Aden Bahçesi'ndeki Hayat Ağacı / Halit Payza
İncil’de yaratılış yeryüzünün oluşumuyla başlar. Tanrı başlangıçta göğü ve yeri yaratır. Görüleceği gibi önce gök sonra da yer yaratıldığı söylenir. Yaratışta yeryüzünün boş olduğu, yeryüzü şekillerinin olmadığı yazılır ama hemen kendinden sonra gelen ifade bunu yalanlar. ‘Tanrının Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu” der. İncil yeryüzünün boş olduğunu söylerken, aslında sularla boş olmadığına da istemeden tanıklık eder. Sonra ışık olur, gece ve gündüz ayrılır. İlk gün olanlar bunlardır. İkinci gün suların ortasında bir kubbe oluşturur. Gök kubbe olarak adlandır İncil. Sular gök kubbe ile birbirinden ayrışır. Kubbeye ‘Gök’ adı verilir. Üçüncü gün sular bir yere toplanır, suların boşalttığı yerlerde kuru toprak görünür. Burada da açık bir çelişki vardır. Başlangıçta sadece su ve gök varsa, ikinci gün suların bir yere toplanması sonucu kuru toprak suların altından çıkar. Demek ki kuru toprak, suların altındadır ve suların çekilmesi, belli bir yerde toplanması ile görünür olur. Sulara ‘Deniz’ denir ki ondan misliyle büyük olan okyanusun adı bile anılmaz. Aynı gün ‘bitkiler’, ‘tohum veren otlar’, ‘türüne göre tohum meyvesinde bulunan ağaçlar’ yetişir. Dördüncü gün yeryüzünü aydınlatacak iki büyük ışık ve yıldızları yaratır. Bu ışıkların belirtileri mevsimleri, günleri, yılları gösterecektir. İki büyük ışıktan biri güneş, ikinci büyük ışık ise çıplak gözle görülebilen ay olabilir. Henüz başka güneş sistemleri, gezegenler ve gözün görmediği diğer galaksilerden söz edilmemektedir. Beşinci gün sularda yaşayan canlılar, gökte de uçan canlılar yaratılır. Altıncı gün yeryüzünü dolduracak canlı yaratıklar, evcil ve yabanıl hayvanlar, sürüngenler yaratılır. Bununla da yetinmez aynı gün ‘Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım’ der. İlk insanın yaratılışı altıncı, yani son güne bırakılmıştır. Tanrı insanları kendi suretinde, erkek ve dişi olarak yaratılır. Onlara çoğalma yetisini verir, yeryüzündeki her şeye hâkim olmaları amacını ortaya koyar. Yedinci güne gelindiğinde, Tanrı yapmakta olduğu işin bittiğini görür. Yedinci günü kutsal bir gün ilan eder, dinlenir. Tanrı toprağı işleyecek insanı yaratmak için Âdem’i topraktan aratır ve burnuna yaşam soluğunu üfler. Onu doğuda diktiği ve adına Aden dediği bir bahçeye koyar. Aden nasıl bir bahçe ve nerede? Bütün kutsal kitaplarda Aden Bahçesi, cennet olarak yer alır. Kimi yorumcular onun gökyüzünde olduğunu söyler. Gerçekten de Aden gökyüzünde ve cennet olarak bilinen yer mi? Bundan kuşku duyanlar var ve kuşku duyan kutsal kitaplardan biri: İncil. Aden Bahçesi’nin sınırları İncil’de gösterilir. Aden’den bir ırmak doğuyor, bahçeyi su ırmak sulayarak besliyor. İncil bu ırmağın dört kola ayrıldığını yazıyor. Irmaklara ad veriyor. İlk ırmağın adı Pişon. Pişon’un özelliği sularında altın barındırması. Irmak altın kaynakları olan Havila sınırını izleyerek akıyor. Yatağında sadece altın yok, oniks de var ve bir de reçine. İki değerli maden ve değeri tartışılır bir ağaç salgısı; Reçine. Bilinen reçinenin jeolojik zamanlarda kehribara dönüştüğü… Tropik ve yarı tropik iklimlerde yüksek boylu ağaçlar sıcağın etkisiyle ye da kırılan dallarındaki yaraları sarmak üzere bir salgı üretirler. Sıcakların etkisiyle ya da başka nedenlerle toprağa düşen reçine, doğa olaylarıyla toprak altında kalır. Toprak yatağındaki basınç ve klimatolojik koşullar nedeniyle sertleşmeye başlar ve taşlaşır, reçine bu süreç sonucu kehribara dönüşür. Altının değerli bir maden olduğu biliniyor, Oniks yarı değerli madenler sınıfından, o kader değerli olmasa da kehribar da maden sınıfında yer alıyor. İkinci ırmağın adı Gihon. Gihon, Kûş sınırları boyunca akıyor. Gihon, Afganistan’de Güney Pamir’den doğuyor, Pamir ve Piyanc adını alıyor. Kuzeyde Cahs kolunu da içine aldıktan sonra adı değişiyor: Ceyhun. Gihon Tacikistan ve Kuzeydoğu Afganistan sınırı oluşturuyor ve geniş bir delta çizerek Aral gölüne dökülüyor. Divân-ı Lügati’t-Türk’de Ceyhun’un adı geçiyor. Ceyhun aynı anda cenk edilen yer anlamına geliyor ve tarih boyunca kıyılarında kanlı savaşlar yaşanıyor. Tabari anılarında bu kanlı savaşları yazıyor. Aden’in ilk sınırını biliyoruz: Ceyhun. Üçüncü ve dördüncü ırmağın adları da tanıdık: Dicle ve Fırat. Bu alan adları Aden Bahçesi’nin gökte değil yerde olduğu, Ceyhun, Fırat ve Dicle nehirlerini içine aldığından anlıyoruz. Topografyası ve coğrafyası bellidir. Tanrı Âdem’i bu bahçeye koyuyor. Bahçede ‘iyi meyve veren türlü türlü’ ağaçlar var. Bahçenin tam ortasında ise Yaşam Ağacı ya da Hayat Ağacı (Tekvin 2:8-14) bulunuyor. İncil bu ağacı ‘iyiyle kötüyü bilme ağacı’ olarak adlandırıyor. Bu ağacın da iyi meyve verdiğini düşünmemek için hiçbir gerekçe yok. Tanrı Âdem’e bir görev veriyor ve bir yasak koyuyor. Görev, Aden Bahçesi’ndeki ağaçlara bakması, toprağı işlemesi… Açık yazalım, tarım yapmasını istiyor. Yasağa gelince; her meyveden yiyebilecektir Âdem, yalnızca ‘iyiyle kötüyü bilme ağacı’ meyvesini yemeyecektir. Kuran’da da; “Ve dedik ki: ‘Âdem! Eşinle birlikte cennete yerleşin, oradaki nimetlerden istediğiniz şekilde bol bol yiyin, sadece şu ağaca yaklaşmayın. Böyle yaparsanız zalimlerden olursunuz.’ ” (Bakara, 2/35). Kur’an anlamı cennetten kovulma ya da ölümlü olmanın gerekçesi olarak ‘zalim’ olmakla karşılıyor. İncil ‘cennetten kovulursun’ demiyor, ‘ölürsün’ diyor. Gerçekten de cennetten kovlunca ölümsüzlüğünü yitirecektir Âdem, ölümlü olacaktır. Tanrı, Âdem’in yalnız kalmasını istemiyor, yalnızlığını paylaşacak ve ona yardımcı olacak birini daha yaratmayı düşünüyor. Bütün yaratılmışları Âdem’e getiriyor, Âdem onlara birer ad veriyor ama kendine uygun bir canlı bulamıyor. Bu iş yaratıcıya kalıyor ve yaratıcı Âdem’e derin bir uyku verip, kaburga kemiğinden birini alıyor, etle kapatıyor ve bir kadın yaratıyor. İncil, Âdem’in, kaburgasından yaratılan canlıya da bir isim veriyor. Kemiklerinden alınmış bir kemik, etinden alınmış bir et olduğu için ona ‘kadın’ adını veriyor. Burada İncil’in kadına yaklaşımını görmek olası… Bütün canlılar başka bir canlıyla ortaklık kurulmadan özgün olarak yaratılıyorlar. İş kadına gelince onun özgün ve başka bir canlıyla ortak niteliği olmadan yaratılması mümkün olmuyor. Var olabilmesi için başka bir canlının varlığına ve ondan alınan bir parçaya gereksinim duyuluyor. Kadın, Âdem’in kemiğinden ve etinden, yani erkeğin varoluşuyla varoluşa kavuşuyor. İzleyen bölümde İncil ilk yaratılan insan’ın ‘Âdem’ olduğu gerçeğini unutmuşa benziyor. Âdem’in ‘anne ve babasını’ bırakarak karısına bağlanacağını söylüyor. Âdem ilk insansa ve Havva onun kemiğinden yaratılan ilk kadınsa, Âdem’in anne ve babası nereden çıkıyor, kimdirler, kendilerinden önce kendileri gibi olan olmadığına göre ve Âdem’in topraktan biçimlendirilip, burnundan hava üflediğini düşürsek, anne ve babanın varoluşu açıklanabilir mi? İncil de açıklamıyor. Geçelim. Âdem de çıplak, Havva da. Ancak çıplak olduklarını görmüyorlar ve çıplak olmayı garipsemiyorlar ve utanç nedir henüz bilmiyorlar. Tam da burada devreye ‘Tanrının yarattığı yabanıl hayvanlardan en kurnaz’ olanı, yılan devreye giriyor. Yılan kadına Tanrının Aden Bahçesindeki ağaçların meyvelerinden yememelerini söyleyip söylemediğini soruyor. Kadın yılanı Tanrının bütün ağaçların meyvelerini yemelerini serbest bıraktığını yalnızca bahçenin tam ortasındaki Hayat Ağacı’nın meyvesini yememelerini yasakladığı fısıldıyor. Ölürsünüz sözünü kadın da kullanıyor. Yılan ölmeyeceklerini, Hayat Ağacı meyvelerini yerlerse gözlerinin açılacağını ve iyiyle kötüyü bileceklerini, Tanrı gibi olacaklarını söylüyor. ‘Tanrı gibi olmak’ neyi simgeliyor? Ezoterizm simgelerle ifade ediliyor. Düz okumalarla başka anlamlar içeriyor ve asıl anlamını simgelerin ardında gizliyor. Kaynaklar Ezoterizm’i, “bir konudaki derin bilgilerin ve sırların ehil olmayanlardan gizlenerek, bir üstad tarafından sadece ehil olanlara inisiyasyon yoluyla öğretilmesi’ olarak tanımlıyor. (Vikipedi). İnisiyasyon da tanıma muhtaç; “Ezoterik İnisiyasyon (Erginlenme, Tekris); dışarıdaki, yabancı, harici, bigâne kişinin, içeri" alınması, mahrem kılınması, ezoterik topluluğun üyesi durumuna getirilmesi, ezoterik bilginin ışığına kavuşması” olarak açıklanıyor. (hermetics.org) Bu yöntemi kullanalım, ‘Tanrı gibi olmak’, ‘yılan’, ‘Hayat Ağacı’, ‘Hayat Ağacı Meyvesi’nin birer ezoterik simge olduğunu kabul ederek başlayalım. Tanrı gibi olmak, kutsal kitapların ‘şirk’ olarak nitelendirdiği en büyük günah… Tanrı gibi olan, Tanrı’nın yaptığını yapabilme gücü olandır. Yaratılış’a göre evren Tanrı tarafından yaratılmıştır. Tanrı gibi olan da yaratmayı başarabilen olacağına göre, canlı, cansız yaratıcılığını yapacaktır. İnsan’ın var olmak ve varlığını sürdürmek için yaptığı her şey onun yaratıcılığını gösterir. Tarım yapması, alet üretmesi ve bugünkü kültürel düzeye varması için ortaya çıkardığı canlı, cansız her şey onun yaratıcılığının kanıtıdır. Bunu ‘Yaratılış’ içinde değerlendirmemiz gerekeceğine göre, o halde bu yaratma eylemini; kendinden, kendi gibi olanı dünyaya getirme, yani çiftleşerek üremek ve dünyaya çocuk getirmek olarak düşünebiliriz. Yılan, ‘Tanrı gibi olacaksınız’ derken erkek ve kadın cinselliğini ve onun da meyvesi olan ‘çocuk’u işaret ettiği açıktır. Yılan ‘eğer size yasaklananı yaparsanız, çocuğunuz olur’ diyor kadın’a. Şeytan’ın Âdem’in önünde secde etmeyişi, kendisinin ateşten, Âdem’in topraktan yaratılmasıdır. Şeytan ateş’i topraktan üstün tutar ve kendini bu gerekçeyle üstün görür. Cennetten kovulunca da, kendisinin cennetten uzaklaştırılmasına neden olan insanların aslında inançta ve imanda samimi, içten, dürüst olmadıklarını, sapabileceklerini kanıtlamak ister. İlk baştan çıkardığı ve saptırdıkları da kadın ve erkek, Âdem ve Havva’dır. Kadın ya da Havva, meyveyi yediğinde ‘doğurgan’ olduğunu anlıyor ama tek başına olacak iş değil, erkeğin ya da Âdem’in de anlamasını sağlamak zorunda. Âdem’e de yediriyor. İncil cinselliği bilme ve çiftleşerek çoğalma bilgisini ‘gözleri açılmak’ olarak veriyor. Sonrası biliniyor. Tanrı bir gün Aden Bahçesi’nde Âdem’i çağırıyor, Âdem ona çıplak görünmemek için saklanıyor. Tanrı Âdem’e çıplak olduğunu yenmesi yasak meyveyi yedikten sonra mı anladığını soruyor. Âdem suçu kadına atıyor, ‘kadın yedirdi yedim’ yanıtını veriyor. Tanrı bu kez kadın’a soruyor. Kadın yılanının aldattığını söylüyor. Tanrı önce yılını cezalandırıyor. Hayvanların en lanetlisi olarak nitelendiriyor, karnının üzerinde sürüneceği, yaşam boyunca toprak yemesi cezasını veriyor. Bu yüzden de kadın sosuyla, yılan soyunu birbirine düşman ilan ediyor. Kadın’a verdiği ceza ise; acı çekerek doğum yapması, erkeğe karşı cinsel istek duyması ve kadının erkek tarafından yönetilmesi. Sıra Âdem’e, erkek’e gelince de, kadın sözü dinlediği için yaşam boyu emek harcamadan yiyecek bulamayacağı, ölümlü olduğu, topraktan yaratıldığı için yine toprak’a döneceği, Aden Bahçesi’nden kovulacağı cezalarını veriyor. Tekrar bahçeye girmelerini engellemek için bahçenin doğusuna Keruvlar -kanatlı doğaüstü varlıklar, bekçiler- ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştiriyor. Vahiy 4:6-9'da Keruvlar şöyle anlatılıyor: “Tahtın önünde billur gibi, sanki camdan bir deniz vardı. Tahtın ortasında ve çevresinde, önü ve arkası gözlerle kaplı dört yaratık duruyordu. Birinci yaratık, aslana; ikincisi, danaya benziyordu. Üçüncü yaratığın yüzü, insan yüzü gibiydi. Dördüncü yaratık, uçan bir kartalı andırıyordu. Dört yaratığın her birinin altışar kanadı vardı. Yaratıkların her yanı, kanatlarının alt tarafı bile gözlerle kaplıydı.”( Kutsal Kitap Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur ve İncil), Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul 2002, s. 1616) Âdem karısı ile yatar, Havva hamile kalır Kayin’i -Kabil- doğurur, ardından Habil. Kabil tanrıya sundukları armağan yüzünden kıskandığı kardeşi Kayin ya da Kabil’i öldürür. Bunun üzerine lanetlenir, Nod topraklarına yerleşir ve burada çocukları olur ve kendi soyundan gelenler için bir kent inşa eder. Karısı Hanok’u doğurur. Honok’tan İrat, İrat’tan Mehuyael, Mehuyael’den Metuşael, Metuşael’den Lemek doğar. Havva yeniden hamile kalır, Şit adında bir oğlu daha olur. Ondan da Enoş doğar, insan soyu Âdem ve Havva soyundan gelenlerle bugüne değin gelir. (İncil’e ilişkin bilgiler için bkz. Yeni Çeviri 2009/http://İncil.info/kitap/gen/5) Hıristiyanlık inancı ‘ilk günah’ üzerinden yürür. İlk günah Havva’nın cinselliği tatması ve çocuk doğurmasıdır. Kadın o günden bu yana hep bu gerekçeyle suçlana gelir. İngiliz kökenli ilk Hıristiyan ilahiyatçılardan biri olan Tertullian, kilisede kadınlara bu inancı anımsatır; “Hepiniz, Havva’nın ilk günahın rezaletini ve insan soyunun düşüşünün nedeni olma utancını paylaşıyorsunuz. Her birinizin bir Havva olduğuna inanmıyor musunuz? Tanrı’nın sizin cinsinize verdiği ceza günümüzde bile yaşamakta; bu nedenle suçun da yaşaması gerek. Şeytan’a kapıyı açan, yasak ağacın meyvesini ilk koparan, ilahi yasayı ilk terk eden, Şeytan’ın saldırmak için yeterince güce sahip olmadığı Âdem’i ikna eden sizsiniz. Tanrı’nın görüntüsü olan erkeği ne kadar da kolay mahvettiniz! Ölüm demek olan sizin terk edişiniz yüzünden, Tanrı’nın Oğlu bile ölmek zorunda kaldı.” (Tertullian, Kadınların Kisvesi, Kitap 1, Bölüm 1’den.) Ezoterik olarak Hayat Ağacı ve meyvesi de birer simge. Bu simgeye ilişkin düşüncelerimizden önce başka bir kavram üzerinde duralım; Kutsal Kâse. Dan Brown ‘Da Vinci Şifresi’de, Leonardo da Vinci’nin, S. Maria delle Grazie Manastırı için yaptığı ‘Son Akşam Yemeği’ freskinde, İsa’nın yanında oturan kişinin Havari Yuhanna değil, Magdalalı Meryem’dir. Romanını, Maria Magdalena İsa’nın eşi olduğu savı üzerine kurar. Hıristiyanlık tarihinin en önemli simgelerinden biri olan ‘Kutsal Kâse’ de, Magdalalı Meryem’i simgelemektedir. Kutsal Kâse hem Maria Magdalena hem de onun üreme organıdır. Dan Brown İsa’nın, Galile Denizi batısında, Tiberias ile Kefernaum yolunun üstünde küçük bir balıkçı kasabası olan Magdala’da, Magdalalı Meryem ile evlenip Sara adında bir çocukları olduğunu ima etmektedir. İsa soyu Maria Magdalena üzerinden bugün de devam etmektedir. Şimdi buradan Hayat Ağacı ve Meyvesi simgelerine dönebiliriz. Hayat Ağacı kadın’ı simgelemektedir, kadın cinselliğini de anlayabiliriz. Meyvesi de, Kutsal Kâse ile eş anlamlı olmalıdır. Kadın doğurganlığını sağlayan üreme organı, bu ağacın meyvesidir. Ondan doğanları da bu meyvenin tohumları olarak adlandırmakta da sakınca yoktur.(*) ----------------------------- (*) Bu metin kadın’a kutsal kitaplar ekseninde bakmayı denemektedir. Evrim teorisi konu dışında tutulmuştur. Halit Payza Gerçekedebiyat.comADEN BAHÇESİNİNDEKİ MEYVE AĞACI
TANRI GİBİ OLMAK
İNCİL’E VE KURAN’A GÖRE ŞEYTAN
Yılan’a gelince… Şeytan olduğunu biliyoruz. Başka kanıt göstermeye gerek yok. Kuran’a göre ‘cin’, İncil’e göre ‘melek.” Kuran’da Hicr Suresinde (28-35) şöyle anlatılır: “Hani Rabbin meleklere demişti: ‘Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona Ruhum’dan üfürdüğümde hemen ona secde ederek kapanın.’ Böylece meleklerin tümü, topluca secde etti. Ancak İblis, secde edenlerle birlikte olmaktan kaçınıp, dayattı. ‘Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir?’ dedi. Dedi ki: ‘Ey İblis, sana ne oluyor, secde edenlerle birlikte olmadın?’ Dedi ki: ‘Öyleyse ondan çık, çünkü sen kovulmuş bulunmaktasın. Ve şüphesiz, din gününe kadar lanet senin üzerinedir.’”
HAYAT AĞACININ MEYVESİ
Hava’ya, kadın’a dönelim. Havva bu teklifi bilgilenmek, Tanrı gibi olmak istediği için ilginç buluyor. Hayat Ağacı, Bilgelik Ağacı ya da aynı anlama gelmek üzere İyiyle Kötüyü Bilme Ağacı’nın meyvelerinden koparıp yiyor. Bu meyve ‘Elma’ olarak yaygın bir biçimde söylenir. Elma ya da başka bir meyve, ezoterik olarak bir simge olduğu açıktır. Buna ileride değineceğim.
HAYAT AĞACI ve MEYVESİ
YORUMLAR