Köyden İndim Şehire” olunca, bu çalışmamla katıldım ben de yarışmaya.

Temizlik işçisinin o duygulu görüntüsünün çağrışımlar yoluyla çizdirdiği bu karikatür birincilik ödülü kazandı.

Keşke ödülün “ıslatmasını” Beyoğlu’nda, o temizlik işçisi kardeşim, Oktay Güzeloğlu ağabeyim ve ben, o türkü bar’ın bu kez bir masasına oturmuş, türküler dinleyerek yapabilseydik...

Bu ödülümü, temizlik işçisi kardeşime armağan ediyorum.

Mustafa Bilgin
Gerçek Edebiyat

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)