Hayatını doğru yaşa
Hayat, var olmanın en değerli evresidir ve sadece bir defa yaşanır. Yaşlanmayı durdurmak, ölümsüzlüğü bulmak veya sürekli zirvede olmak gibi sınırsız güce sahip değiliz ama sözgelimi ömür boyu kendimize uygun olmadığını fark ettiğimiz mali müşavirlik mesleğini değiştirmek gücüne sahibiz. Ya da mevcut kültürlerin binlerce yıldır ahlak olarak önümüze koyduğu ahlaksızlıklar ile en üst kötülüklerin kaynağı konumundaki egemen yapılardan kurtulma yeteneğine sahibiz… Ailede, sokakta, orada burada, hırsızdan, hayduttan, cehalet ve esaretten kurtulmak, bilgi ve görgümüzün sınırları içindedir… Doğa, insanı, kendi varoluşunu gerçekleştirmek ve anlamlandırmak üzere yarattı. Ama ne yazık ki boş inançlar ve mülkiyet öncelikli sapmalarla birlikte, yaşamını kendi gerçeğiyle değil, yücelik ya da kutsallık atfettiği ötekinin yargı ve istemleriyle yaşamaya yöneldi. Dinlerin, devletlerin ve politik oluşumların safralarıyla yola koyularak, kendi özgür tarzını arka plana itti ve bir daha oraya dönmedi… Kul oldu; ahlaksızlığa paydaş oldu… Harcını çimentoyla kardı… Modanın, tüketimin tutsağı oldu… Boyun eğdi; kimi yerde ürkütücü bir babaya, kimi yerde rezil bir partnere, imparatora ya da lidere biat geliştirdi ve özgürlüğünü rehin verdi… “Herkes gibi düşünmeyi, herkes gibi davranmayı….” doğru yol sandı ve ötekinin aklıyla kuşattı kendini. Onun sevimlisi, uysalı, onun söz dinleyeni, kölesi ve parçası olma hayaliyle utanç duyulacak kusurlu kişilikler edindi… Kamaştırıcı ışıklara yenildi ve bunu uygarlaşma olarak değerlendirdi… Nesneleri sevgiye üstün tuttu… “Eski bir hırka, eksik bir lokma “ ile yıl boyu dolaşmayı utanç gördü… Ama durum tam tersiydi. Asıl utanılacak şey “bir hırka, bir lokma” değildi… Geleceğini ve düşlerini ötekinin eline bırakıp kendi var olma gerçeğinden uzaklaşmak oldu esas utanç… Esas utanç, birilerini, bir şeyleri yaşamının merkezine oturtunca başladı… Esas utanç zorbaların safrasıyla devam etmek oldu… Oysa yaşam bize göstermiştir ki hiçbir güç, hiçbir oluşum hayatımızın merkezinde yer edinecek kadar öncelikli değildir… Eğer bunun tersini düşünüyorsak bizde eksik bir şeyler vardır… Uğruna ölmek ne demek?.. Köle olmak ne demek? İnsan, birey olarak kendini ortaya koyduğunda olgunlaşır. Bütünün içinde kendini fark ettirmekle gelişir. Böyle olunca kendimizi görünür kılmak, gerçekliğimizi ortaya koymak önemlidir… Kim olduğumuzu, ne istediğimizi, bizi rahatsız eden, dengemizi bozan şeyleri bilmek ve haykırmak zorundayız. .. Hayatımız bize aittir, sorumlu biziz… Kötü giden şeylerin sorumluluğunu kendimizde arayacağız ve hayatı değiştirecek, genişletecek, değerli kılacak bir şeyler yapacağız. Ertelemek sorunu çözmez… Yaşlandığımızda artık yapılacak bir şeyin olmadığını, değişim için geç olduğunu fark edip pişmanlık duymak istemiyorsak, bugünden itibaren yaşamımızın kalite ya da kalitesizliğini görerek, mumyalaşmış korkularımızdan sıyrılıp doğru yöne yolculuğa başlayacağız… İnsanın yaşamında ikinci bahar yoktur. Mevsimler dönüşür, ağaçlar her bahar yeniden çiçeklenir, güller ve çiçekler tekrar tekrar renklenir ama insan her bahar renklenmiyor… Bunun anlamı şudur: Hayatımızı hiçbir şekilde karartamayız, gizleyemeyiz ya da maskeleyemeyiz… “Bir gün her şey düzelecektir, her şey yoluna girecektir…” beklentisiyle devam etmek yanılgıdır… Kabuslar içinde uyanıyorsak, kan ter içinde kalıyorsak, hüzün ya da sürekli bir sevinç, sürekli korku histerisi içindeysek, yanlış giden bir şeyler vardır ve yanlışın üstünü örtemeyiz. Söyleyeceğiz, isteyeceğiz ve iz bırakacağız… Haydar UzunyaylaERTELEMEK SORUN ÇÖZMEZ
Gerçekedebiyat.com