Seçimin ne olduğuyla ilgili öyle çok ağdalı denklemler kurmaya gerek yok. Demokratik koşulların gelişmiş olduğu toplumlarda seçim, piyasa şartlarına göre yürüyen bir pazar işidir. Başka başka şudur budur denilecek tanımlamalar varken esas itibarıyla arz ve talebin karşılaştığı bir alandır seçimler.

Demokrasi bilinci yerinde olan yurttaşlar, yazılı olmasa da zihinlerinde kayıtlı tuttukları bir listeyle gelirler alanlara. Yüklüce talep sahibidirler. Partiler ise bu talepleri karşılayacak arz demetiyle çıkarlar meydanlara. Pazar jargonuyla söyleyecek olursak tezgâhçıdırlar. Teşbih yaptığımız bu pazarda karşılıklı ayni veya nakdî bir teslimat olmadan zihne düşülen notlarla yurttaşlar evlerine, parti temsilcileriyse kurumlarına dönerler.

Gün o gündür, o gün sandık kurulur. Yurttaşlar bilinçli ve kararlı bir şekilde sandıklara giderler. Peki, bu yurttaşlar sandık başına gelmekle aslında neyi oylamış olacaklar?

Seçimi pazar metaforuyla anlamlandırmaya çalışmamış mıydık? O tanımlama üzerinde sürdürecek olursak seçim, esasında kunduranızı ne kadar sıklıkla boyatabileceğinizin seçimidir. Biraz daha komik tanımlama ister misiniz? Peki! Aynı şekilde berbere ne kadar sıklıkla gideceğinizin de seçimini yapıyorsunuzdur. Öyle ya iskarpinleriniz, başınız, yüzünüz, gözünüz hep şık ve temiz olsun istersiniz. Size basit ve komik gelecek olan bu örnekleri hangi sıklıkla yaparsınız? Tabii ki paranızın elverdiği ölçüde yaparsınız. Aksi durumda lostra ve berber dükkânlarına gitme aralığınız seyrekleşecektir. Bundandır ki son zamanlarda evde birbirlerini ya da kendi kendilerini tıraş edenleri sık duyar olmuşsunuzdur.

Güncel dile indirgediğimiz bu anlatımlarımız üzerinden siyaset bilimsel literatüre geçecek olursak seçim, temelde bir ekonomik program tercihidir demek istiyorum. Tam bu noktada bütçeyle seçimler arasında doğrusal bir bağ olduğunu not düşmeliyim. Yurttaş olarak kaynakların kimler arasında nasıl ve ne oranda dağıtılacağının (bölüşüm) oylamasını yapıyorsunuz. Bölüşüm eşit ve hakça olduğu oranda mutlusunuz. Dolayısıyla görüldüğü üzere mutluluğunuzu seçmiş oluyorsunuz.

Peki, seçimler sadece ekonomik bir program tercihi midir? Diğer demokratik haklar, örneğin politik, kültürel, eğitim, sağlık, adalet vs. seçimi yok mu? Olmaz olur mu? Seçimin ta kendisidir.

Ortaya yine ekonomiye dayanan bir kavram atacak olsam ne dersiniz? Şu özelleştirme uygulamaları diyelim. Ekonomik programlar kendi kültürünü oluştururken yani hukukunu, eğitimini, sağlık sistemini vd. düzenlerken aynı zamanda siyasi düzenini de çerçevelendirmiş olmaktadır.

Size sunulan program der ki eğitimi, sağlığı, güvenliği hatta adaleti bile özel ellere bırakacağım. Siz de arz edilen bu programı talep edeceksiniz ya da etmeyeceksiniz. Sonuçta her üretim tarzı kendine has davranış modelleri oluşturacaktır. Bu davranışlar kültüre dönüşerek yeni siyasi insan modelleri örgüleyecektir. Hâsılı, siyasi ve hukuki ayağı olmayan ekonomik program olmaz.

Düzeni, oylarınızla kuran siz olacaksınız. Düzenler iki yüzle kimlik bulurlar. Halktan yana olan ve olmayan şeklinde. İyi siyasi programları bilinçli yurttaşlar belirleyecektir. Dolayısıyla ortaya şu çıkıyor ki demokrasi eğitilmiş insanların rejimidir. Demokrasi, iki ucu keskin bıçaktır. İstikametini bilinçli/eğitimli yurttaşlar eliyle bulacaktır. Aksi takdirde diktatörlüğe kadar gider. Unutmayalım Hitler her gelişinde seçimle geldi.

Bizdeki seçim işlerinde genel geçer yöntem nedir?

Demokrasisi gelişmemiş toplumlarda tapınmacılık hâkim. Bu hâkimiyet, bilinçlendirilmiş (eğitilmiş) yurttaş modeliyle aşılacaktır. Bizdeki yurttaş çoğunluğunun bilinci henüz o kerteye gelmiş değil.

Biz, bir partiyi ya da daha ziyade sevdiğimiz, tapındığımız, olmadık mertebelere çıkardığımız bir lideri seçmeye gidiyoruz. Temel güdümüz bu. O nedenle programları değil de kişileri seçmeye gittiğimiz için sonunda o kişiliklerin zafiyetlerine kurban oluyoruz. Güncel örneklerini zaten en şiddetli hâliyle yaşıyoruz. Ülkeyi krize sürükleyen tek sebep budur. Tapınılan kişiliklerin seçimi tek adamlığı doğurmaktadır.

Bir zamanlar “Umudumuz Ecevit” vardı. Şöyle dürüst lider, böyle halkçı lider… Tamam, kabul iyi de bu yetiyor muydu? Ecevit’in partisinde (DSP) tanıdığınız ikinci bir adam var mıydı? Sırf lidere dayalı particilik olursa böyle olur.

Bizdeki liderliğin, siyaset bilim karşılığının tam aksine programdan önde geldiğini uzun yıllardan bu yana görüyoruz. Örneğin Özal’ın programı çok mu halktan yana olduğu için iktidar sürdürebildi? Hiç te bile! Aksine halk karşıtı bir programdı. Ona rağmen çeşitli etkenlerle ANAP denen lider partisi tutuldu. Çeşitli felsefi ve sosyolojik etkenler bir yana “tonton” imajının bile peşinde sürüklenenler olmadı mı?

Bu örnekleri günümüzde de bol miktarda bulabileceksiniz.

Sakın, liderlik vasfı es geçiliyor ya da küçümseniyor sanılmasın. Lidersiz hareket olamayacağını kabul ederiz ve biliriz ki aksi kakofoni olur.

Liderin kişiliği ne işe yarar? Tabandan tavana (İdeal anlamda böyle olmalı ama bizde tersi olur.) oluşturulan programın kararlılıkla sahiplenilmesini ve onu yürütecek kadroların kurulmasını sağlar. Liderin en önde gelen özelliği güvenirliliğidir. Elbette gide gide liderin kişiliği gâh öne çıkıyor gâh parti onunla anılıyor ama parti, kişi demek değildir. Parti, program demektir. Kişiler/kişilik, o programın etrafında kümelenmeyi sağlayan varlıklar/hasletlerdir.

Gelişmiş demokrasilerde liderlerin seçim kaybettikleri an koltuklarını bıraktıklarına tanıklık ederiz. Çünkü orada program var. Lidere tapınma istisnai bir durumdur. Liderlerin programa bağlılığı vardır. Uygulamada başarısız olunca gider. Program ve lider ikisi bir arada değerlendirilmeyince çok partili hayattan bu yana başımıza gelenler geliyor.

Atatürk, bir program ve lider gurusuydu. Ne demek guru? Düşüncelere yön veren, bilinç yöneticisi, düşünceleri izlenen ve kabul gören ağırbaşlı, saygın bir lider olmaktır.

Başarının sırrı budur. Yani ikisi bir arada olmalı. Çok partili yaşamdan bu yana bir başına lidere dayalı iktidarlar eninde sonunda kaybolmaktadır tıpkı Özal deneyiminde olduğu gibi. Benzer akıbetleri düşünmek sizin ferasetinize kalsın.

Ferasetiniz bozulmuşsa çok basit bir anahtar vereyim. İktidar olduğun hâlde mutlu değilsen mührü tersine vur.

Sami Günal
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)