Aydın Ilgaz yayınevinin adına Çınar niçin koymuştu
İki hafta önceki iletisinde, "Özledim, Kitap Fuarı'nda görüşelim!" diyordu. En son ne zaman, nerede görüşmüştük? Çınar Yayınları'nda kitabımın yayımlanışı dolayısıla... Yani dört yıl öncesi. İnsanın sevdiklerini özlemesi için yeterli bir zaman. Seksenli yılların başından beri arkadaşlığımız sürerdi oysa... Adam Yayıncılık'ta, Rıfat Ilgaz'ın "Yokuş Yukarı" kitabını yayına hazırlayışımız dolayısıyla tanışmıştık, sonra bir daha kopmadık. Aydın Ilgaz, o dönemde THY'nin satınalma yetkilisiydi. Yurtdışından uçak alınacağı zaman gönderilen ekipte Aydın da yer alırdı. Bu uzmanlığını kullansaydı, özel uçak şirketleri kurulduğunda, yüksek aylıklı bir görev kapardı mutlaka. Ama o, yayıncı olmayı, babasının kitaplarını yayımlamayı kendine yakıştırmıştı. Seksenli yıllarda Rıfat Ilgaz, Taksim'de Gezi Oteli'nde kalırdı. Kendisiyle görüşmeye gidenleri, bu otelin restoranında ağırlardı. Rıfat Hoca, Afet Ilgaz'dan ayrıldıktan sonra yeni bir ev açma olanağı bulamamış olmalıydı. Aydın'ın, babasının otel odalarında yaşayıp gitmesine gönlü razı olmamıştı. Önce Florya, sonra Ataköy taraflarında ev tutup birlikte oturmaya başladılar. Aydın, eşi Nilgün'le yeni tanışmıştı sanırım. Bir gün yolda yürürlerken, geleceğe ilişkin tasarılarından söz ediyormuş. Emekli olacak, bir yayınevi açıp babasının kitaplarını düzenli olarak basacak ve okurlara ulaşmasını sağlayacak... Tam bunları anlatırken, geçtikleri yol üzerinde bir çınar ağacı yapraklarını dökmüşmüş... Sarı yapraklar yerlerde adeta gülümsüyor gelip geçene. Aydın eğilip almış o çınar yapraklarından birini. Hemen o anda aklına gelen şeyi anlatmış Nilgün'e: "Kuracağımız yayınevinin adı Çınar olsun, bu çınar yaprağı da amblemimiz..." Sonra o yaprağı alıp eve getirmişler... Ataköy'deki evlerinde Rıfat Ilgaz'la, Cumhuriyet gazetesi için dizi röportaj yapmaya gittiğimde, Hoca'dan duyacaktım bunları. Rıfat Ilgaz'ın kitapları ya değişik yayıncıların elinde kalmış ya da yeni basımları yapılmadan unulmuştu bir köşede. Aydın hepsini derledi toparladı; bir Rıfat Ilgaz külliyatı oluşturdu. Babası yaşıyorken, bütün kitaplarını sıra sıra okur önüne çıkardı. O artık bir Balıali savaşçısıydı. Kâğıtçı, matbaacı, dağıtımcı, kitapçılar arasında şevkle koşturuyor, Rıfat Ilgaz'ı okurlarıyla buluşturuyordu. Bir ayağı da gazete ve dergilerde, çıkan kitapları tanıtma yolundaydı. Yanı sıra babası için imza günleri düzenliyor; okurlarıyla yüz yüze getiriyordu Hoca'yı. Aydın, babasının, yayın piyasasında, kültür dünyamızda hak ettiği yerde olmadığına inanıyordu sanırım. Bu konuda öylsine bir çaba gösteriyordu ki, bir defasında Rıfat Ilgaz'ın bile karşı çıkışına tanık olacaktım: "Aydın'cım, sen babanı, olduğundan fazla önemsiyorsun gibime geliyor..." Rıfat Hoca edebiyattaki yerinin sağlamlığından emindi kuşkusuz. Bu karşı çıkışsa üstadın alçakgönüllülüğünün bir göstergesiydi. Aydın, yayıncılıktan fırsat buldukça, adeta teneffüs kaçamakları gibi, biz arkadaşlarıyla da buluşup söyleşmenin tadını çıkarıyordu zaman zaman. Bazen takılırdım ona: "Oh, ne güzel... Ne yazarına telif ödeme, ne şu ne bu! Bababın malı gibi yayımla gitsin..." Şaka yaptığımı biliyordu elbet. Yine de ciddiyetle açıklama yapmaktan kendini alamıyordu: "Telif ödemez olur muyum?" diyordu. "Kız kardeşlerimin payını ödüyorum!" Rıfat Ilgaz'ın en sorunlu kitabı, "Hababam Sınıfı" idi. Bir yayın esnafına kaptırmıştı kitabını Hoca vaktiyle. Yattığı hastanenin ücretini ödemek için, "Hababam Sınıfı"nı o kişiye satmıştı. Bir kez telif ücreti ödedi diye defalarca basmıştı kitabı yayıncı. Kitap üzerinde mülkiyet hakkı doğmuş gibi bir daha vermek istemiyordu adam. Aydın, uzun uğraşlar sonunda "Hababam Sınıfı"nı kurtarabildi! Çınar Yayınları'ndan çıkardı kitabı. Öteki kitapların lokomotifiydi "Hababam Sınıfı." Sivas katiamının yaşandığı günlerdeydik... Şişli Camii'nin avlusunda, katliam kurbanlarından Asım Bezirci'nin cenazesini bekleyenler arasındaydık Aydın'la. O anda açıkladı Aydın: Meğer bir gün önce de Rıfat Hoca ölmüş! "Sivas'ta ölenleri duyunca, yüreği dayanamadı!" diye açıklamıştı. O gün Bezirci'yi yolcu ettik Şişli'den, ertesi gün de Rıfat Hoca'yı toprağa vermek üzere Zincinlikuyu'da buluştuk... Dün de, babasına kavuşan sevgili Aydın için Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaydık! En son, sosyal medyada aksakallı resmini gördüğümde, altına yazmıştım: "Sakal seni yaşlı gösteriyor, oysa daha gençsin, kes şu sakalı." Yaşı sekseni geçmişti belki ama, henüz dimdikti! Kanlı canlıydı. Öyle ölümcül bir hastalığı da yoktu. Evinde, çayını içerken odadan çıkmıştı Nilgün Hanım, bir anlığına. Döndüğünde, sevgili Aydın'ın ansızın yaşama nokta koyduğunu görmüştü... Onu şimdi daha çok özleyeceğiz!