Bilge Karasu’nun kedi üzerine yazılan ağırlıklı olarak 'Ne Kitapsız Ne Kedisiz’, ‘Narla İncire Gazel’, “Altı Ay Bir Güz’, “Göçmüş Kediler Bahçesi’, 'Lağımlaranası ya da Beyoğlu’ adlı kitaplarındadır. Bu yazıda, Karasu’nun metinlerine kedi imgesinden yola çıkılarak bakılacak, kediyle anlatıcı ve yazar arasındaki yakın ilişki çözümlemeye çalışılacak ve kedinin yazarın yapıtlarında hâkim bir imge olduğu ortaya konulacaktır.

Yıllar önce okuduğum bir yazıda Çehov genç adaylara yazar olunması için birçok madde sıralamıştı, bunlardan biri de “Kedi edinin” önerisi idi. Yazarlığın ve kedinin ilintisi ilk burada gözüme çarpmıştı. Kedi, oldukça yaşlı bir insanın olgunluğuna, bir çocuğun keyfiliğine ve neredeyse bilgiç bir yazar imgesine sahiptir. Davranışları önsezili, planlı ve doğasına yöneliktir. Bir kedisever olan Tomris Uyar kedi doğası konusunda şöyle der: “Kedi kendi varoluşunun başlıbaşına bir mutluluk kaynağı olduğu inancındadır, ödün vermez. [...] Almaktan çok paylaşmayı sevenlerin hayvanıdır kedi" (Tomris Uyar’ın Kedileri). Şair Pablo Neruda da sadece kedinin, kedi olmaktan başka bir şey istemeyeceğini, tamam olan tek varlığın kedi olduğunu belirttiği 'Kediye Türkü’ başlıklı şirinde söyler: “Ama kedi / Yalnızca kedi oldu tamamlanabilen.” (Kedi İçin Dizeler, s.102)

Kediler, insanlar için değildir ama insanlar kendileri için onları evcilleştirmiştir. Tarihe bakacak olursak, onları ilk evcilleştiren İ.Ö. 2500 yıllarında Mısırlılar olmuştur. Eski Mısır’da kedinin yerini inceleyen Jaromir Malek bunu şöyle açıklar: “Kedi evcilleşmemiş, kendi kendisini evcilleştirmiştir. Ambarları haşarattan, köylüleri yılanlardan korumak için gereksinim duyduğu bağımsızlık ve özgürlük de bâki kalmıştır. Bu kendi kedilerimizde hâlâ gözlemlediğimiz bir şeydir. (Ambar Muhafızlığından Güneş Tanrılığına Mısır Kedisi). İ.Ö. 332’de saygınlığı en yüksek mertebeye ulaşan kedi, kedi kafalı Bastet ile artık aşk ve bereket tanrıçasıdır, küçük tabutlara konulup, mumyalanır. Kediler hak kında yazdığı kitaplarla ünlü Gerald Hausman kediyi söyle tanımlar: “Bu gözleri birer minyatür ay olan zarif bir hayvandı” (Kedilerin Masalsı Tarihi), daha sonraları Ortaçağ Avrupa’sında gececi olan bu hayvanın şeytanla işbirliği yaptığı düşünülerek işkence edilmiş, ancak Rönesans'la birlikte insanlar evlerinde kedi besleyip sevmeye başlamışlardır. İnsanın kediye olan bağlılığının diğer hayvanlarla olan bağlılığından farklı oluşu kedinin bilgeliği, ele geçirilemezliği, bireyliği, cesareti, zarafeti, sınırsız evcilliği ile yakından ilgilidir.

Bu özelliklerden etkilenen ve okuyucularını bu yönde etkileyen önemli bir yazardır Bilge Karasu. 'Ne Kedisiz Ne Kitapsız’ adlı kitabında Bursa’da belediye tarafından öldürülen hayvanlardan şöyle bahseder:

“Yani [bu] bizlerin, insanların, işimize yaraması için, binlerce yıl önce yolunu bulup, avından, kırımdan, dağından kopardığımız, kendimize alıştırdığımız, özgürleştikçe de canını biz vermişiz gibi davranmaya kalkıştığımız hayvanların öldürülmesidir... Dostluğunu gördükçe bizim de bağlandığımız ama bizden başkaları karşısında işimize yarasın diye yırtıcılıklarını sürdürmelerini istediğimiz; sevgiye, yakınlığa, insan dostluğuna  alıştırdıktan, insan dünyamızda onların bağımsızlıklarını neredeyse yok ettikten sonra şehirleşme sürecinde yaşayışlarını büsbütün çıkmaza soktuğumuz halde (arabaların her gün çiğnedikleri, yüksek yerlerden düşenler ya da atılanlar, açlıktan ölenler düşünülsün) gene de yanımızda üremesi, üremekten vazgeçmemesi karşısında başımızdan nasıl defedeceğimizi bilemediğimiz hayvanların...” (Cinayetin Azı Çoğu)

İnsan, “can veremediği halde can almağı bir takım kurallara” bağlamıştır. (s. 54) Ayrıca ona göre av da üretim tüketim temeline dayalı bir yiyecek sağlama “sanayii”, insan dışındaki canlıları öldürmekle ilişkili birtakım kurallar yaratmıştır. (s. 55)

“Çocuklarımıza onların bu yeryüzündeki ortaklarımız (yalnız duygu ortağı değil, çıkar ortağı da) olduklarını öğreteceğimize, eskinin umacıları yerine koyuyor, kendilerinden korkulacak, canavarlar diye gösteriyoruz onları...” (s. 53)

Bilge Karasu’nun bu saptamaları, gerçeklikle doğrudan ilişkili olup düşüncelerim açıkça yansıtması bakımından değerlidir. İnsanlar bir bilinç unsuru olarak büyük sorumluluk taşırlar ve insan oluşun en güzel gös ”tergesi fayda sağlamak değil faydalı olmaktır. Yazar, bu bilinci taşıyan ender insanlardan biridir.

“Ölümün, kopmanın provası”nın (İnsanlar Kitabı) yapıldığı bu yerde yani yeryüzünde anlatıcı/yazar için kedi zenginlik demektir. "Kedi’ diyor. 'Zenginlik' diyorum" (s. 92). Yazar ve kedi aynı amacı paylaşabilirler. İkisi de merak eder ve kurgucudur. İkisinin bir araya gelmesi bir zenginlikten başka bir şey değildir. Kedinin zor bir canlı olması da kazanıldığında bir zenginlik olarak tanımlanmasını kolaylaştırır. Bir kedi düşkünü yazar olarak Tomris Uyar da bu zenginliğin “varlığının hiçbir soyutlamaya elvermeyecek, hiçbir avuntuyla genellenemeyecek kadar ‘kendi’ oluşu” kaynaklı olduğunu söyler. (Yazılı Günler).

“Acı, başkalarınınki olunca duyulmaz elbet” (İnsanlar Kitabı) diyen yazar, kedisi Bibik “dünyasını düzenlemiş olun sesler sustuğunda" (s. 112) yani ömrünün son üç ayını sağır geçirmek zorunda kaldığında, onun acısını duyar ve neler hissettiğini sorgular:

“Anamın ölümüyle dünyasından eksileni, günlerce süren bir sessizlik içinde kollar gibi görünmüştü bana; ama ben de, evde, yirmi günlük korkunç bir düzensizlikten sonra, bildiği sesleri yeniden sürdürür olduyduk [...] her şeyin varlığı ancak görünürlüğüne indirgendiğinde hu topum susmayı da yavaş yavaş, alışa alışa yaşamış olduğunu düşünmek istiyorum - ne yaşadı? Benim, başkalarının, konuşmadığımız, yürümediğimiz, kıpırdamadığımız bu dünya, sonu gelmez bir bekleyiş miydi onun için? Otuz dört gün, olanı biteni en çok, en iyi görebileceği odada seçtiği iki üç yerden, neredeyse kalkmaması, keyifsizliğinin yanı sıra, bu sessizliğe bulduğu çözüm müydü? Bu sessizliğe alıştı mı? Alıştıktan sonra mı yeniden, biraz biraz, evin bir odasından bir odasına gidip geldi?” (s. 112)

Bir kedinin acısını anlamaya çalışan yazar, onun yaşadıklarıyla öyle özdeşleşmiştir ki okuyucu bu acıyı duyar. Eğer bir sahiplik varsa bu ilişkide, o kedinin değil kedi onun sahibidir. Bunu da şöyle dile getirmiştir Bilge Karasu:

“Kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir [...] Kedi, verdiği azrak mutlulukların ne ölçüde bilincindedir, bilemem ama, biz, bu mutlulukların azraklığı ölçüsünde kölesi oluveririz onun.” (Masalın da Yırtıldığı Yer)

Hayvanların insanlar gibi, büyük bir gizeme ev sahipliği yapan bir kendilikleri vardır. Yazar bu konuda şaşkındır ve şöyle sorar: “Hayvanlar karşısında, daha doğrusu, hayvanlara bakarken, insan karşısındaymışız gibi düşünmekten ne zaman kurtulabileceğiz ki?" Yine okuru şaşırtır ve şöyle söyler: “Kedi ile aramızda güven bağı olabiliyor demektir. Dünyanın batması bir an olsun geciktirilmiş demektir. Refik var. Yıkımların içinde bile sevinç açabilir demektir” (Hayvanlar Kitapçığı). Bu kitapta yazar insanları hayvanlara saygı duymaya davet eder. Onların “kendi dirim ortakları" olduklarını anımsamalarını ister. (s. 28)

Bilge Karasu’nun Altı Ay Bir Güz adlı kitabında anlatıcı şöyle der: “Bir zamanlar kediymişim ben Halük. Sonra herhalde kediler arasında işlenebilecek en büyük suçu işlemişim ki dünyaya bir daha gelişimde insan olmak cezasına çarpılmışım...” (s.19) Yazar, Göçmüş Kediler Bahçesi adlı kitabının Bir Ortaçağ Abdalı başlıklı masalında ise hayvanını kuşanık adamdan ve her şeyin bu imgenin çevresinde döndüğünden bahseder. Bu aslında bir faredir. Kendisini parça parça edip yese dahi masalın sonunda gerçekliğin en sağlam kanıtı olarak görünür. Bu metaforla “kedisini kuşanan adam” diyebiliriz Bilge Karasu için. Aynı kitapta beşinci kısımda sürrealist tasvirlere rastlarız, yazarın anlattığı kişinin ağzının kenarından bir kedi sarkar. “Gözleri yemyeşildi, sararmış bir pisipisi baş aşağı sarkıyordu ağzının köşesinden." Kitaba adını veren göçmüs kediler bahçesi, “Göçecek kedilerin çekilip gözden ırak ölmeğe baktıkları yeriydi kentin” yani bu bahçede oynanan göçme oyunu bir ayrılık sahnesinde terkedilen bir sevgili imgesinden başkası değildi. “Kollarımda can verdi. Şimdi, ardından yaşayıp gitmek neye yarar?” Görüldüğü gi sevgili kedi ile sembolize edilmekte, kedi sevgili eşleştirilmektedir. Aynı kitaptaki “Alsemender" başlıklı masalında ise Bilgin karakteri kediler konusunda konuşurken şöyle der: “İnsanın yalnızlığını mı paylaşıyor, yoksa bu yalnızlığı daha mı çekilir kılıyor, doğrusu ben de bilmiyorum.“ (s.184) Burada da tam tersi kedi sevgili olarak düşünülebilir ve kişi sembolik olarak doğrulara bu şekilde ulaşabilir. Anlatıcı "Masalın da Yırtıldığı Yer" başlıklı bölümde kedileri insanlaştırma, insanları kedileştirme eğilimine şu şekilde devam ediyor:

"Kedilere benzeyebileydik keşke. Öyle diyesim geliyor sık sık; bu son yıllarda. Yaşadıkları anın iyicene farkındalar gibi. Bir şey bekliyorlarsa bir deliğin başında, onları oyalayıp oradan uzaklaştırmak pek güç. Bildikleri bir yerde bildikleri bir iş görülürken her gün seyrettikleri, kendilerince katıldıkları (anlayamadığımız, bakarak da bir işe katılabilindiğidir) o işe sanki ilk kez bakacaklarmış gibi, uyuklamakta oldukları yerden kalkmağa üşenmeden, gidip seyrederler yapılanları... Uykularının hangi katındalarsa, o katın uykusunu yaşarlar. Bizlerse uydurduğumuz bir zamanla övünürken, her işimizi, her sözümüzü, o zamanın akışı içinde ötede, ileride, gelecekte varılacak, bir noktaya varmak üzere yapılıyor ya da söyleniyor görürken, yapmakta, söylemekte olduğumuz şeyi unutuveriyoruz. Bir ereğe yönelerek, bir erek düşüne kapılarak giderken, sonraları  -biz göçtükten sonra- yaşamımız, daha da ileri vararak, yazgımız adı verilecek bir dizi anın her birinin biricikliğini, değiştirilemezliğini, yerine konmazlığını şuncacık olsun fark etmiyoruz.” (s. 213) Yazının ilerleyen kısımlarında kedilere bu kadar imrenerek yaklaşmışken "ama" der; “Kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi" peki nedir "kedi sever gibi sevmemek"? Bu, bir eşitsizliği kabul edip, üzerinde erkini göstererek sevmektir. Bu şu cümlelerden anlaşılabilir:

“Bu sevgi türü bir eşitsizliğe dayatılmıştır, bir temel eşitsizliğe [...] Belki de en 'mutlu' masal, birbirilerine saygı duymuş, birbirilerini sevmekle gerçek eşitlik tansığına ulaşmış sevgililerin masalı [...] Başlangıçtan beri bir 'kedi' vardı ortada bir de 'kedi'yi seven”. (s. 218-19)

Kedilerin ve sevgililerin kendi olmalarına izin verilmelidir. Çünkü sevgililer kedi, kediler de sevgili doğasını kendi içlerinde taşırlar.

Füsun Akatlı’nın deyişiyle “Ölümünü ütülü bir mendil gibi hep cebinde taşıyan bir insan” (Lağımlaranası ya da Beyoğlu) olan Bilge Karasu, dirime bir o kadar da saygılıdır. Beyoğlu Üzerine Bir Metin başlıklı yazısında şöyle der:  “Güneş Beyoğlu’nun hemen hemen her sokağına sokulmanın yolunu bulur ama girmediği, süzülmediği, uğramadığı evler belki de çoğunluktadır. Bunlarda insanla hayvanın ilkel varlığı bütün gücüyle egemen olur. Ama insanların hayvan kardeşlerini en çok düşünmeleri, bu bakımı mahalle çapında, caddeler çapında büyütüp yaygınlaştırmaları burada gündelik olay sayılır."

Bilge Karasu’nun Beyoğlu üzerine yazdığı metinlerde insanlar birlikte yaşamanın tadını çıkarmaktadırlar. Burası eski bir yerleşim yeri olduğundan ötürü, “eski evlerin yıllanmış küf kokusu, barınan sülalelerce kedinin siyik, sidik kokusuna karışır.” (Bir Söylencedir Beyoğlu, s. 28) Çocukluk ve ilk gençlik yıllarının Beyoğlu’nda geçtiği düşünülürse yazar, anılarını, geçmişten kalan silik görüntüleri diriltmektedir. Şöyle der: “Yol orada çatallanır. Anılarla ayakta durulur, ya da durabilmenin yolu anılardan geçmez. Karar sizindir.” Ayakta durmanın yolunu anılardan geçiren yazar, bir taraftan da bedenin gücü azaldıkça zihin genişlemiş gibi görüneceğinden büyük mutluluklar yaşadığımız yanılsamasına kapıldığımızı söyler. (s.78) Yazarın, teyzesi, annesi, dayısıyla birlikte geçen çocukluğu, pencerelerinde “kedilerle kuşlardan başka bir şey görülmeyen” evlerde geçer, bu manzarayı söyle anlatır:

“Çöpçü, satıcı arabalarının atları, satıcıların atları, eşekleri, birkaç sokak iti, sayısız da kedi, güvercin, kumru. Kimi evcil, kimi kul, kimi insanlarla öğüt ama özgür. Kendimden geçerek baktım bunlara yıllarca. Bir iki köpekten ürktüm, bir iki atın eşeğin arkasından geçerken aramızın genişçe olmasına dikkat ettim; gerisini yakalayabildiğimde tutup sevdim.” (5.39)

Burada yazarın hayvanlara olan bağlılığı, içtenlikle ve tutkuyla dile getirilir. Bir yandan çocukluğu anımsatan bu hayvanların, büyük bir manevi değeri söz konusudur. O yıllarda her evin bir kedisi olduğunu da yazardan öğreniyoruz: “Oysa hangi eve gitsem kedisiyle konuşmasını, sevişmesini öğrenirdim.” (s.40) Yazar, “Kız” adını verdiği kedisini severken birden yanından “inanılmaz bir şey” geçer. “Ufacık tefecik, her yanı ağarmış, eli torbalı bir kadın; hiç görmediğim birtakım giysiler içinde. Ardında iki, üç kedi. [...] Kadının ardından bir kedi daha gidiyor. Benim o kedi.” Yazar bu kadına “Kedili Meryem” adını verir.

“Kılığı belirsiz bir geçmiş zamandan arta kalmış ögelerden” oluşmuştur. (s.47) Torbasında ise kedilere aldığı ciğerler, işkembeler vardır, önüne çıkan kedilere banları dağıtmaktadır. Kedili kadın, eserlerindeki farklı karakterlerden biridir ve yazar bunu şöyle ifade eder: “Kedileri, sokak kedilerini, uyuz kedileri besleyen bir Deli Meryem, herhangi bir köpekseverden daha ilginçtir gene de benim için.” (s. 52) “Meryem’in kokusu yalnız kedi burunlarının alabileceği bir kokuydu öldükten günlerce sonra bile. (s. 54) Kedi sevgisini sık sık tekrarlayan yazar, bir ailorophile (kedisever) dir. Köpekseverler için sözlüklerde böyle bir sözcüğün olmadığını belirteyim. Yazar, köpekseverler hakkında şöyle demiştir: “Ben köpek seven insandan korkarım. Ya zayıf olduğu için kötülük edebilir ya da kötü olduğu için köpeklerin dostluğunu arar. " Fakat sonradan metinlerini gözden geçirdiğinde  köpeğin dostluğunu aramakta bir sakınca görmediğini ve bütün bu yazdıklarının altında güçlü bir kediciliğin yattığını söyleyecektir. (s. 52) Yazar hayvanlar hakkındaki düşüncelerini yineler:

“Hayvanları sevmek, onları bu yeryüzünde bir yaşam ortağımız olarak görmek, yok olmaları karşısında isyan etmek, 'acımak’ sözcüğünü kullanmaktan özenle sakınarak yaşamalarına yardım etmek, çevrelerini bozduğumuz ölçüde 'denge’lerini yeniden kurmalarını sağlamay'a çalışmak... hayvanın insana şu ya da bu biçimde bir can yoldaşı olabileceğini savunmak yerindeydi.” (s. 59) İnsanların hayvanlarla olan ilişkisinin, insanlarla kurulabilecek bir ilişkinin yerini tutuğunu çekinceli olarak söyler Bilge Karasu. İnsanlarla “kurulabilecek, kurulmamış, ya da kurulmak istenmemiş bir ilişkinin...” (s.60) Yazarın kedisi Bibik de, bu ikameyi sürdürür ve hayatının vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Kendi kendine şarkı söylediği zamanlarda Bibik’in şaşırıp yadırgadığını dile getirir. (s.77)

Bilge Karasu’nun Kılavuz adlı kitabındaki kedinin adı "Gümüş"tür, onu “evin en akıl ermez varlığı” olarak tanımlar, gündüz yatağının üzerinde yatar, günün saatlerine göre yer değiştirir. Eve giriş çıkışının nereden olduğunu anlatıcı bilmez ve kedilerin hesaba gelmezliğini baştan kabul ettiğimizi söyler. (s.74) “Kaygı da korku gibi kendi memesinin oburudur” (s. 27) diyen Bilge Karasu’nun kitaplarında genellikle evcil oları kediler, bu kitapta sadece bir yerde korku veren sokak hayvanları olarak geçmiştir. Kedilerin geceleri sokaklarda oldukları gerçeği kimi zaman ürküntü verir. Baktığı bir resmi anlatırken yazar söyle der; yarasalar, baykuşlar, kediler, gece karanlığının yaratıkları, güçsüzlük anlarımızın uğursuz düşmanları, öncesiz bir korkunun kapkara ışınlarıyla çevreliyordu uyuyan adamı. (s. 109) Burada kediler bir “gece yaratığı” olarak betimlenmektedirler fakat bu resim anlatıcıyı, kedileri bu şekilde betimlediği için sinirlendirmiştir, o esnada ise anlatıcının yanında “korkunun tarihinden habersiz olan kedisi” Gümüş uyu yordur. Gümüş, metinde ayrılırken vedalaşılması gereken, yanına uzanılan, küsen, barışmayan insani özellikleri ön plana çıkan bir kedi karakterdir. Yazar, kedileri hem yumuşaklığın hem de saldırganlığın bir imi olarak gördüğünü “Kısmet Büfesi’ adlı kitabında tekrarlar. Şöyle der:

"Genellikle kâğıttan kesilmiş 'karaltılar’ yassılığında insanların, ağaçlar, köklerle yaprakların çıldırmış azgınlığı içerisinde eridiği, uzayıp kısalarak bitkilere benzemeğe başladığı bir dünyada, kediler, atlar, horozlar, ama özellikle kediler, saldırganlığın, acımasızlığın en belirgin imi oluyor. Yumuşaklığın da."(Ertuğrul Oğuz Fırat’ın Resimleri Üzerine Akdeniz’den Uzak Bir Metin)

Yazarın az bilinen bir özelliği de resim eleştirmeni olmasıdır: Metinlerinde resim değerlendirmeleri ve yorumlarına rastlarız. Aym yazıda kedi gözleri ile insan gözlerinin birbirine karışmasını çarpıcı bir dille anlatır:

“Pul pul işlenmiş bir dokunun sarmaşıklaştığı, yapraklaştığı, gövdeleştiği bir resimde kedi gözleriyle insan gözleri birbirine dönüştükçe; dikenli güneşler, bir başka resimde,  iki göz yuvarıyla kuluçkaya yatmış bir kuş ya da ilkel bir erkeklik simgesi arasında gidip gelen bir imi aydınlattıkça, dünya gözlerle dolu, durmadan bakan, gözleyen, süzen, pusuda bekleyen bir doğa, bir yabanıl yaşam biçimi oluveriyor." (s. 27)

Gerald Hausman da bu konuda şöyle der: “Kediler görür, söylemeye ihtiyaç duymaz.” (Japon Sanatında Kedi İmgeleri: Kediden Sanat Yapmak) Kedilerin bilgeliği sanırım bu “bakmak” edimlerinden gelmektedir. Karasu, Kısmet Büfesi kitabındaki “Boğaziçi Üzerine Bir Ön Metin" başlıklı anlatısında kedileri balıkçı olarak resmetmiştir:

“Zenginler balık tutar, yoksullar balık tutar, arada bir de rıhtım taşlarının üzerinde kuyruklarını çırpıp çırpıp duran, cesetleşmenin yarı yoluna gelmiş balıklar arasında hem hakkı hem payı diye baktığını kendine mal etmek için pençesini kullanan kediler balık tutar. (Ama arada bir değişik, azrak kediler de çıkar karşınıza; bu balık ülkesinin en katıksız yurttaşlarındandırlar. Alabildiğine kurnaz, çevik, alabildiğine atak oldukları için hiçbir zaman aç kalmayan, gürbüz, boz tekirler... Bunlar efendileriyle kıyıya iner, onların oltayı atmalarına bakar,  balığı tutmalarını ya da kaçırmalarını seyreder, bir tek balığa olsun dokunmaz, işe yaramaz sayılacak ilk balığın önlerine bırakılmasını beklerler, Ondan sonra da bu balıkla -neredeyse saatlerce diyeceğim- oynar dururlar ya, dişlerini, cırtlaklarını kullanır gibi gözüktükleri halde balığın üzerinde bir tek yırtık, bir damla kan göremezsiniz. Bunlar sanatçı kedilerdir, azdırlar ama vardırlar, var olduklarını hep biliriz.”

Yazar, gözlemci bir canlı olan kediyi iyi derecede gözlemlemiş, davranışlarını izlemiştir. Kedilerin bu çok yönlülüğü, kendi içinde barındırdığı çok kimlikliliği tarih boyunca onun ya nefrete maruz kalmasına ya da tapınılmasına yol açmıştır.

Gerald Hausman aynı yazısında bu konuda söyle diyor: “Yüzyıllar boyunca kuşaktan kuşağa aktarılmış efsanelerde kediler; yaşlı kadınların, rahiplerin, fahişelerin ve bakirelerin biçimine girerler. Eski falcıların, savaşçıların ve tanrıların, balık tüccarlarının şeklini alırlar. Kedilere göre her şey ve her şey kedilerin varlığında mevcuttur.” (s. 29), "Benim dilim, çiçek dermek üzere eğilip kalkan bir gövdenin yumuşaklığına, dalgalarına ulaşmalı” (Gece, s.29) diyen Bilge Karasu, Balkan Naci İslimyeli’nin kediler üzerine bir resminin adı gibi “Hep Kedili, Hiç Kedisiz’ bu amacına ulaşmıştır.

Kaynakça

Bilge Karasu’nun yazıda ele alınan metinleri:

- Boğaziçi Üzerine Bir Ön Metin, İç: Kısmet Büfesi, Metis Yayınları, 1993.

- Alsemender, İç: 'Göçmüş Kediler Bahçesi’, Metis Yayınları, 2010.

- Beyoğlu Üzerine Bir Metin, İç: 'Lağımlaranası ya da Beyoğlu’, Metis Yayınları, 1999.

- Bir Söylencedir Beyoğlu, İç: 'Lağımlaranası ya da Beyoğlu’, Metis Yayınları, 1999

- Hayvanlar Kitapçığı, İç: ‘Narla incire Gazel’, Metis Yayınları, 1995.

- İnsanlar Kitabı, İç: ‘Narla İncire Gazel’, Metis Yayınlan, 1995.

- Masalın da Yırtıldığı Yer, İç: 'Göçmüs Kediler Bahçesi’, Metis Yayınları, 2010.

- Kılavuz, Metis Yayınları, 1990.

- Gece, İletişim Yayınları, 1985.

- Cinayetin Azı Çoğu, İç: 'Ne Kedisiz Ne Kitapsız’, Metis Yayınları, 1994.

*) Ertuğrul Oğuz Fırat’ın Resimleri Üzerine Akdeniz’den Uzak Bir Metin’, İç: “Kısmet Büfesi’, Metis Yayınları. 1993

*) Gerald Hausman, 'Japon Sanatında Kedi imgeleri: Kediden Sanat Yapmak’, İç: P Dünya Sanatı Dergisi, s.37 (Bahar 2005). 5.88-96.

*) Gerald Hausman, Kedilerin Masalsı Tarihi', İç: P Dünya Sanatı Dergisi, 8.37 ( Bahar 2005). 854-64.

*) Jaromin Malek, ‘Ambar Muhafızlığından Günes Tanrılığma Mısır Kedisi’, Iç: P Dünya Sanatı Dergisi. 8.37 (Bahar 2005). 53044.

*) Pablo Neruda, Kedi İçin Dizeler”, Iç: P Dünya Sanatı nergisi. $.37 (Bahar 2005), 598-109.

*) Tomris Uyar, 'Tomris Uyar’ın Kedilerl’, İç: P Dünya Sanat! Dergisi, 8.37 (Bahar 2005), 8.78-86.

*) Tomris Uyar,  Yazılı Günler’den’, İç: “Çağdaş Türk Edebiyatından Kedi Hikâyeleri’, Derleyen: Alper Çeker. Parantez Yayınları, 1995, s.142-145.

Müesser Yeniay
(Gösteri dergisi, Ocak-Şubat-Mart 2012. N. 306 s. 52-58)
Gerçek Edebiyat

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)