Son Dakika

selim-esen-27-mayis-2652024220509.jpg


Kısaca değinelim…

Olaylar 27 Mayıs’tan altı ay öncesinde başlar. Muhalefet, hükümete karşı yeni mücadele yolları geliştirmiş hükümet de buna karşı sertleşen tedbirler almıştı. 1959’un aralık ayında hükümet, Kim Dergisini kapatmıştı. Onu izleyen hafta kapatılan dergiye birebir benzeyen bir dergi yayınlandı. Tek farkı adıydı: Mim. Dergi için verilen ilanlarda “Mim nedir? Herkes Mim’in kim olduğunu bilir” deniliyordu.1 

Başbakan Adnan Menderes’in gittikçe şiddetlenen iktidar muhalefet mücadelesine orduyu sokması işlerin daha da içinden çıkılamaz duruma gelmesine yol açacaktı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, ordunun hükümete sadık kalacağına, kendisi gibi başbakanı da inandırmıştı. Oysa, ordunun gittikçe kötüleşen politik durumun ortasında uzun bir süre hareketsiz kalması olasılığı bile zayıftı.

 

Yasalar, seçimlerin 1961’den önce yapılmasını gerektirmekle birlikte, hükümetin baharda yeni seçimlere gideceği söylentisi, 1960 yılı başlarında Ankara’da yayıldı. Muhalefet bu söylentiyi hemen bir talep haline getirdi. Başbakan Menderes de bu talebe itiraz etmedi. Böylece, bir seçim öncesi havası, ortamı alevlendirdi. Şubat ayında CHP, bazı bakanların yasa dışı işler yaptığını ve çıkar sağladığını öne sürerek, on bir olayla ilgili Meclis soruşturması istedi. Eski bir bakanın yasadışı kazançlarının 750 bin doları bulduğu iddia ediliyordu. Meclisin birkaç gün aralıksız süren görüşmelerinde, muhalefetin suçlamaları 1957 seçimlerini ve geçmiş yılların huzursuzluk yaratmış olaylarını da kapsadı. Meclis, tüm soruşturma taleplerini reddetti; ama daha önce Mecliste kavga çıkmış, olay bütün ayrıntılarıyla ve fotoğraflarıyla gazetelerde yer almıştı. Bir süre sonra da bütçe görüşmeleri çok sert tartışmalara sahne olmuş, ancak Meclisin Mart’ta tatile girmesiyle çatışmalar durmuştu. 

Sessizlik çok sürmeyecekti

 

Menderes, yurdun çeşitli yerlerinde konuşmalar yapmaya devam edince, CHP Genel Başkanı İnönü de harekete geçti. 2 Nisan 1960 günü, bulundukları tren, askeri birlikler tarafından durdurulduğu sırada, İnönü ve beraberindekiler Kayseri’ye giriyorlardı. Kayseri Valisi Ahmet Kınık, İnönü’nün vagonuna girerek, Kayserililerin, bir karşılık çıkması olasılığıyla heyecan içinde bulunduklarını, bu nedenle yetkililerin İnönü’nün Ankara’ya dönmesini emrettiklerini bildirmişti. İnönü, bu konuda Valinin uzattığı yazılı emri yırtmış, geri dönmeyi reddetmişti. 

Bu arada birçok subay, asker ve sivil İnönü’nün vagonuna gelerek, saygılarını bildirmiş, elini öpmüşlerdi. Subaylar, emre uymama nedeniyle yargılanmamak için yolu kapatmak zorunda kaldıklarını da belirtmişlerdi. 

İnönü, kararından dönmedi… 

Kırk yıl önce Kurtuluş Savaşı’nda giydiği general üniforması üstündeymiş gibi kendisine selam duran subay ve askerlerin arasından geçerek yoluna devam etti. Ertesi gün, Ankara’ya dönüşünde, otomobili dört askeri araç tarafından kapatılmış bir köprü önünde durmak zorunda kalınca da İnönü arabasından inerek kapatılan köprüye doğru yürüdü, yolu açtı, Ankara’ya döndü. 

Kayseri olayı o güne kadar iktidar-muhalefet arasında doğrudan doğruya meydana gelen en açık çatışmaydı. Her ne kadar yalnızca bu olayın, 27 Mayıs’a neden olduğu söylense de olasıdır ki bu olay, durum daha kötüye giderse hareketsiz kalınmayacağına işaretti. 

Kaldı ki durum daha da kötüye gitti…

 

18 Nisan 1960 günü sabahı, Ankara’da, öğleden sonra yapılacak Meclis toplantısının en önemli toplantılardan biri olacağı haberi yayıldı. Meclisi dolduran gazeteciler ve dinleyiciler hayal kırıklığına uğramadılar. O gün iki Demokrat Parti Milletvekilinin “CHP’nin ve bir kısım basının faaliyeti hakkında bir Tahkikat Komisyonu kurulmasına dair” teklifleri görüşüldü ve iktidar milletvekillerinin alkışları, muhalefetin yuhalamaları ve yumruklaşmalar sonucunda yasalaştı. CHP’li milletvekillerinin İnönü’yü izleyerek Meclisi terk etmelerinden sadece birkaç dakika sonra da Tahkikat Komisyonu kuruldu. Komisyon, en katı, en partizan on beş Demokrat’ tan oluşuyordu. Komisyon, astığı astık, kestiği kestik kararlar verirken… 

28-29 Nisan 1960 günlerine Ankara ve İstanbul Üniversitelerinde öğrenciler ile polis arasında kanlı çatışmalar meydana gelecek, ardından, her iki şehirde de sıkıyönetim ilan edilecekti. Olaylar, aynı zamanda yayın yasaklarının akıl almaz biçimde uygulanışının başlangıcı olacaktı. İstanbul’da çıkan olaylarda yaklaşık 40 öğrencinin yaralanması ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz’ in polis kurşunuyla öldürülmesinden sonra Ankara’da da Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakülteleri öğrencileri polisle karşı karşıya geldiler. Karşılıklı barikatlar kuruldu, taşlı sopalı çatışmalar oldu. Durum ciddileşince olay yerindeki Ankara Sıkıyönetim Kumandanı Tuğgeneral Namık Ergüç, Süvari Birliği Kumandanı Vehbi Ersü’ye ateş emri verdi. Ersü, emri reddedince tevkif edildi. Daha sonra asker, polis birlikte Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne hücum ettiler. Olayda can kaybı olmamakla birlikte, birçok kişi yaralandı; öğrenciler askeri kamplara sevk edildi ve üniversiteler bir ay süreyle kapatıldı. 

Olaylar devam edecekti… 

Öğrenciler, 1960 gününün 5.ayında (Mayıs) -öğleden sonra- saat 5’te Ankara’da Kızılay Meydanı’nda tek ayaklı İş Bankası saatinin altında toplandılar. 555K adı verdikleri bu birliktelikte Cumhurbaşkanı Bayar’la, Başbakan Menderes’e kendi taraflarının gücünü sergiliyorlardı. Kalabalık; 

“Olur mu böyle olur mu? / Kardeş kardeşi vurur mu?” 

Sözlerini barındıran Gazi Osman Paşa ya da -diğer adıyla- Plevne Marşını söyleyerek Zafer Meydanı’na doğru uygun adımlarla yürümeye başladı. Tuna Caddesi girişinde polis müdahalesi ile karşılaşınca tekrar Kızılay yönüne döndü. 

Bağırıp çağıranların ses, bir baştan bir başa bütün bulvarı kaplıyordu. Tamam, dedim kendi kendime, bu kalabalıkta bir de arabaya çarparlarsa (Kızılay binasının önüne park ettiği arabası), olan bize olacak… Hemen bürodan (Bulvar üzerindeki Hürriyet gazetesi bürosu) fırladım, arabayı tenha bir yere götürmek için kalabalık arasında zorla yürümeye başladım.” (Emin Karakuş, İşte Ankara, Hürriyet Yayınları, 1977, s.479).    

Bu arada, Ulus yönünden gelen iki arabadan birisi Boğaziçi Pasta Salonu’nun önünde durdu. Meclis’ten gelmekte olan Cumhurbaşkanı Celal Bayar sağ kapıdan, Başbakan Adnan Menderes sol kapıdan indiler. Menderes kalabalığın arasına karışarak, halkı selamlamak istedi, karşılık görmedi. Gençler Menderes’i çevrelediler. Kızmıştı… Göğsünü öğrencilere çevirerek; 

“Öyleyse öldürün beni!” diye bağırdı. 

Kalabalıktan bir ses yükseldi: 

Biz katil değiliz. İstifa et. 

Menderes ve park ettiği arabasını kalabalıktan kurtarmak isteyen Hürriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Emin Karakuş Kızılay önlerinde karşılaştılar. Ankara Emniyeti’nin 1’inci Şube Müdürü Niyazi Bicioğlu, Menderes’i güçlükle Karakuş’un arabasına bindirdi. Araba, Çankaya yönüne doğru yola çıktı. Kalabalıktan uzaklaşırken Menderes, gençlere küfür ediyordu: 

“Anasını avradını…”  

Manderes’in içinde bulunduğu Karakuş’un arabası Amerikan Haberler Merkezi’nin önünden Sıhhiye istikametine döndü, Orduevi’nin karşısındaki Postane’nin önünde durdu, Menderes indi, bir Emniyet aracına binerek uzaklaştı. 

Bu arada, Tahkikat Komisyonu çalışmalarına devam ediyor, üçüncü sınıf soruşturma metotlarıyla hikâyeler yaratıyor, CHP’li milletvekillerinin ve profesörlerin gruplar halinde tevkifini planlıyordu. 

Son perdeye yaklaşılıyordu 

21 Mayıs’ta yaklaşık bin kadar Harb Okulu öğrencisi, beraberlerinde kumandanları Sıtkı Ulay, subaylar ve sivillerden oluşan büyük bir kalabalıkla Çankaya’ya, Cumhurbaşkanlığı Köşküne doğru yürüdüler. Meclis ise, 25 Mayıs’ta büyük bir kavgadan sonra tatile girdi. Başbakan Adnan Menderes, Eskişehir’e gitti. Orada Tahkikat Komisyonun işinin bittiğini açıkladı, ama iş işten geçmişti. 

Ve… 27 Mayıs… 

İhtilal dört saatte tamamlandı. Stratejik noktalar ele geçirildi; Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar “muhafaza altına” alındı; askeri amirler bulundukları bölgelerin idaresine el koydular. Öğleden sonra saat 4’te Ankara’da sokağa çıkma yasağı kaldırıldı ve şehir Büyük Zafer’den beri görülmemiş şenliklere sahne oldu. 

27 Mayıs 1960 gecesi gerçekleştirilen askeri darbenin hemen ardından radyodan yayınlanan bildiriyle demokrasinin içine düştüğü buhran ve üzüntü verici son hadiseler nedeniyle kardeş kavgasına meydan vermemek için Türk Silahlı Kuvvetlerinin memleketin idaresini ele aldığı duyuruldu. Partiler üstü tarafsız bir yönetimin nezareti altında, adil ve serbest seçimlerin yapılarak idarenin seçimi kazananlara devir ve teslim edileceği, bütün ittifaklara ve taahhütlere, Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine bağlı kalınacağı belirtildi. 

Darbe sabahı Cumhurbaşkanı Celal Bayar, TBMM Başkanı Refik Koraltan, Bakanlar Kurulu ve Tahkikat Komisyonu üyeleri, DP Milletvekilleri gözaltına alınarak Harp Okulu binasına götürüldüler. Başbakan Adnan Menderes de Kütahya’da gözetim altına alın. Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, üst rütbeli bazı asker ve bürokratlar, emniyet görevlileri de tutuklan ve yargılanmak üzere Yassıada’ya götürüldüler. 

Millî Birlik Komitesinin başkanlığına Orgeneral Cemal Gürsel getirildi. Gürsel aynı zamanda Başbakan, Millî Savunma Bakanı ve Başkomutanlık görevlerini de üstlendi. MBK de 6 Ekim 1960 tarihinde, yargılamaları yapacak olan Yüksek Adalet Divanı başkanlığına Yargıtay 1. Ceza Dairesi başkanı Salim Başol’u, Yüksek Adalet Divanı başsavcılığına da Yüksek Soruşturma Kurulu üyesi Altay Ömer Egesel’i getirdi. 

Yassıada’da 14 Ekim 1960’ta başlayıp 15 Eylül 1961’de sona eren yargılamalarda tutuklu sanıklar, anayasayı ihlal, vatana ihanet, meclis iç tüzüğünün değiştirilmesi, Kırşehir’in ilçe yapılması, CHP’nin mallarına el konulması, haksız kredi tahsisi vb. suçlardan hüküm giydiler. Duruşmalarda 592 sanıktan 288’i için idam istendi, ancak, 15 sanığa idam, 31’ine müebbet, 418 sanığa çeşitli cezalar verildi. Haklarındaki idam kararları oybirliği ile alınan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın cezaları 16 Eylül’de, Başbakan Adnan Menderes’inki 17 Eylül’de infaz edildi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ınki ise yaş haddi nedeniyle müebbet hapse çevrildi. 

Millî Birlik Komitesiyle Temsilciler meclisinden oluşan anayasa hazırlamakla görevli Kurucu Meclis’in hazırlamış olduğu anayasa 9 Temmuz 1961 tarihinde yapılan halk oylamasıyla %61,7 oy oranıyla kabul edilip yürürlüğe girdi. 

Bu anayasa ile meclis en yüksek karar mercii olmaktan çıkarıldı, egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanılacağı ilkesi dâhilinde seçilmiş organların gücünü sınırlandırmak amacıyla Anayasa Mahkemesi, ikinci meclis (senato) gibi kontrol ve dengeleme sistemleri getirildi. İdari mahkemeler güçlendirildi, oluşturulan Millî Güvenlik Kurulu ile askeri bürokrasinin sistem içindeki etkinliği anayasal bir kural haline getirildi. Üniversiteler, radyo ve televizyon kurumu yönetsel özerklik kapsamına alındı, yasama ve yargı hem görev hem yetki olarak kabul edilirken, yürütme sadece görev olarak tanımlandı, tam yargı bağımsızlığı sağlandı, temel hak ve özgürlükler genişletildi. 

Ancak  bu düzenlemeler, demokrasi ve uzlaşma kültürünün gelişmemesi, toplumun, demokrasiyi bir yaşam tarzı olarak içselleştiren bireylerden oluşmaması, siyasal sistemin işleyişine özgür iradesiyle ve kararlılıkla katkı sağlayacak, nitelikli eğitimle yetişmiş, örgütlü, bilinçli ve entelektüel seçmen kitlesinden yoksun olunması, siyasal partilerin anti-demokratik ve oligarşik usullerle yönetilmeye devam edilmesi gibi nedenlerle gerçek ve ileri demokrasiye ulaşılması, ilerleyen yıllarda yeni askeri ve sivil darbelerin yaşanmaması için yeterli olma. 

Selim Esen 
Gercekedebiyat.com 

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler