Nevruz Uğur’un şiirinde simgesel ikilikçilik
Uçan Gece, Nevruz Uğur’un Klaros/b serisinden çıkan son şiir kitabı. Kitaba adını veren şiirde Uğur yaratılış üzerinde varoluş sorunlarıyla ilgili yaşamı ve ölümü sorguluyor: “insana kül bağışladın var oluşta / enikonu bir kıvılcım için yarattın beni” İslam ve Ortaçağ felsefesinin temel sorunu Tanrı’dır. Tanrı ol der ve hiçten maddeyi yaratır. Platondan, Aristoteles’e yaratılış felsefesi kendinden sonra gelen filozofların başlıca sorunu olur. Evrim teorisinin karşıtı olarak yaratışçılık evrenin, duyular yoluyla algılanabilen canlı ve cansız fenomenleri ve ilk hareket ettirici gibi teolojik sorunlarla uğraşır. Tek tanrılı dinler yaratılışçık temelindeki kuramı doğru kabul ederler. Uçan Gece’de, Nevruz Uğur yaratıcılık üzerinde durur. İnsan temelli olarak bireyi temsil etmesine karşın Uğur’un yaratılışçılığı tekil değil tümel insanlıktır. İnsanlık ‘enikonu bir kıvılcım’ için yaratılmıştır. Uğur sonraki dizelerde bu kıvılcımı ‘ruhunda eritilen gümüş’ olarak tanımlar. Uçan Gece okundukça, Uğur’un agnostik bir yaklaşımla ikircikli bir yaratılış görüşüle karşılaşırız.: “İnkar edildiğinde var / iman edildiğinde yoksun” İnkar eden için yok,, iman eden için var olan, Uğur’un şiirinde karşıttır, inkar edildiğinde vardır, iman edildiğinde yoktur. Uğur varoluşu ve yaratılışı dizelere dökerken aslında yaratışçılığın akılla kabullenilmesinin düşselliğinden söz eder: “uçan gecede bu dalmışın / aklı başında ama başı yok” Uçan Gece yaşamla ölüm arasındaki paradoks olabileceği gibi, düz anlamla gece ve gündüz kavramı olarak da yorumlanabilir. Şair, gecenin şafakla aydınlanacağını, yaşamın ölümle biteceğinin bilincindedir. Agnostik yaklaşımıyla, yaratılışçılığı akılla kabullenmemenin eşiğinde evrenselliğe ilkinden daha yakındır. Yaratılışçılık düşüncesi ampirik kanıtlarla desteklenemediğinden bilimsel niteliğinin olmadığı ortadadır. İlk dizeye dönecek olursak “insana kül bağışladın var oluşta” dizesiyle, yokoluşa, ölüme işaret eder şair. Toz yerine kül’ü bitiş olarak kabul eder. İslam teolojisine göre ruhun hapsolduğu beden, ruh ondan ayrıldıktan sonra toprağa döner. Hıristiyan Katolik inancına göre isteyen her Katolik gömülmek dışında yakılır. Kiliselerde yapılan ritüellerde ölümün andından söylenen söz, kitaplarda ve filmlerde karşımıza çıkan ‘toprak toprağa, küller küllere, tozlar tozlara’dır. Vatikan 1963’ten bu yana gömülme dışında yakılma işlemine de izin vermiştir. ‘Toprak toprağa, küller küllere, tozlar tozlara’nın kökeni Âdem’e dayandırılır. Âdem ilk günahı işleyip Cennet’ten kovulunca kendisine verilen ceza toprağı işlemektir. Kaldı ki Âdem Aden Bahçesi’nde de benzeri bir işlev görür. Nevruz Uğur Uçan Gece’de insanın varoluşunu teolojik metinlerde geçen ilk insan olan Âdem’e gönderge yapmış olabilir. Dize ampirik açıdan doğrusal bir yaklaşımla “İnkar edildiğinde yoksun / iman edildiğinde varsın” olarak da yazılabilirdi. Uğur’un agnostik bir anoloji izlediği ortadadır. Gece şafakla, yaşam ölümle biter, yaşam da, gece de uçucudur. Uğur yine farklı bir metafor kulanır ve uçuşun güneşe doğru olduğunu söyler: “güneşe doğru uçmanın sesiymiş / arza dökülen şüphenin sesiymiş” Uğur bir sonraki dizede bu sesin ayetlerde gösterildiğini söylüyor: “duyabiliyorum ayetini” Uçan Gece ikili bir izlek üzerinde okunuyor. Uğur’un dualizmi kitabın ikinci şiiri olan Dejavu’da da görülüyor: “kıyısındayız birbirimizin iki ayrı su gibi / akıyoruz yan yana- yana yana / sen sevildikçe bir kaplan / ben sevdikçe bi ceylan / su içiyor yüreğimizden kana kana” Teolojik okuma dışı Dejavu lirik bir sevda şiiri. Uğur eril/dişil rollerini yine ilk okumada kaplanlığı erillik, ceylanlığı dişillik olarak değerlendirmenin dışına çıkararak, doğada eril kaplan-dişil kaplan, eril ceylan-dişil ceylan biyolojisinin dışında kullanıyor. Sevileni yırtıcı etobur kaplana, sevileni uysal, narin, otobur ceylan yerine koyuyor. Sevilenin, seveni sevmemesini etoburun, otobura üstünlüğü ile simgeselleştirerek ifade ediyor. Ne var ki sevgi, sevinle sevileni eşitliyor ve aradaki ayrımı ortadan kaldırıyor. Sevgi söz konusu olunca kaplan ve ceylan birlikte var olabiliyorlar. Bu Alevi, Bektaşi yaklaşımına uygundur. Hacı Bektaşi Veli tablolarda kucağında Aslan ve Ceylanla birlikte gösterilir. Bu simgesel tablo Alevi inancının temel taşlarından birini gösterir: Farklılıkların bir olabileceği, farklıların bir arada birbirlerini incetmeden, barış içinde özgürce yaşayabileceği. Uğur da aynı kanıda olduğunu “su içiyor yüreğimizden kana kana” ve “ne güzel yaşadık inat kanat kanaat / silmeden anılarımızdan metaforların menekşelerini / tutuşup el ele yürüdük günler ve küller içinde” dizleriyle gösterir. Nevruz Uğur’un şiiri lirik bir şiir gibi akarken metaforlarla farklı çağrışımlara açıktır. Şiirler lirik olarak okunabileceği gibi, yan anlamlarıyla politik hatta teolojik göndergelerle de okunabilir. Doğanın bütün renkleri içindedir dizelerde. Uğur’un şiiri düalizmi işaret ediyor. Yaratım ve yok oluşu içinde taşıyor. Bühtanlar buna en iyi örnek: “ sesimde ölen çiçekleri kokluyor böcekler / incinmiş bir zamanı kefenliyor gasil / kente yağacak beyazlığı örtüyor iklim / suyu bile bile kurutuyor kanıt / gezdim geleceği şimdiyi / şimdinin de defterinde geçmiş neyse / okudum gülümsedim güldün okudum… / her kitap gibi yaşam ve yalnızlık çoğalttı bu da / gerçekte yaşadım düşü / gerçeğini yineledim uykuda / alnımdan geçen karıncalara açtım beynimin labirentlerini / kim kime soruyor kendinden başkasına artık / uzanıyor sırrına herkes bencilce keyifle / karanlık işliyor her yere / her zaman da bühtan” Bühtân, Osmanlıca sözcüklerde uydurma söz, yalan, palavra gibi anlamlar içeriyor. Lehçe-i Osmani’de iftira… Bühtanlar’ı yaşamın yalan oluşu olarak gösteriyor Uğur. ‘Ölen çiçekler’, ‘böcekler’, kefen’, ‘gasil’ ölüme ilişkin, yaşat karşıtı sözcükler. Yaşamın güzelliğini gösteren metinler bühtan kabul ediliyor. Yaşamın simgesi olarak da kabul edilebilecek olan su bile kuruyor, doğa çoraklaşarak, güzelliklerini yitiriyor. Zamanın kefenlenmesi olarak simgelenen bu yok oluş, gasil’in işi… Gasil’i de insanın kendisi olarak kabul etmekte phiç bir sakınca yok. İnsan kendi sonunu hzırlıyor, geleceğini yok ediyor, kendi kendini, doğayı, kendi gibi olanı ortadan kaldırıyor. Kanıt olarak geleceğin ve şimdinin gezilmiş, deneyimlerle saptanmış olması. Karıncalara açılan beyin labirentleri de dikkate değer bir diğer metefor. Ölümü simgelemek amacıyla kullanılmış olabilir. Uğur karıncaları yeğlemiş, pekâlâ solucanlar ve böcekleri de yeğleyebilirdi. Beynin bütün labirentlerinin, kıvrımlarının konuklarıdır onlar. Karanlık, aydınlığı tüketiyor ve egemen olan artık yalanlar, iftiralar, palavralardır. Halit Payza
Gerçekedebiyat.com