Miraç’ı Yaşatmak / Kaan Turhan
1 Ekim 2018 tarihinde ormanlık alana motorsikletiyle gidip intihar eden Kaan Turhan dostumuzun sonsuz anısına. (Kaan Turhan'ın cesedi beş gün sonra Edremit'in kırsal Hacıaslanlar Mahallesi Meşelik Mevkiinde bulundu. Gazetelerin yazdığına göre yapılan araştırmada aynı yerde Meşelik Mevkiinde Kaan Tu...
Gözlerindeki can suyunu görüyorum. Soğuk, donuk ve bakışlarıyla can verecek gibi. Dalgın, ıssız, korumasız kalmış o koca gövdenin son bir görüntüsünü almak için dönüp baktım ve ayrılamadım o düzlemden. Üzerinde kaldım, içine girdim; acıyı, yokluğu duyumsayıp tekrar tekrar baktım. Kara kaşlarının altında iki derin oyuğa yerleştirilmiş, benek benek kan tutmuş yaşlı gözlerine tırnaklarının arasında biriken zift karası yağların bulaştığı mendil değmişti, sonsuz yüreğine inen ateş kaplamıştı... O küçük bedene düşen yangından sonrası bu. Bacaksız atların sözcüklerine yerleşen, adıyla sanıyla çırak dahi olamamış, yalnız, kömür karası küçük bir beden... * Konya’nın Kulu ilçesine o kara Cuma günü günün ilk saatlerine kadar, Konya ovası doğanın dayanılmaz resmigeçidine şahit olmuştu. Kömür sobalarından çıkan kara dumana karışan sis, şehir ışıklarının üzerini örtmüş, yorgun bedenleri soğuğa karşı korumasız bırakmıştı. Miraç da o gece, yatakta çırpınıp durmuştu. Günün yorgunluğu üzerine, ustasının acımasız bakışları, emirleri ve küfürleri binmişti. Ayaklarının sızısı, annesinin koyun yünüyle doldurup diktiği yorgana rağmen bir türlü ısıtmadığı bacakları, kolları uykuyu ve dinginliği öteliyordu. Gecekondunun pencerelerine çektikleri macun da yeterli gelmiyordu. İçerisi de dışarısı da aynı derecede soğuktu. Gelecek günleri düşünüp duruyordu. Ama gelecek günlerde ne var dı ki. Maddi olanaksızlıkların onu taşıdığı yer, barakadan bozma bir atölyede varını yoğunu harcamaktı. Geleceğin de bundan iyi olacağını düşünmek pek gerçekçi gelmiyordu. Aldığı yevmiye yol, yakacak ve mutfak masraflarına katkı sağlayacak kadar bile değildi. Çıraklık sigortası da yapılmamıştı. Babası da gündelik işlerde çalışıyor, aldığı yevmiyeyle günü gününe, kıt kanaat bir cendere içinde yaşıyordu. Ailesine destek olabilmek için o küçücük bedeniyle yaşam savaşımında varlığını kanıtlamalı, güç koşullara karşı yaşama dahil olmalıydı. Tüm bu alacalı düşünceler içinde, saat beşe gelmiş dayanmıştı. Bedeni gitgide ağırlaşıyor, sabah ezanıyla birlikte gideceği işini düşündükçe de başına ağrı giriyordu. Ancak elden ne gelir. [Paranın yarattığı değer, düzenin değersizliğini pekiştirir, onları da ezerdi. Bu yaşama dayatılan, paranın hâkimiyetinin diktatoryaya dönüşmesinin, yaşayan insan üzerinden görüntüsü, etkisi olarak dikkat çekmekteydi] Düşünceler içinde uykuya dalmıştı. Soğuğun nefesi pencerelerden uğultuyla kendini hissettirmiş ve derin sessizlik, karaltı içinden yankılandı. Gözleri ağırlaşmıştı iyiden iyiye. Göz kapakları yorgunluktan, uykusuzluktan bal bal çapaklanmıştı. Sabahın koyu rengine açılan gözleriyle etrafı süzdü: başucunda, komodinin çekmecesinden, yevmiyesini artırarak işportadan aldığı alarmlı saatini çıkardı. Güçsüz bileklerine taktı. Yatakta doğruldu ve yanı başındaki sandalyedeki kazağına uzandı. Yüne de soğuk bulaştığında, dokunmak bile kötüydü ki sarmasına izin vermek zorundaydı. Ailesi uyuyordu. Küçük kardeşinin üzerini kontrol etti. Sağlamdı. Kapıyı, ses yapmamasına dikkat ederek açtı, ayaklarından bacaklarına tırmanan rüzgârı, bedeniyle karşılayıp kendini karanlığın içine bıraktı. Köpeklerin iniltileri, ulumaları uzaktan duyuluyordu, rüzgârın savurduğu ağaç dallarından akan gölgelerin dövdüğü sokaklarda, telaşlı, hızlı adımlarla ilerliyordu. Camlarına çiğ düşmüş, buğulanmış ev ve araçların içinde, sakınması gerektiğini düşündüğü tehlikelerin varlığı üzerine düşünüyordu. [Böyle bir yaşam, insana türlü dengesiz, korku dolu, tehlikelerle varlık kazanan şeyler düşündürmesi doğaldı. Zaten insana örülen mantıksızlık kuyusu içinde yaşamak trajik bir durumdu. İnsanı bu kuyuya hapseden, siyasal, ekonomik koşullardı.] Hele ki balkonların açık kapılarından, panjurlardan, tamir isteyen çatılardan gelen çarpma sesleri, irkilmesini sertleştiriyor, duvar diplerinden ilerlemesine, sokağın yanan lambalarının çevresinden geçerek kendini görünür kılmasına neden oluyordu. Tehlikenin sarmaladığı sokakların sonu, başka bir tehlike, mobilya atölyesiydi. Atölyenin tabelası görünmüştü. Yaklaştıkça uzaklaşmak isteği uyanıyordu içinde. Erken saatlerde okullu çocukların telaşını, buğulu camların ardından izlerdi. Özenirdi içten içten. Kalem tutmayı, şiirlerle coşup yaşama dair okumayı, yeni bilgileri, okullu olmayı düşlerdi. İlköğretimi bitirince, düzen ve yaşam koşulları onu bu küçük atölyenin soğuk duvarları arasına hapsetmişti. O minik parmakları kalem yerine tornavida tutuyor, işlerini kâğıt yerine kızaklı frezede yapıyor. Palet, planya, kırlangıç, reze, işkence gibi daha birçok mesleki bilgi ve kavramlarla donatılıyordu. Soğuk, atölyenin her yerine işlemişti. Önce yapacaklarını düşündü. Arkada duran soluk renkli, çekyatı öne almalı, döşeme değişikliği için hazırlamalıydı. Takımları denetleyip, iş yapmaya hazır bulundurmalıydı. Önce soğukla baş etmeli, sobayı yakmalıydı. Yağ artıkları arasında kalmış odunları yerleştirdi. Ayaz, atölyenin kapısını zangırdatıyordu. Yere dökülen talaşlar hortum oluşturuyor onu yutmaya hazırlanan bir doğal afet görünümüne bürünüyordu. Odunlara şişeden bir miktar tiner boşalttı, kibriti tutuşturur tutuşturmaz odunlara doğru uzattı, alevler o kadar hızlı akmıştı ki tiner şişesinin içine dolup dolup taşmıştı. Kollarından, göğsüne, omzundan boynuna ve başına ulaşan, ayazın keskinliğine karşı kılıç çekmiş alevlerin sıcaklığıyla atölye aydınlandı. Korktu, hayata biçilen mezbaha değeri üzerinde salınan etlerin çığlığıyla, nefes alıp verişi hızlandı, şişe avuçlarında patlamış, gözleri o alev topuyla kırmızı bir çeper oluşturarak, acıyı görmesini, hissetmesini engellemişti. Soğuk bir yandan, alevler bir yandan atölye yangın yerine dönmüştü. Haykıramıyor, seslenemiyor, kor içinde soluk alış verişleri yavaşlıyordu. Sözcükler sesle birleşemiyor, kısık kısık iniltiler dönüp kendi soluğuna yapışıyordu. Hareketsiz kaldı, bacakları dışında can taşıyan uzuv varsa da hissetmiyordu. Yerde kalakalmış, alevler kızgın boğa saldırganlığında Miraç’ı vurmuş ve çekilmişti. Tozlar uçuşuyor, günün ilk ışıkları mı alevin camekânda yansıması mı ayırt edilemeyen parlaklıklar, baygın bedeninde geziniyordu. Alev sönmüş, dumana karışmıştı; atölye, sessizliği yaşıyordu. Henüz on dört yaşındaki Miraç’ın titreyen bedeninin durumunu adli raporu dolduran hekim söylüyordu: “Hayati tehlikesi mevcuttur!” Gerçekedebiyat.com Kaan Turhan
YORUMLAR