onur-bilge-kula-yasar-kem-1792024191110.jpg


Çukurova’nın bir köyünde bir Kürt anne-babanın oğlu olarak dünyaya gelen Yaşar Kemal, Anadolu'nun on binlerce yıl biriktirilerek aktarılan, her aktarımda biraz daha yetkinleşen, Kürt'ün, Türk'ün, Arap'ın, Ermeni'nin, Süryani'nin, Yahudi'nin ve daha sayısız toplulukların rengiyle renklenen ve katmanlaşan anlatı geleneğinden yararlanmıştır. Söz konusu gelenek üzerine özgün anlatı sanatını kurmuş ve özgün yazınsal biçemini geliştirmiştir. Konuya bu açıdan bakınca, Yaşar Kemal’in yazınsal yapıtlarında, gelenekselin içinde biçimlendirdiği ve gelenekseli aşarak güncel ile bütünleştirdiği söylenebilir.

 Yaşar Kemal, romanlarında anlatılaştırdığı Çukurova’nın doğasını ve insanını çok iyi tanır. Bu yörenin insanının dilini, düşüncesini, doğayla ve diğer insanlarla ilişki kurma tarzını, sorun belirleme ve çözme yöntemlerini, kısacası var-oluş biçimini, öz deneyimiyle içselleştirmiştir. Halk, Yaşar Kemal için her şeyin, dolayısıyla, Anadolu'da oluşturulan estetik birikimin de kaynağıdır.

 Anadolu'nun en etkin düşünürü-şairi ise Yunus Emre'dir; çünkü Yunus Emre, estetik ve düşünsel derinliğiyle aşılamaz olan yapıtlarıyla Türkçenin ortak iletişim dili niteliği kazanmasına ve düşünsel birliğin sağlanmasına kalıcı katkı yapmıştır. Yunus Emre’nin bu niteliklerinin ayrımına varan Yaşar Kemal’in belirlemesiyle, "Yunus tam bir Anadolu'dur. Hem göçebe, hem de yerleşik Anadolu'dur."

 Anadolu'nun özgün kültür oluşumunun ve gelişiminin tarihi, Yaşar Kemal'in anlatımıyla, "Hitit, Yunan, Frig, Asur, Hurri, Urartu kalıntıları, sonra göçebeler, göçebeler... Sinanlar, Karacaoğlanlar, Yunuslar, Dadaloğlular, Nâzım Hikmetler... Dehşet bir karışım...

 Anadolu'da Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Çerkezler... Edebiyatı, yazılı edebiyatı var, Anadolu halkının... Dehşet bir hareket halinde Anadolu... Büyük uygarlıklar üstüne oturmuş, o kalıtla yerleşik bir halkla birleşerek kendi dilini aşılamış."

 Görüleceği üzere, Yaşar kemal için Anadolu, çeşitli halkların hem kendileri olarak kaldığı, hem de karışıp harmanlandığı devingen bir kültür alanıdır. Anadolu uygarlığı, gelen her halkla zenginleşmiş, o halka benzemiş, o halkı kendine benzetmiş çok katmanlı bir uygarlıktır. Bu devingen ve çok-katmanlı kültür, edebiyatı da yetkinleştirmiştir.

 EPİK ANLATI ve YAŞAR KEMAL ROMANI

 Sanat filozofu Theodor Adorno, “Epik Naiflik” adlı denemesinde Homer’in “Odysee” adlı söylencesel anlatısından bir bölüm aktarır ve aktarılan bölümde anlatıcının, “denizin sahildeki kayalara sürekli çarpışını, suyun kıyıyı aşıp geri dönüşünü, sağlam/kalıcı olanı, derin bir renk içinde görülür duruma getirmek için, sabırla betimlediğini” belirtir. Adorno’ya göre, “bu tür coşku, epik anlatının sesidir ve bu seste tek-anlamlı olan ve kalıcı olan, yeniden ayrılmak için, çok-anlamlı olanla, yitip gidenle buluşur.” Bu filozofun aynı yerdeki belirlemesiyle, destan, “anlatılmaya değer bir şeyi, diğer şeylere benzemeyeni, adı sayesinde aktarılmayı hak eden şeyi” anlatır. Her türlü epik anlatı, “anakronik öğe içerir.”

 Epik anlatı, çoğunlukla “geçmişin” veya gelenekselin içinde biçimlenir; ama geçmişe saplanıp kalmaz; geleneksel ile günceli buluşturur ve harmanlar. Geleneksel ile güncelin harmanlanımı, Homer’den Yaşar Kemal’e hemen bütün epik anlatıcılarda görülebilir. Adorno’nun aynı yerdeki belirlemesiyle, Homer’in epik anlatısının “arkaizmi, felaketi önlemesi için, esin tanrıçasının çağrılışında”; Goethe’ninkiyse, “burjuva ilişkileri/koşulları, sanki bir ad gibi, başka bir sözcükle karıştırılması olanaksız olan sözcüğü açık gerçeklik gibi” görmesinde somutlaşır”1 (XXIII, s. 210 vd.).

 Adorno’nun “epik naifliğe” ilişkin bu tutarlı belirlemeleri, birçok yönüyle Yaşar Kemal’in anlatı anlayışına da uyarlanabilir. Yaşar Kemal’in özellikle “İnce Memed” dörtlemesinde “epik naiflik” belirgindir. Ayrıca bu yapıtta kalıcı olan ile yitip gidenin birleşmesi ve ayrılması sık görülebilir. Bu estetik anlayış ve yazınsal anlatım, romanı çekici ve kalıcı kılan etmenlerin başında gelir.

 Homeros, epik anlatı geleneğinin oluşturucusu ve Batı yazınının kurucusu olarak görülür. Hakikati dile getirmeyi ve savunmayı ahlakın ve erdemin önkoşulu olarak gören Sokrates ‘Savunma’sında “bütün Helenler için bilginin ana kaynaklarından bir olan Homeros’a” gönderme yapar. Sokrates ‘Savunma’sında ayrıca Homeros’çu bir söyleyiş olan “bütün hakikat” anlatımını kullanır2 (2015, s. 13). Sokrates’in “bütün hakikat” kavramına ‘Savunması’nda yer vermesi, aynı zamanda Homer’in epik anlatığı geleneğini önemsediğinin bir göstergesidir.

 YAŞAR KEMAL'E GÖRE HOMEROS ve YEREL – EVRENSEL DİYALEKTİĞİ

 Her yazınsal ürünü, üretildiği ortam gereği 'yerel' olarak değerlendiren Yaşar Kemal, “eski Yunanın çağlar boyunca süren koşullarının bir sonucu” olarak değerlendirdiği Homer'i bile “yerel bir sanatçı” olarak adlandırır.3 Yazar, Alain Bosquet ile söyleşisinde “yerel çevre ve koşulları, insan gerçeğine ulaşabilmenin yolu” olarak değerlendirir.

 Yaşar Kemal, “yerel” ile “evrenselin” harmanlandığı Anadolu anlatı birikimini ve çok-katmanlılığını benimsemek ve yapıtlarında anlatılaştırmakla, Avusturyalı araştırmacı ve yazar Raoul Schrott tarafından Kilikya-Karatepe, bir başka deyişle, Çukurova anlatı biçemini kalıcılaştırdığı öne sürülen Homer'in ardılı, yazınsal beğenisinin sürdürücüsü olarak görülebilir.

 Özgünlük, bir sanat/yazın yapıtının oluşturucu ve ayırıcı niteliğidir. Yaratan öznenin özünden çıkarak, betimlediği nesneye ulaşması anlamında özgünlük, yerellik ve evrensellik kavram çifti bağlamında da konulaştırılabilir. Her yazınsal ürünü üretildiği ortam gereği 'yerel' olarak değerlendiren Yaşar Kemal’in, Homer’i “eski Yunanın çağlar boyunca süren koşullarının bir sonucu” olarak nitelendirmesi ilgi çekicidir. Bu bağlamda öz ile yabancı ya da iç ile dış ilişkisi irdelenebilir. Özgünlüğü yaratan özne, ilkin özünden çıkarak, betimlediği nesneye ulaşır; betimlemeyi olanaklılaştıran izlenimlerle yine özüne döner. Söz konusu izlenimleri özünde harmanlayarak, yoğurarak, biçemsel belirginliğiyle tanınabilir olan özgünlüğü ortaya çıkarır. Bu düşünsel, yazınsal süreç, Yaşar Kemal'in toplu üretiminin tümünde görülebilir.

 Alfred Kurella “Öz ve Yabancı- Sosyalist Hümanizme Katkılar”4 adlı önemli çalışmasında Karl Marx’ın “yabancılaş(tır)ım” kuramı bağlamında, “öz” ile “yabancı”nın etkileşimi olmaksızın, hiçbir düşünsel ilerleme olamayacağını ortaya koymuştur.

Bu bağlamda, yazarı, içinde bulunduğu kültürel ve sosyal ortamın bir türevi olarak nitelendiren Yaşar Kemal'e göre “gerçek sanatçı yereldir.” Bu nedenle de Tolstoy, Kafka, Faulkner, Nazım Hikmet, J. P. Sartre yereldir; çünkü “bütün gerçek yaratışlar yereldir; bütün köklü, sağlam yaratışlar yereldir. Köklü yaratışların temelinde yoğun bir kişi yaşantısı ile yoğun bir çevre, yoğun bir halk yaşantısı”5 vardır.

 1Theodor Adorno (1998): “Noten zur Literatur- Edebiyat Üzerine Notlar”; Gesammelte Schriften, Band II, Wissenschaftliche Buchgesellschaft,, Darmstadt, s. 34- 35.

 2Platon (2015): “Sokrates’in Savunması”; Doğan Kitap, 1. Baskı, İstanbul

 3Yaşar Kemal (1995): “Baldaki Tuz. Yazınlar, Konuşmalar”; basıma Hazırlayan: Alpay Kabacalı, Can Yayınları. 5. basım, İstanbul.

 4Alfred Kurella (1981): “Das Eigene und das Fremde- Beitraege zum sozialistischen Humanismus”; Dietz Verlag, Berlin (DDR).

 5Yaşar Kemal (1995): “Baldaki Tuz. Yazılar, Konuşmalar”; Basıma Hazırlayan: Alpay Kabacalı. Can Yayınları. 5. basım. İstanbul

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler