halit-payza-gelip-gecerke-842024121431.jpg


 Yaşamın kendisi için öyle olduğu söylenir, belki de en doğru tanım olabilir: “Gelip geçici”.

Kalıcı değildir gelip geçici olan, kısa sürelidir, süreksizdir. Başlar ve biter. O kısacık gelip geçiciliğin içerisine artık neyi ne kadar sığdırmayı başarabilmişseniz.

Oruç Auroba’nın bir şiirinde dediği gibi: “… gelip geçici, geçip gidici değil mi / her şey - horoz ötüşü / çocuk gülüşü, deniz kıpırtısı: / her şey- sen ve ben / gelip geçmedik, geçip gitmiyor muyuz? / gelip geçici, geçip gidici değil…”

Ne var ki kimi zaman gelip geçici olduğunu varsaydığınız şey, o gelip geçici yaşam içerisinde hiç de gelip geçici olmadığını görürsünüz, o gelip geçici olduğunu varsaydığınız şey aslında gelip geçici yaşamınızda kalın bir çizgi bırakmış, önemli bir yer tutmuştur. En azından Christopher için. Mr. Lancaster, Christopher için hiç de gelip geçici değildir. Ne kendisi ne de yaşamına katılan Ambrose, Geoffrey ya da Paul için. Başlangıçta Mr. Lancaster nedir? Kan bağı olmayan uzaktan bir tanıdık.

1928 İlkbaharında, Christopher yirmi üç yaşındayken, Londra’ya bir iş için gelen, Britanya menşeli bir deniz nakliyat şirketinin Almanya’nın kuzeyindeki bir liman kentinde bulunan bir acente görevlisi. Christopher’i için hiçbir şey ifade etmemesi gereken önemsiz, kibirli, kendini beğenmiş bir adam. Christopher ile aralarındaki yakınlık anneannesinin kayınbiraderinin üvey oğlu olması. Annenin, salt kendini yabancı gibi duyumsamaması için nezaketen “Kuzen” olarak hitap ettiği bir adam. Daha ilk görüşmelerinde Christopher’in adını bile söyleyemeyen, ona Christophilos diye hitap eden bir yabancı. “Pek şahane Christophilos, hayatında bir yük gemisinin içini görmediğin konusunda seninle bahse girmeyi çok isterim. Hayır mı? O halde, ölümsüz ruhunun kurtuluşu adına sana bir tavsiyede bulunayım: Ömründe bir kez olsun hanımannenin eteğinden çık da şirketin gemilerinden birinde bizi ziyaret et. Bunun üstesinden gelebileceğini göster bize. Seni, poyraz fırtınasının ortasında domuz yağı yerken ve deniz kurtları yüzüne güldüğü esnada küpeşteye zor yetişirken görelim bakalım. Böylelikle bir erkeğe dönüşecek olman kuvvetle muhtemeldir.”

Bu apaçık bir düello teklifidir ve daha ilk karşılaşmada ilişikleri yerle bir etmenin en kestirme yolu. Hiç tanımadığınız biri böyle bir teklifte bulunsa, saygıyla adını anmasanız da, karşınızdakinin ruh sağlığına ilişkin önemli saptamalarda bulunup,  gülüp geçeceğiniz bir durum.

Oysa bu teklif Christopher için öyle olmayacak, ciddiye alınacaktır. “Bilip bildiğim en kayıtsız halimi takınarak ‘Gelmekten memnuniyet duyarım’ dedim. Bunu söyledim, çünkü o anda Mr. Lancaster’dan nefret ediyordum ve dolayısıyla, önüme koyduğu güç denemesini geri çevirmem ihtimal dışıydı.”

Densizliğe karşın inat! Her şeyin başlangıcı, gelip geçici, geçip gidici ya da tam karşıtı, geçip gidenlerden, gelip geçici olandan ne kalırsa geriye! Yeni bir başlangıç! Christopher Isherwood’un kendi adını taşıyan roman kahramanının, Mr. Lancaster hakkında yazmaya hazır olduğunu söylediği, Gelip Geçerken romanının ana izleği bu tema üzerine kuruluyor. Her densizlik ve ona karşı olmak üzere kendiliğinden yükselen öfke ya da inat istem dışı da olsa gelip geçici olmayan yaşamlara dokunuştur. Christopher’in gözüyle kuzen Mr. Lancaster, başı ona kadınsı bir görüş verecek kadar küçük, kulakları başına göre büyük, geniş ve ıslak bıyıklı, hırçın ağızlı, huysuz, duygusuz ve sindirim güçlüğü çeken, ucunda nem toplanmış uzun ve kırmızı burunlu, boynunun iyice yukarılarına kadar çıkan kaskatı bir yakalık tapmış, ucube bir yaratıktır. Bu tanımlamada en azından henüz sevgiye benzer bir duygu görmeyiz. Zaten kötü bir yük gemisiyle bu maceraya atılmanın gerekçesi de dayanışma, dostluk, sevgi değil düpedüz ‘yapamazsın dediğin her şeyi yapmaya hazırım’ inadıdır.

Christopher düello teklifini kabul etmiş, silahı Mr. Lancaster’ın seçmesine izin vermiştir. Mr. Lancaster’ın seçimi aynı işi yapan diğer yük gemilerinden ufak, kusmuğu andıran rengiyle Cortolanus adını taşıyan yük gemisidir.

Öyle ki doklara yanaştığında iskelenin gemiden limana aşağıya doğru değil, tırmanmak için yukarı kurması gerekir. Belki de yine başlangıcı için düşünülecek olursa Mr. Lancaster’ın da Christopher’i sevdiği düşünülemez. Birbirlerine verdikleri değerin göstergeleridir bunlar. Ne var ki Christopher’in, Mr. Lancaster’a ilişkin “Bütün çirkinler kötüdür” yargısı önyargıdan başka bir anlam ifade etmez.

Nitekim Kant’a göre iyi ya da etik kavramları insana duyulan saygının somut bir ifadesidir.

Christopher Isherwood, Gelip Geçerken,  YKY.

Christopher’in yargısının insana duyulan saygı gereği olmadığı hatta tersi olduğu görülür. Nesnel değildir, anlık duygusal tepilere göre biçimlenmiştir. Ne bütün çirkinler kötüdür ne de bütün güzeller iyidir, ancak her iki kavram da somutlandığında kesin yargıya varılabilir. İyilik ya da kötülük görecelidir, iyi ve kötü biradadır.

DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU

Christopher Isherwood’un romanlarının ilginç bir özelliği var. Öncelikle romanları yaşamöyküsünü tamamlıyor. Romanlarındaki kahramanlar yazarla aynı adı taşıyorlar. Gelip Geçerken’de anlatının arasına giren Isherwood bu benzeşmeyi “Ve şimdi bu genç adamı ‘Ben’ diye adlandırma âdetine kendimi bir kez daha kaptırmadan önce, onu doktora giden bir taksinin içinde bu maceraya atılan ayrı bir varlık, neredeyse bir yabancı olarak düşüneceğim. Zira, elbette kendisi benim gözümde neredeyse bir yabancı” sözleriyle anlatıyor. Yazan ve yazanın yazdığı her ikisi de tek ve kendisi.

Psikiyatride çoğul kişilik, ya da kişilik bölünmesi olarak adlandırılan Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu olarak düşünülebilir. Gerçi bu sapmanın ötesinde bilinçli bir seçim, yazarın parmak izi, ya da kimi yazarların/yönetmenlerin sinemaya aktarılan filmlerde kısa süreliğine kendilerinin de görünmesi gibi.

HİNDUİZM

Bir farkla, Christopher Isherwood anlık değil, kurgu boyunca varlığını duyumsatıyor, “Kendisiyle hâlâ aynı iskeleti paylaşıyoruz fakat iskeletin dış kaplaması öylesine büyük bir değişimden geçti ki, sokakta karşılaşmamız halinde genç adamın beni tanıyabileceğinden kuşkuluyum.” İskeletin dış kaplaması romanın kurgusu olsa gerek. Isherwood, kurgudaki ‘ben’le kendisi arasında ortak nokta olarak bilinçteki devamlılık ve paylaşılan kimliği gösteriyor.

Amerikan vatandaşı olduktan sonra Truman Capote, Aldous Huxley, Dodie Smith gibi yazarlarla dostluk kuran Isherwood’un Hinduizm’le ilgi duyması Huxley’in etkisiyle oldu. Huxley, Swami Prabhavanada’nın Hindu felsefesini benimseyen gurubuyla birlikteydi, Isherwood’u da aynı guruba katılmaya ikna etti. Gruba katıldığında roman yazmaya ara verdi. 1939-1945 yılları arasında başka bir roman yazmadı yalnızca Hindu Vedaları’nın incelemesine kendini verdi. Isherwood’un Gelip Geçerken’i yazarın ve kendi adını taşıyan kahramanının Almanya, Yunanistan, İngiltere, ABD’deki yaşadıklarını içerir.

Bu gezilerde Christopher’in karşısına Almanya’da işinden başka bir şeyi gözü görmeyen Mr. Lancaster, İngiltere’den kaçıp bir Yunan adasına sığınan Ambrose, gezgin Waldemar ve güzelliği ile ilgi çeken Paul’u çıkar. Gelip Geçerken Isherwood’un ABD’de kalıcı olarak yerleşmeden önce romanının adı gibi kitabına girenleri tanıdığı gelip geçici öykülerden oluşan romanı. New York Times, yazdığı romanlar arasında Gelip Geçerken’i Christopher Isherwood’un ‘en iyi romanı’ olarak nitelendiriyor.

Kim bilir belki de gelip geçici, geçip gidici bir yaşamda belki de daha kalıcı olan romanlardır. Her yaşamdan bir roman çıkmaz belki ama yazılmasa da her gelip geçici, geçip gidici yaşam bir roman gibi yaşanabilir.

Halit Payza
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler