Son Dakika



Ankara Üniversitesi’nin beş bin lira gibi her yazarın rüyasına girecek oranda yüklü para verdiği öykü ödülünü kazanan kitap olarak mı dikkatimi çekti, yoksa hem saldırı hem savunma eylemini başarıyla birleştiren adı mı beni çeldi bilmiyorum, Dost Kitabevi’nde gezinirken hemen koydum sepete Hakkı İnanç’ın kitabını.

Genç yazarların yapıtlarını okumak istiyorum. Onları anlamaya çalışıyorum. Onların anlatımlarında yaşadığımız günlerin aklımın ermediği kıvrımlarına uzanmak istiyorum.

70’leri yaşamış bir babanın, 2010’larda 18’ine girmiş oğullarını anlama çabası gibi bir çaba bu.

Ne var ki her seferinde yıkılıyorum. Böyle kitapların edebiyat değeri verilip nasıl yayımlandığına şaşıyorum; hem yazar, hem edebiyatımız, hem okur,  hem yayıncı için üzülüyorum.

En kötüsü okursam beni de kendilerine benzetirler ve yazarlık yetilerimi kaybederim korkusuyla uzak duruyorum. Bu yüzden özellikle pohpohlanıp öne çıkarılmış “genç yazar” kitabı almıyorum uzun süre. Ama içimdeki o aptalca güven yok mu, bir gayret, bir umut yine düşüyorum bu tuzağa. Öyle bir iyi niyet ki bu, öykü yazınımız çok ilerlemiş de ben geride kalmışım diye düşünürüm; eski kafa!

Meğer yalnızca bu ödül değil almadığı ödül kalmamış Hakkı İnanç’ın. Diğer kitabı Bozuk’la birlikte Orhan Kemal, Yaşar Nabi Nayır, Ümit Kaftancıoğlu gibi öykü yazınımızın en önemli yazarlarının adını taşıyan öykü yarışmalarından ödüller almış. Kendi ağzından "irili ufaklı 14 ödül" aldığını öğreniyoruz. Bir muhasebeci için büyük onur! Edebiyatımızı güçlendirecek yeni genç bir yetenekle karşı karşıyayız demek ki. Hakkı İnanç’ın, İlknur Özdemir gibi çevirmenlikten öte bir özelliği olmayan Türkiye'ye İrlandalı biri tarafından yayımlanma şansı bulmasından anlamalıydım aslında gerçeği.

Daha ilk öykünün (“Son Söz”) ilk cümlelerinde hayal kırıklığına uğradım. İşte ilk sayfada karşılaştığım ilk iki cümle; siz karar verin (yazım imlerinin kullanımına hiç dokunmadım):

“Kasabanın delikanlıları, bir gün başka diyarlara gitmek hayaliyle; dedeleri gibi taş evlerin kapılarında oturup, üzerine ellerini yerleştirdikleri bir değneğe başlarını yaslayarak ölümü beklemeyeceklerini yedi düvel duysun diye altlarındaki toplama motorların gazına her bastıklarında, sanki o yaşlarda aynı uzak ihtimalin peşinde pedala asılmamışım gibi ağzıma gelirdi yüreğim. Bilirdim ki bu seslerden; tavuklar, oradan oraya koşar adım yürüyen hırkalı kadınlar ve benden başka korkan yoktu. (…)"

Başınız döndü biliyorum, oradan oraya atlayan ve birbiriyle ilgisiz o kadar çok olay oluyor ki birkaç kez okumakla bile anlamak olanaksız. Matematik problemi ya da doğru sözcükleri yerine yerleştirin diye bilinçli bozulmuş “ALES sınavı”nın yanıt şıkları gibi yazılmış bu tümce değil yalnızca derdim. Noktalı virgülün kullanılışındaki yanlış/lar dokundu en çok bana.

Bilindiği üzere bütün ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de eğitimin en önemli derdi dilini kurallarıyla kullanma yetisini kazanmış vatandaşlar yetiştirmektir. Özellikle İngilizler, Almanlar bu konuda çok titizdir. Kurallarıyla düzgün yazamayan insanların düşünceleri de kargacık burgacık olur anlayışı yaygındır. Bizim eğitim sistemimizde de bu titizlik var ama uygulamada sonuç alınamayan bir beyhude çabadır; gençlerimiz saldım çayıra mezun edilirler. Türkçe'nin düzgün kullanılmasını öğretmek de yazarlarımızın sırtına bindi uzun yıllar.

Yalnız son yirmi yıla kadar kötü dil kullanımı hoş karşılanmaz, böyle kolay edebiyatımıza buyur edilmez, sıkı bir denetim uygulanırdı.

Ne Yaşar Nabi Nayır, ne Salim Şengil, ne Necdet Ökmen, ne Memet Fuat, ne diğer dergi yöneticileri yazım kurallarını bilmeyenlerin yazılarını yayımladı. Kendileri de düzeltmeye çalışmadılar. Yazarlık iddiasında bulunup bu tür dosyalarla kapılarını çalanları, kendi kendilerine yazım kurallarını öğrenene dek yok saydılar. Yayınevleri daha titiz davrandı, gelen dosyada ilk baktıkları yazım kuralları oldu.

Örneğin noktalı virgülün nerede kullanılacağını/kullanılmayacağını bil(e)meyen bir insan, yazarlık mertebesine ulaşacak kadar kitap okumamış demektir. Bu kurallar teorik olarak değil edebiyat yapıtı okuyarak kazanılan yetilerdir çünkü. Bu yüzden yazım kurallarını yerinde kullanmayı bilme yetisi, yazar adayının kültür yapısını ve yazar olup ol(a)mayacağını belirleyen en önemli kıstaslardandır.

Türk edebiyatı son otuz yıla dek hem yayıncılık hem ödül kurumu hem dergi yönetimi açısından bu denli dibe vurmadı. Bir kalp doktorunun, hastasınınkini değil kendi tedavi yöntemini dayatması kadar önemlidir edebiyat kuralları. Önce hastayı üzer ama uzun vadede hem bireyler hem toplum sağlığı için önemlidir bu dayatma.

Edebiyatın kuralları sıkı tutulmalıdır. Yazar ol(a)mayacaklara umut verilmemelidir. “Yahu bu denli katı olma, falancanın kitabı kötü ama içinde birkaç iyi şiir, bir iki iyi öykü de var” serzenişini hepimiz duymuşuzdur. Bir edebiyat kitabı, içinde birkaç “iyi” şiir/öykü var diye değil bir kitap olacak kadar “iyi”, “düzeyli” şiir/öykü tamamlandığında yayımlanır, yayımlanmalıdır. Okuru kazıklamak dolandırıcılık gibidir, gerçek yazar ve şairlerin ömürlerini vererek iğneyle kuyu kazar gibi belli bir düzeye getirdikleri edebiyatımızı, bu kadar vahşice, hoyratça kirletmeye kimsenin hakkı olmaması gerekir.

Bu çok ödüllü yazarlar gerçekten de öyle tümceler kuruyorlar ki bir şey de diyemiyorsunuz, düzgün gibi; kendi içinde bir mantığı var. Ama temelinde edebiyat açısından bir facia taşıyor. İlk öykünün ikinci paragrafından rastgele aldım bu tümceyi:

“Bense fikrimi bile sormadan gidip neredeyse iki mislim cüsseli Ahraz Zehra’yı istediklerinden bu yana ikisiyle de konuşmuyordum."

Bu yazıda kitabın söz etmem gereken estetik düzeyi ve asıl değinmem gereken öykülerin konularını yazmam olanaksız ve anlamsız artık.

Değil diğer öyküleri okumak, ilgili öyküyü -hele bu “iki mislim cüsseli”den sonra!- (ki daha konusunu da anlayamamıştım yazık) bitir(e)meden elimden bırakmak zorunda kaldım.

“Haksızlık ediyorsun” diyebilirsiniz. Ben de şimdi o onulmaz iyi niyetimle bunu soruyorum kendime. Ama kimsenin itiraz edemeyeceği eleştiri kurumlarımızdan (!) “ekşi sözlük”ün “jir” adlı yazarı şunları yazmış:

“… söz gelimi kimi bölümlerde yaptığı kelime seçimleri yazıyı inanılmaz derecede sekteye uğratıyor. Yazar belki kelime dağarcığının genişliğini göstermek, belki gözlem yaptığını ve gündelik dile uzak olmadığını sergilemek ve belki toyluktan öyle kelimeler kullanıyor ki, okurken yemeğin içinden çıkan bir taşa bakar gibi irkiliyor insan."

Hakkı İnanç’ı, değerli bunca yazarımız için konmuş ödülleri vererek, sen iyi “usta” bir yazarsın etiketiyle zavallı edebiyat ortamımıza salıp ona kötülük eden ve gözümüz gibi korumamız gereken edebiyat okurlarımızı yanlış yönlendiren bunca kelli felli seçici kurul üyelerine üzüntülerimi bildiriyorum. Akıl sağlığımızla oynuyorsunuz: Hakkı İnanç öykü yazarıysa Ömer Seyfettin, Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Tarık Dursun K., Muzaffer Buyrukçu, Bekir Yıldız gibi onlarca öykü yazarımız niçin öykü yazdı? Ya da öğretmen yazar Ramazan Teknikel’in, sevgili Mustafa Fırat’ın önüne Hakkı İnanç’ın metinleri kompozisyon ödevi olarak gelse ne not verirlerdi?

Bu trajedi bize belki de edebiyatımızın en büyük eksikliğini, “yazar/şair olabilmen için daha çok fırın ekmek yemen gerek” diyecek dürüst eleştiri/eleştirmen eksikliğini gösteriyor.

Ödüllere boğulan, Hakkı İnanç'ın tüm öykülerini toplasak, öykülerini maalesef kimsenin yayınlamadığı -belki bu yüzden tabancasıyla intihar etti- Kaan Turhan'ın bir öyküsü "Miraç'ı Yaşatmak" kadar etmez!

Ahmet Yıldız
(Edebiyatta Doğu'ya Dönmek kitabından)
ahmet yıldız

GERCEKEDEBİYAT.COM

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)