emekciler-ali-gunay-2042024115619.jpg


Geçmişte ve günümüzde çıkarı olanlarca tanrı kuralları veya yaşamın olağan sonuçları gibi yutturulmaya çalışılan ekonomik, siyasi sistemler insan yapımıdır.

Günümüzde egemen olan ve görünür gelecekte bunu sürdürebileceği anlaşılan kapitalizmde sömürünün hem daha da yoğunlaşması hem de daha örtük, daha dolaylı, daha yaygın ve çeşitli olması altı çizilmesi gereken ilk temel özellik olarak öne çıkmaktadır. İkincisi, kapitalizmin sürekli yapı, biçim, yöntem değiştirme ve değişen her duruma uyum sağlayarak varlığını sürdürme “başarısı” ile en sinsi sömürü sistemi durumuna gelmesidir. Üçüncüsü kapitalizmin ulusal olmanın yanında hiyerarşik bir yapılanma ile emperyalizm aşamasına sıçraması ve sosyalist sistem yıkıldıktan sonra, ülkeler arasında hiyerarşiyi koruyarak küresel düzeyde bütünleşmesi, başka bir deyişle, ön alarak, “dünyanın bütün işçileri” birleşemeden “dünyanın bütün burjuvalarını” (veya sömürücülerini) aralarındaki çelişki ve çıkar çekişmelerine karşın ve bunlarla birlikte birleştirmesidir. Güçlü ve dengeleyici “karşı güç” ortadan kalkınca kapitalizm -bir anlamda sosyalizmi parantez içine alarak- kendini “yeniledi” ve değişik bir aşamaya geçti. Sosyalizm öncesi, hatta “vahşi kapitalizm” döneminden birçok uygulamayı dirilterek ve sosyalist sistemin baskısı altında verdiği ödünleri, yitirdiği mevzileri geri alarak bu “yeni” aşamasını oluşturdu. Açıktır ki, burjuvazinin geri aldıkları, işçi sınıfı ve emekçilerin ulusal ve uluslararası dayanışma ile ve örgütlü savaşım sonucu son yüz yılda elde ettiği kazanımlardır. Başka bir deyişle burjuvazinin her kazanımı emekçilerin kaybıdır.

Özünü, yani “temel yapısal özelliği” olan sömürüyü sürdürecek ama bunu perdeleyecek biçimde sıkça biçim değiştiren kapitalizmin bu tür uygulamalarını burjuva ideologları reform, değişim, ilerleme, yeni aşama hatta devrim gibi olumlu nitelemelerle toplumlara sunarlar. Değişimleri, farklı aşamaları da türlü ekonomik kuram ve kavramlarla açıklarlar. Bu bağlamda “vahşi kapitalizme örtülü dönüş” olan günümüzdeki aşamaya da “neoliberalizm” demişlerdir. Neoliberalizm kuramcıları, aslında örgütsüz ve etkisiz duruma getirilen işçi sınıfının, topraksızlaştırılan köylünün ve yoksullaştırılarak neredeyse yok edilen orta katmanların yeni durumunu örnek vererek sınıfların ortadan kalktığını savunur, post truth (gerçek sonrası) dedikleri aldatıcı algı yaratarak kitleleri uyuşturmaya, köreltmeye çalışırlar.

 Nesne bakış açısıyla, yeni liberalizmin, ekonomi alanında “serbest (ve denetimsiz) piyasa anlamına geldiği, sosyal alanda ise egemen sınıf için özgürlüklerin genişlemesi hatta neredeyse sınırsız olması demek olduğu saptanabilir. Tüm egemen sınıflar gibi burjuvazi de devlet olarak örgütlüdür ama bununla da yetinmez. Devletinin önüne bir tür korugan olarak birlik, oda, dernek gibi mesleksel örgütler de kurar, grev silahının karşısına lokavt topunu konuşlandırır. Örgütlülüğün herkesten çok bilincinde olduğundan sömürdüğü sınıfların örgütlenmesini en az düzeye indirmeye, olanak bulursa yok etmeye çalışır. Sömürünün giderek arttığı bu durumun sağlanması ve korunup sürdürülmesi de emekçilerin örgütlenme, başta grev olmak üzere eylem ve hak arama olanaklarının kısıtlanmasını zorunlu kılar. Sömüren- sömürülen arasındaki uzlaşmaz çelişki keskinleştikçe çatışmanın önüne geçmek için özgürlükler kısıtlanır, baskı artar, totaliterleşme, diktatörleşme kaçınılmaz olur. Bu süreçte burjuvazi, kapitalist düzenin varlığını koruyup sürdürmesi için gereken toplumsal desteği sağlamak amacıyla daha önce orta sınıflara verdiği payı da küçültmeye başlar, “orta direk” denen bu katman çöker, emekçilerin üstünde kalsa bile ekonomik olarak daha aşağı bir konuma düşer. Örneğin en alttakiler açlık, orta sınıf yoksulluk sınırlarının altına itilir. Ayrıca özgürlük kısıtlamalarından ve baskılardan egemen azınlık dışında halkın tümü de payını alır. En büyük ve yoğun sömürü ve sonuçlarının yarattığı sıkıntı kadınların sırtına yıkılır. Kadınlar, düzenin, patronlarının ve erkeklerinin katmerli sömürüsü ve baskısı altında ezilir. Bu “altta kalanın canı çıksın” düzenidir, en altta işsizler, sabit gelirliler ve kadınlar vardır. Bu düzende, sadece ekonomik değil sosyal alanda da “köpek serbest, taşlar bağlı” duruma getirilir. Piyasanın (fiyatların) serbest olması ve ücretlerin -göstermelik toplu pazarlıklara karşın- hükümetçe saptanmasının başka anlamı yoktur. Yaratacağı sonuç, ekonomide “zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul” olması, sosyal alanda da egemen azınlığın özgür, emekçi çoğunluğun “modern köle” durumuna gelmesidir. Ülkeden ülkeye değişse de tüm dünyada durumun özü budur. Farkı yaratan, ülkelerin de sömürenler ve sömürülenler olarak konumlanması, zengin ve güçlü ülkelerin kendilerini üstün, bu nedenle diğer ülkelere ayar verme hatta -silahlı dahil- müdahale etme hakkına sahip görmeleri, çoğu yerde zorla veya başa geçirdikleri işbirlikçileri eliyle bunu o ülkelere de kabul ettirmeleridir.

Kapitalizmin uyguladığı, egemen sınıflar için “bir taşla çok kuş vurma” denebilecek birçok yöntem vardır ve tümünde de “vurulan kuş” emekçilerdir. İsteyerek belirli oranda işsizlik yaratmak ve bunu çalışanlar üzerinde baskı aracı olarak kullanmak en bilinen ve sürekli olan yöntemdir. İşsizlik tehdidi, emekçileri iş bulmak için daha az ücrete razı olmaya, işsiz olmadığına sevinmeye, az ücret artışına boyun eğmeye zorlar, ekonomik-demokratik hak yitirme korkusu yaratır, eldekini koruma kaygısıyla geri çekilmelerini sağlar. Siyasi ve toplumsal alanda sağa kayışa, iktidarın yasa tanımazlığına, “kötü” ve/ya çiğnenen anayasa, yasa ve kısıtlı, göstermelik demokrasiye boyun eğmek durumunda bırakır.

Kapitalist sistemin olağan işleyişinde zaman zaman değiştirilerek uygulanan tüm ekonomi politikaları egemenlerin sömürüsünü, kârını sürdürmeye ve arttırmaya dönüktür. Bunların çoğu dolaylı, örtük veya dolambaçlıdır. Karşıt gibi görünen enflasyonist politikalar da enflasyonu düşürme savındaki kemer sıkma, sıkılaştırma politikaları da hep bu amaca uygun sonuçlar yaratır; döviz fiyatlarının baskılanması veya serbest bırakılması da öyledir. Fiyat ücret dengeleri de her durumda fiyatlardan yana bozuk tutulur. İşsizlik ve düşük ücretle sermaye birikimini hızlandırma sonra da yeni yatırımlarla işsizliği göreceli olarak azaltma da bu kapsamdadır. Herkes tarafından eşit ödenen dolaylı vergilere yüklenmek ve herkesten geliri oranında alınması gereken doğrudan vergileri en azda tutmak da en önemli ve haksız yöntemlerden biridir. Ekonomik krizden çıkış konusunda yetkililerin “vergiyi tabana yaymak” dedikleri yol, bu adaletsiz vergilendirmeden başka bir şey değildir. Sosyal devlette dolaylı vergi kalemleri en azda tutulur, doğrudan vergi gelir oranında alınır. Kayıt dışılık, vergi afları, vergiden bağışık tutma, borç silme ve özel sektöre türlü destekler adaletsizliğin daniskasıdır.

Günümüzde yayılarak süren yeni bir yöntem de aldatıcı rekabettir. Toplum yoksullaştıkça, tüketimin (satış ve kazancın) sürmesi için, denetimsizlikten de yararlanılarak hileli mal ve ürünler artar; zam yapılmadan ya miktarı (gramajı) veya kalitesi düşürülür. Bunun toplum sağlığını tehdit etmesi göz ardı edilir, hatta, özelleştirilen sağlık sektörü için tedavi ve ilaç alanında sömürü ve ranta çevrilir. Özelleştirilmiş eğitimde de durum bunun benzeridir.

Ülke ekonomisinin özel sektöre devredildiği sistemlerde onların ekonomik sorunları ülkenin sorunu gibi yansıtılır, çözüm arayışları da onların sorunları yönünde yapılır. Ülkenin ekonomik büyümesi ve zenginleşmesinin ölçütü de o sınıfın durumundaki “olumlu” gelişmelerden başka bir şey değildir. Bu, halka ya hiç yansımaz veya uzun sürede sınırlı ölçüde yansır ama geri alınması kolaydır ve pek uzun sürmez. “Kâr, daha fazla kâr, en çok kâr” denen temel ve değişmez erek, düşük ücret, daha çok çalışma, en harcama gibi birçok etmene bağlıdır. Denetimin neredeyse kalktığı neoliberal dönemde artan iş cinayetleri ve kazalarının ana nedenlerinden biri de budur. Bu dönemde “güçlülerin hukuku” işler, yargının bağımlılığı, çürümesi ve egemenlerden yana tutumu artar ve iyice belirginleşir

Kapitalizm, ehlileştirilemez, eşitlikçi ve/ya adil duruma getirilemez, türlü biçimlerde insanı ve doğayı vuran, ancak karşı güç ve savaşımla dizginlenebilen bir “doğal olmayan afettir”.

Emek cephesi için son söz: Örgütsüzlük neden, gerisi sonuçtur.            

Ali Günay
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler