Bir yabancı gözüyle 1921’de Millet Meclisi ve Mustafa Kemal Paşa
Clarence K. Streit bir Amerikalı. Philadelphia Public Ledger gazetesi muhabiri. ‘John D. Edwards’ (DD. 216) isimli Amerikan Destroyeri ile 4 Ocak 1920’de Romanya’nın Köstence Limanı’ndan Samsun’a geliyor. Amacı, Kurtuluş Savaşı’nın yönetildiği Ankara’ya Meclis’e gitmek. Yola çıkıyor, şubat ayında Ankara’ya ulaşıyor. Clarence K. Streit, “Bilinmeyen Türkler, (Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, 2011, s.80-81) adlı kitaptan özetle alıntılayalım. Şairler, ressamlar, mimarlar, yazarlar, subaylar, yeni Türkiye için şevkle dolu genç adamlar akın akın Ankara’ya gelmektedirler. Türkiye’nin bağımsızlığı için İstanbul’daki rahat evlerini bırakmış, harekete yardım etmek üzere Anadolu’nun karla kaplı dağları boyunca iki haftalık yolculuğun tüm zorluklarına göğüs germişlerdir. Şehir zabıtası, şehre bir Amerikalının gelmiş olmasına şaşırır, ona şüpheyle bakar. Amerikalı birkaç gün sonra şehrin en iyi oteli olan Constitution (Anayasa) Hotel’ de bir oda bulur, yerleşir. Anadolu Ajansı, Amerikalı gazetecinin gelişini 14 Şubat 1921’de şu başlık altında duyurur: “Philadelphia’daki Public Ledger ve Sendikası muhabirlerinden Bay Clarence K. Streit Samsun üzerinden Ankara’ya vardı. Bay Clarence Amerikan basınını Anadolu’daki gerçek durum hakkında bilgilendirecek. Anadolu Ajansı Bay Clarence’a büyük bir hoş geldin der ve sorumlu olduğu hassas görevi dürüstçe yerine getirmesinde ona başarılar diler.” Streit’e Türk Meclisinin çalışmalarını izlemesine izin veren ve üç haftalık Ankara yolculuğu sırasında belirli durumlarda bu ayrıcalıktan yararlanmasını sağlayan bir Duhul Fırkası (Basın Kartı) verilir. Büyük Millet Meclisi Heyet-i İdaresi tarafından çıkarılan Duhul Fırkası, Amerikalı gazeteciye meclise toplantılar sırasında girme izni veriyordu. Streit, Meclis binasını şöyle tarif eder: Millet Meclisinin toplandığı ufak ama hoş bina geçen sene bir Türk mimarı, Ali Kazım Bey tarafından tamamlandı. Osmanlı mimarisinin iyi bir örneğidir. Salondaki kürsünün arkasında Hz. Muhammed’in inananlarına bir tavsiyesi gümüş harflerle yazıyordu: “Sorunlarınızı bir araya gelip konuşarak çözün” Bu yazı, hem milliyetçi liderlerin İslamiyet’in liberal doktrinlerini nasıl vurguladıklarını hem de Meclisin ortaya koyduğu ve çalışmalarını yönlendiren demokrasi ruhunu vurguluyordu. Uygulamaya geçme başarısı, her şeyden çok, yüzyıllardır despot hakimiyetine alışmış Türkleri yeni bir düzene ikna ediyordu. Türk Meclisi, dünyadaki temsilci hükümetler arasında en ilginç ve olağandışı örneklerden birini teşkil ediyor. Eşsizdir, karşılaştırabileceğim bir başka kuruluş yok. Yasal olarak tüm güç hem yürütme hem yasama, Meclisin yetkisinde. Daha da ilginci Türkiye’nin girdiği tüm savaşlara rağmen bu gücü gerçekten elinde tutuyor olması. Ayrıca Sultan ve Halife’nin işlevlerini de yerine getiriyor. Türkiye’de bugünkü üstün yetki bu tek merkezde toplanmış durumda. Batı, Büyük Millet Meclisini diplomatik olarak tanımamakla kalmadı, mevcudiyetini de olduğu gibi reddetti. Batı, Mustafa Kemal Paşa’ya kendini Türkiye’nin hükümeti olarak gören bir ‘diktatör’ gözüyle baktı. Milliyetçilere ‘Kemalistler’ dedi. Milliyetçi kabinenin herhangi bir üyesine ‘Mustafa Kemal’in Bakanı’ dedi. Fakat gerçek şu ki Mustafa Kemal Paşa’ya diktatör denilebilmesinin sebebi Türkiye’ye demokratik hükümeti dikte etmesidir. Daha doğrusu bu hükümetin kurulması için muhteşem kişisel gücünü kullanmasıdır. Milliyetçi liderlerin çoğu, savaş sürerken ve tüm Anadolu’da kaos hakimken geçici olarak diktatör olması gerektiğini düşünüyordu. Tam tersine, Doğu Anadolu’da bir şehir olan Erzurum’un seçmenlerinin meclislerine başkan seçtiği sade bir mebustur. ABD Başkanının veto etme hakkına sahip değil, Meclisin geçirdiği yasaları imzalamak zorunda. Bu noktaya nasıl gelindiği sıradan bir merakın fazlasını hak ediyor. İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal eder etmez, Mustafa Kemal Paşa Büyük Millet Meclisi seçimleri için çağrıda bulundu. Türkiye, elli dört seçim bölgesine bölünmüştü, her biri, toplamda 270 edecek şekilde, Meclise beş mebus göndermekle yükümlüydü. Irkları ya da dinleri ne olursa olsun otuz yaşın üstündeki erkekler oy verecekleri kişileri seçmekte özgürdü, bu seçilenler de buluşup kendi bölgelerinden mebus seçiyordu. Osmanlı Hristiyanlarının büyük çoğunluğu oy vermekten kaçındı ve bağımsız devlet kurma ümidi olan liderlerinin tavsiyelerine uydular. Milliyetçi Hükümete sempati beslemeyen ve başarılı olacağına güvenmeyen bazı ‘Eski Türkler’ de oy haklarını kullanmadı. Mebusların, İngiltere’de olduğu gibi temsil ettikleri bölgelerde kalma zorunlulukları yoktu; buna rağmen çoğunlukta kalıyorlardı. İstanbul’daki Parlamentonun Anadolu’ya kaçmış altmış sekiz üyesi yeni Meclisin üyesi olarak tanındı. Önceden İngilizler tarafından Malta’da esir tutulan on iki kişi de Meclis üyesi oldu. Birçoğu düşmanın işgal ettiği bölgeleri temsil ediyordu. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Parlamentosuna seçilmişti ama kendi isteğiyle istifa edip Meclise yeniden seçilmişti. Bu 338 mebusun Ankara’da toplandığı 23 Nisan 1920’de yeni hükümet resmi törenle göreve geldi. Mustafa Kemal Paşa toplantıyı Milliyetçi Hükümetin tarihini ve Sultan’ın İstanbul’daki hükümetiyle yapılan müzakereleri mebuslara aktardığı ayrıntılı ve belgelere dayanan, uzun bir konuşmayla açtı. Sonra Meclis güçleri sorununu ele aldı. Kendi sözlerinden alıntı yapacağım: “Şimdi de Meclisimizin sahip olması gereken çalışma çerçevesini özetleyeceğim. Milletin kaderini sadece yasama yoluyla değil, devlet işlerini de yöneterek kontrol edecektir. Olağanüstü koşullarda bulunan tüm milletler şu seçeneklerden birini kabul eder: ya yasama organını askıya alır ve hükümetin yürütme koluna tüm gücü verir ya da tüm millete danışarak hareket eder. Tartışmaya tam özgürlük veren İslam dinimize de dayanarak, ikinci yolun daha iyi olduğu fikrindeyiz ve bu yüzden tüm milletin kendi iradesiyle yönetildiğini görmek istiyoruz. Bu ilkenin kabulünden sonra komisyonunuz bireysel ve birim olarak tüm Meclise karşı sorumlu olacak farklı yürütme dairelerinin işlemesi için aranızdan komiserler seçilerek iş bölümü sağlanacak. Meclisinize başkanlık eden beyefendi aynı zamanda komiserlerin başkanı olacak. Biriminizin kararlarını kabul etmek ve uygulamak zorunda ve bundan sorumlu olacak.” Sonra hükümetin başkanlık biçiminden bahsetti ve şöyle devam etti: “Çalışmalarımız bu sistemde bizim için tehlike olabileceğini gösteriyor. Osmanlı Hükümeti, diğerlerinden farklı olarak, gelip geçici bir güç değildir. Hükümetimizin başı İslam’ın da başıdır. Bu yüzden, herhangi birini bu hükümetin başı olarak tanıyamayız veya Ankara’da Sultan’ın yerine bir vekil bile getiremeyiz. Dahası, sorumsuz bir başkan yaratmak felaket olur. Halife’yi dahi sorumlu tutan İslam’da böyle bir şey yoktur. Bu yüzden, milletin iradesini temsil eden ve sadece milletin adına kendi sorumluluğu içinde hareket etme gücü olan Meclisinizde yetkilendirilmiş bu gücü tanımak zorundayız. Zira tam güçle seçildiğiniz için milletin bu ilkeyi kabul ettiği ve kaderini size emanet ettiği açıktır. Öyleyse, Meclisiniz sadece kanun koymak ve bir yürütme organının işlerini kontrol etmek için toplanmamıştır, yürütme işlevlerini görme görevi de vardır. Bu yüzden, bugün Türkiye’de sizden üstün güç yoktur.
Geçmişte uğruna pahalı bedeller ödediğimiz deneyimleri düşünerek, hükümetimizi teşekkül etmede, bu dertli ve çok zor günlerimizde milli meselelerimizi ve savaşlarımızı sürdürmede benimsediğimiz temel ilkeler bunlardır. Şüphesiz ki karar size aittir.” Bu konuşma, Mustafa Kemal Paşa’nın günümüz devlet adamları arasında eşsiz bir yere sahip olması için yeterlidir. Kendi demokratik gelenekleriyle gurur duyan Batı ülkelerinin başkanları, milletleri Dünya Savaşı’na girdiğinde mutlak güç talep etmişlerdi. Fakat yönetimleri uzun zamandır bir despotluk örneği olan Türklerin lideri, elinin altındaki diktatörlük güçlerini reddetmekle kalmayıp, Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin o ciddiyetini bile hükümetini herhangi bir Batılı gücün barış zamanlarında dahi olduğundan daha demokratik bir temel üzerinde kurmak için kullandı.” Türkiye, Ankara’daki Büyük Millet Meclisinin Başkanı Mustafa Kemal Paşa’da günümüzün en önemli insanlarından birini yaratmıştır, hangi ülkede olursa olsun iz bırakacak bir adamı. Türkler Mustafa Kemal Paşa’nın onlar için ne yaptığının farkında çünkü o aynı zamanda “Ülkenin Babası.” Selim Esen
Gerçekedebiyat.com