Son Dakika



İnsanlar gibi toplumlar da kimi değerlerini anlamakta gecikebilir veya zorlanırlar. Kıymeti olmayan ve içi boş kavramlarla toplumun kolaylıkla yönlendirilebildiği ülkelerde ise, toplum mühendisliği kültürel erozyonun derinleşmesi için daha geniş olanaklar bulmaktadır. Türkiye’de ise uzunca bir süreden beri, somut bir tarih söylemek gerekirse 1940’lı yılların ortalarından itibaren iktidar olan, bu düşünsel fukaralığı her zaman kullanmakta mahir durumdadır. 6-7 Eylül olayları, Tan gazetesi saldırısı, Tercüme Bürosunun, Halkevlerinin, Köy Enstitülerinin, DTCF'deki tasfiye hareketi için hazırlanan zemin… Bir mantık ve merkezden yapıldıkları belli olan ve özellikle sosyal konularla ilgilenen bilim insanlarının itilip kakılmalarına sebep olan taşkınlıkların gelip dayandığı gerekçe, hamasetten öteye gitmeyen toplum ve ülkeden ziyade erki elinde tutanların politik çıkarlarıdır. İlhan Başgöz bir simgedir. Konumu, üretimi, söyledikleri, yaptıkları ve bir bilim insanı olmak yanında halkçı tavrıyla da önemli bir simgedir.Kendi kişisel tarihi kadar, çalışma alanı olarak seçmiş olduğu sosyal bilimler alanında hırpalanmış, kürsüleri ellerinden alınmış, dahası yurtlarından gitmek zorunda bırakılmış ama erdemli kişiliklerinden, çalışma disiplinlerinden ödün vermemiş sayıları az, yoğunlukları yüksek bir kuşağın temsilcisidir.

ilhan başgöz

1943 yılı, Ankara Üniversitesi diplomasındaki fotoğrafı.

Bilim biraz değil, bütünüyle inat işidir. Zihniyet olarak değil eylem olarak bir inatlaşma gerektiriyor. Başgöz, tıpkı hocası Boratav gibi memleketi sevmeyi, halkına ve onun kültürüne sahip çıkmak inadıyla sürdürenlerden biridir.

İlhan Başgöz hocamla çokça yolculuklarımız, buluşmalarımız, sohbetlerimiz oldu. Bunları ayrıca yazmak istiyorum.  Ne var ki bunlar içerisinde 28 Nisan 2011 tarihinde, Bartın’da dönemin valisi İsa Küçük’ün varlığında öğretmen şair dostum, Keramettin Çetin’in gayretleriyle gerçekleştirilen “Bartın Edebiyat Günleri” kapsamında ikimizin konuşmacı olduğu  Folklor ve Edebiyat paneli için yaptığımız yolculuk en keyifli olanlarındandı. Panelin gerçekleştirildiği 300 kişilik salonun tüm koltukları ağırlıklı olarak Bartın Köksal Toptan Lisesi’nin öğrencileriyle dolu ve ayakta da yaklaşık 60 kadar izleyici vardı. İki saati aşkın süre boyunca salondakilerin bir an olsun dikkati azalmadı, aksine hemen herkes merakla Hocanın anlattıklarını dinleti. Çay, kahvaltı molası verdiğimiz mekanlar, oradakilerle sohbetler, tattıklarımız... Hoca, panel konuşmasının kapsamında oradaki öğrenci ve öğretmenlerle birlikte türküler de söyledi. Kitaplarından imzaladı. Saatlerce süren bu etkinlikte anlık olsun yorgunluk belirtisi göstermedi. Konuşmaların sonunda salondakilerle vedalaşırken :”Ben burada, bir lisenin böyle dışarıya açılmasını, ilim ve müsbet kültürde  beslenmesini Anadolu’da dünyanın sekizinci harikası sayıyorum. Çocuklar inanın bana çok yaşadım, çok yaş gördüm, çok yer gördüm.  Sizde gördüğüm heyecanı, sizde gördüğün çağdaş bilim aşkını, cumhuriyetin değerlerine bağlılığı başka pek az yer de gördüm, üniversitelerde hiç görmedim. Bir de dokuzuncu harika var. Sabahın köründe Ankara’dan yola çık, gidiş geliş sekiz saat yolculuk, sonra burada iki saat sohbet, bu da dünyanın dokuzuncu harikası sayılır...” diye bitirmişti.  Dışarı çıktığımızda da  içten bir sevinçle Amerika’dan, Kanada’dan dostlarını aradı. ”Ben bugün on yaş daha gençleştim, haberiniz ola” diye muştular verdi.

ilhan başgöz

1956, Kars’ta levazım subayı olarak askerliğini yaptığı yıl

II.

İlhan Başgöz, kimi kaynaklarda 1921, kimilerinde ise 1923 yılında Sıvas’a  bağlı  Gemerek’te dünyaya geldi. İlkokul öğretmeni Hasan Efendi derler, bir babanın ve okuma yazmayı millet mekteplerinin açılmasıyla öğrenen Cadoğlu Türkmenlerinden Zeycan hanımın oğlu...

Cumhuriyetle yaşıt bir bilim insanı. Dolayısıyla, İlhan Başgöz’ün hayat hikayesinin ayrıntılarına girmek, bir anlamda cumhuriyet dönemi Türkiyesi’nin  düşünsel haritasını da anlamak  gibidir.   İlhan Başgöz’ün hayat hikayesine bakıldığında, toplumsal eğilimlere dair kimi ortak  özellikleri kişiliğinde taşıdığını görürüz: şairlik bunlardan birisidir.

1940 yılında Sivas Lisesini bitiren dokuz kişiden biridir İlhan Başgöz ve  burslu olduğu için, önce  Ziraat Fakültesi’ne, sonra da türlü sıkıntılarını çekmek yanında adıyla özdeşleşen folklorcu kimliğini kazandığı Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girer. Şiir burada da işine yarar ve sözlü sınavda sorulan gazelin aruzunu doğru bildiği için Dil Tarih’i kazanmış olur. DTCF’de Müdürlük yapan, Enver Gökçe’nin “Bir Saffet  Hoca vardı dost bağında/Hürriyet yoktu sağlığında/Gün geldi gitti incecikken/Yiğitken, güzelken, gencecikken” (Gökçe, 1981) dediği, İngilizce Hocası Saffet Korkut yanı sıra Tahsin Banguoğlu, Pertev Naili Boratav, İbrahim Necmi Dilmen, Abdülbaki Gölpınarlı gibi çok iyi bir kadro vardır.

*

Şair bir milletin çocuğu olmak özelliğini her zaman korudu... Yararını da gördü. Altı yaşında olacak, öğretmenler odasına çağrılıp, şiir okutulurdu. Bir monologdan aklında kalmış, çocuk ana babasını dinlememiş, dolabı açıp ilacı yutmuş şimdi: “Kıvyımkıvyım kıvranıyor, yüreciği dağlanıyor” diyerek midesini gösterirdi. Öğretmenler kahkahayla gülerdi buna. O gün bu gün şiir okumayı sever. Yaşlanmak insan hafızasını zayıflatıyor ama, bu gün bile 1940’larda öğrendiği  Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karac’oğlan, Ruhsati, Seyrani, ŞarkışlalıSerdari, Dertli, gibi halk şairlerinin  Nedim’in, Bağdatlı Ruhi’nin gazellerini, Nazım Hikmet’in şiirlerini ezbere, eksiksiz okuyabilir. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne girmesinde yararını gördüğü şiir sevgi ve bilgisi, şöhretli kişilerin dikkatini çekmekte de işine yaradı. DTCF’ye ilk girdiği yıllarda, Fuat Köprülü’nün Ali ŞirNevai’nin doğumunun 500. yılı dolayısıyla yaptığı konferanstan sonra, Başgöz de Nevai’nin şiirlerinden okur... O yıllarda Köprülü’nün konuşma ve konferansları Milli Eğitim Bakanlığının ileri gelenleri, milletvekilleri, radyo yetkilileri gibi başkentin seçkin eşrafı  tarafından da izlenir.  İlhan Başgöz’ün güzel şiir okuması, bu etkinliğe katılanlar arasında yer alan o dönem Ülkü dergisinin başında bulunan Ahmet Kutsi Tecer’in de dikkatini çeker ve Tecer, kendisiyle ayrıca görüşmek istediğini belirtir. Bu tanışıklık, ona hem Halkevleri üyeliğini sağlar, hem de Ülkü Dergisinde küçük de olsa  iş olanağı yaratır ve her ay derginin eki olarak verilen tek sayfalık ayın haberlerinden özetleri, Başgöz hazırlar. Bu çalışmaya karşılık, üniversite öğrencisi olarak aldığı burs kadar, yani 40 lira da Ülkü’den alır...  1940 kuşağı Türk şiirinin önemli temsilcilerinden Enver Gökçe sınıf arkadaşı olmak yanında, kapı tokmağı ve zil yerine aruz vezninin  kalıplarını kullanarak  iletişim kurduğu en önemli arkadaşlarındandır. Yine bu dergide DTCF’den arkadaşları, sonrasıda da yayıncıları olmuş Sefer Aytekin vardır. O da Ülkü’nün emekçilerindendir. Sefer Aytekin için Başgöz hoca, adını her andığımızda: ”Çok dürüst, çalışkan ve yetenekli bir arakadaştı” ifadesini kullanıyor.

Başgöz’ün öğrencilik yılları, ikinci dünya savaşının sert rüzgarının estiği bir döneme denk gelir. Alman orduları bir silindir gibi, Fransayı, Danimarkayı, İskandinav ülkelerini, Polonyayı, Romanyayı ezmiş, Rusya içlerine kadar ilerlemiştir. Böyle bir kuşatılmışlık içerisinde, Türkiye’de de bir yandan savaş karşıtı görüşler dillendirilirken, memleketin kurtuluşunu kendi halkının yerine ‘dönemin güçlüğüsü’ne dayanarak şahlandırma gayretinde, Nazi hayranlığı da boyvermektedir.  İlginçtir, kurtuluşu güçlü egemende arayanlar ve bu hayranlık içerisinde olanlar kendilerini memleketin öz sahibi addetmek gibi pervasız milliyetçilikten de uzak durmayacaklardır. Akla ziyan olan da bu değil mi? Bir yandan memleketine karşı, insanlığa karşı sorumluluklarından kaçacaksın, üzerine düşen görevi layıkıyla yapmayacaksın, sonra da  bu sorumlulukları en iyi şekilde yerine getirmeye çalışanlara kara çalıp zeytin yağı gibi üste çıkacaksın. Bu, iyimser bir yorumla, doğru ile gerçeği biribirinden ayıramayan, sağduyu yerine duygunun seline kapılan üçüncü dünya ülke insanlarına, özellikle de aydınlarına özgü çarpık bir saplantıdır. Bunun başka başka nedenleri de vardır. Yeri burası olmasa da, bu sığ saplantı dolayısıyla bedel ödemiş bir kuşağın simgelerinden olduğu için, İlhan Başgöz’ün hayat hikayesi bağlamında bunlara da değinmek zorunluluğu duyuyorum.

ilhan başgöz

1942 yılı, DTCF Voleybol takımında, ayakta, ortaki İlhan Başgöz 

Lévi-Straauss’un dediği gibi, ‘Tarihi bilmeyenler, kendilerini bugünün cahili olmaya mahkûm etmektedirler.” Başgöz, bir halkbilimci olduğu kadar yaptıkları ve yazdıklarıyla tarihi bir kişiliktir. Yüz yıllık ömrünün büyük bir bölümünü Türkiye’nin zengin eğitim tarihi ve halk birikimine adamış olmakla anlaşıldıkça ufuk zenginliğine kavuşacağımız isimlerden birisi. Zira o Türkiye’deki halkbilimcilerin en eğitimcisi, eğitimcilerin ise en halkbilimcisidir. Bu özelliği ile de Türkiye’de hem halkbilim çalışmalarının tarihini anlamamıza, hem de nasıl bir halk kültürü birikimiyle tanışabileceğimize işarettir. Bir çınar olarak yüz yaşını yaşadığı şu günlerde bile, felek aman verse bir okulda ders anlatmaya, öğrencileriyle buluşmaya, Anadolu’nun herhangi bir köyünden türkü, mani, masal derlemeye  koşmak istediğindedir.

DTCF’deki öğrencilik, ardından kısa süren ilmi yardımcılık süreci ile Tokat Lisesi’nde yine pek uzun sayılmayan öğretmenlik  macerası, başka içerisinde bulunduğu halkbilim kürsüsü de olmak üzere Çeviri Bürosu, Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi Türkiye’nin bir çok kurumunun yıkıma uğratıldığı sürecin de tarihidir. Bu nedenle zengin bir hayat birikimi kadar düşünce dünyasına da sahip olan İlhan Başgöz biyografisini okumak, evrende zerre olamayanların, devletin koridorlarında allemeyi cihan kesilmelerini anlamak için de somut bir kaynaktır.

III.

Çağımızın ünlü halkbilimcilerinden, Pensilvanya Üniversitesi, Folklor ve Halk Yaşamı Bölümü profesörlerinden, Dan Ben -Amos, 1998 yılında, folklor/edebiyat’ın, 14. sayısı için gönderdiği mektupta  Başgöz için şunları yazıyordu: “Türkçeyi hiç bilmeyen Amerikalı folklorculardan oluşan bir kuşağa, Türk folklorunu, Prof. İlhan Başgöz tanıttı. Bize hem geçmişimizin büyük folklor geleneğini, hem de çağdaş Türk toplumunda folklorun uğradığı değişimi bize Başgöz öğretti. Kahvehanelerinizdeki hikayecileri, çocuklarınızın sorduğu bilmeceleri, ihtiyarlarınızın söylediği atasözlerini, biz onun bilim adamı bakışından öğrendik. Hepimizin folklorda yeni kuramlar aradığımız bir dönemde, o bize, değerli araştırmaları ile, yeni yaklaşımları üzerine kurmamız gereken temeli sundu. Yeni yaklaşımlar arayan ve kendilerine şaka yollu “Genç Türkler” denen bir Amerikalı folklorcular kuşağı arasında o, gerçekten bir “Genç Türktü”. [Bu deyim İngilizcede sadece gençliği  değil, bilimde, politikada ve başka alanlarda geleneğe ve kurulu düzene baş kaldıran insanları da belirtmek için kullanılır ve Genç Osmanlılara Avrupa’da verilen “JeuneTurc” adından İngilizceye geçmiştir.] (folklor/edebiyat, 1998, S.14)

Bilimi, resmi ideolojinin yönetmelik, talimat ve dayatmalarıyla değil,  evrensel ölçütlerle yapar. İçeride olduğu kadar dışarıda da etkili bir bilim insanıdır Başgöz.

IV.

1949 yılında, doktorasını bitirmiş ama hocası Pertev Naili Boratav’in kürsüsü kapatılmıştır. Başgöz, Tokat Lisesi’ne öğretmen olarak atanır. Tokat’a varıp göreve başladığının üzerinden iki gün geçmez, Tokat Öğretmenler Birliği’nin seçimi vardır. Bir konuşma yapar,  henüz solcu olduğu yönündeki şanını duymayan öğretmenler bu konuşmadan da etkilenerek Başgöz’ü başkan seçerler. Milli Eğitim Müdürü ürkek biridir, telaşlanır. Ne de olsa, kırmızı mumlu zarftan haberdardır, hemen valiye giderek durumu aktarır. Vali Abdülkadir Sözen, nice türkümüzü öksüzlükten kurtaran Muzaffer Sarısözen’in akrabası, “Daha iyi ya”  diyor; “şimdi eline yetki geçti, ne mal oluğunu gösterecektir. Bekleyin.” “Elime yetki geçti ve onlar iki yıl bekledi” diye kaydeder İlhan Hoca (Başgöz, 2017:167) .

Bütün hayatı boyunca yaptığı gibi herhangi bir insan olmamaya çalışır. Bu bakımdan herhangi bir öğretmen değildir;  öğrencilerine düşünce ve yeteneklerini aktarmaları için zemin hazırlayan, onların edebiyat birikiminin farkında olmalarına olanak hazırlayan biridir. Öğrencilerin ders dışı kitap ve dergi okumaları için uğraş verir, onlar için erişilmesi imkansız gibi görünen şair ve yazarlarla iletişimlerini kurmayı başarır. Bedri Rahmi Eyüboğlu bunlardan biridir. Safiye Ayla’yı Tokat’a davet eder ve bir konser vermesini sağlar. Bu dönemde, 1950’de, dönemin Tokat Valisi  Bekir Suphi Aktan’ın önerisiyle Albert Gabriel’inMonumentsTurcsd’Anatolie alı Fransızca kitabından Tokatla ilgili bölümün çevirisini yapar.

Sonuçta ne mi olur? O vaktin Milli Eğitim Bakanlığı kurallarına göre öğretmen atananlar iki yıl vekil olarak çalışır, sonra asil öğretmenliğe geçerlerdi. Ama Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, Başgöz’ü asil öğretmenliğe layık görmez ve terfi ettirmez ve iki yılı doldurduğu için de Tokat Lisesi’ndeki öğretmenliğine son verilir (Başgöz, 2017:183).

ilhan başgöz

İlhan Başgöz ve Metin Turan 28 Nisan 2011 Bartın Edebiyat Günlerinde

(Fotoğraf: Keramettin Çetin arşivi).

V.

İlhan Başgöz Hocanın Türk halkbilimi ve edebiyatıyla ilgili çalışmaları,  DTCF’de  öğretmeni Pertev  Naili Boratav'ın yönlendirmesi ve bizzat birlikte yaptıkları derleme çalışmalarıyla başlar. Özellikle, Pertev Naili Boratav’la birlikte, Kuzey Doğu Anadolu’nun çoksesli, çokrenkli kültürünün kavşak noktası Kars’ta   hikâye anlatan âşıkları dinlemiş olmanın kazandırdıklarıyla, genel olarak folklor ürünlerine ama özellikle halk hikâyelerine kazandırdığı yorum, dünya folklor çevrelerinin haklı dikkatini çekmiş ve  Den-Ben Amos’un yukarıda da  paylaştığım görüşlerinde dile getirdiği gibi,  özellikle dinleyicilerin anlatıcı üstündeki etkisini yansıtan saptamalarıyla folklor çalışmalarına açılım kazandırmıştır.

Boratav’ın DTCF’deki kürsüsü sığ siyasetin bilimdışı yöntemleriyle kapatılınca, Böşgöz de Tokat Lisesi’ne öğretmen olarak atanır. O yıllarda, İstanbul Fransız Arkeoloji Enstitüsü Üyelerinden, EdmondSaussey’in yazdığı ve Başgöz’ünFansızca’dan çevirdiği Türk Halk Edebiyatı (Ankara, 1952) adlı elkitabının, halk edebiyatı alanında sonraki yıllarda yapılan çalışmalara zemin oluşturduğunu özellikle anımsatmak gerekiyor. Türkiye’de bugün iyi güzel çabalara dair hafızadan söz edilecekse bu kitabın yayımcısı, Emek Basım-Yayımevi’nden de kısa bir söz etmek gerek.  Kendisi de DTCF’li olan ve Yurt ve Dünya dergisinde yer alan ürünlerinden anımsadığımız Sefer Aytekin’in kurmuş olduğu bu mütevazi  yayınevi, 1950’lerde önce Güvercin Kitaplar adıyla çoğu tek formalık yalın bir şekilde hazırlanmış biyografi kitapları veMizah Serisi, Şarkıcılar ve Şarkılar ile Binbir Masal Serisi adıyla yine birer formalık fıkra ve masal kitapları yayımlar. Enver Gökçe’nin Kemâlettin Kamu ( “Mustafa Gökçe” adıyla- 1958), Ömer Bedreddin Uşaklı ( “Mustafa Gökçe” adıyla- 1958) kitaplarının de yer aldığı bu dizide İlhan Hocanın da Maniler (1958) ve Köroğlu (1959) adlı kitapçığı yayımlanır, ilgi de görür ki bunun ikinci baskısı da yapılır. Bu dizide yayımlanan kitapların birçoğunun yeni basımlarının yapıldığını görüyoruz. Bunun dışında Sefer Aytekin’in bir başka adımı Arı Kitap dizisi olarak yayımlanan ve her biri ikişer formadan oluşan masal dizisidir. Bu dizide de Enver Gökçe’nin Antil Masalları (“Mustafa Gökçe” adıyla,  çeviri, Ankara 1958), Hint Masalları (“Mustafa Gökçe” adıyla,  çeviri, Ankara 1958). Çin Masalları (“Mustafa Gökçe” adıyla,  çeviri, Ankara 1959) ve Mısır Masalları (“Mustafa Gökçe” adıyla,  çeviri, Ankara 1959) çalışmaları yayımlanır. Yanılmıyorsam, Türkiye’de Hüsniye ve  Buyruk kitabı da ilk olarak latin harfleriyle Sefer Aytekin tarafından hazırlanıp yayımlanmıştır. Parlak fikirleri olan birisidir. O yıllarda bir de Emek adlı kitap-yayın tanıtım yapan dergi çıkarır.

Hocanın Saussey’din yaptığı bu çeviriyi, başka bir çeviri çalışmaları izler. Levazım yedek subay olarak Kars’ta 14’üncü Süvari Tümeni’nde askerliğini yaparken, bir yandan da ünlü İslam tarihi araştırmacısı,  IgnazGoldıziher’denİslamda Fıkıh ve Akaid adlı kitabı Fransızcadan çevirir. Bu kitap 2004 yılında yayımlanacaktır.  Türk Halk Edebiyatı’nı,  ilk baskısı 1956’da, ikinci baskısı 1968 yılında yapılan İzahlıTürk Halk Edebiyatı Antolojisi, 1960’da yayımlanan Manilerimizden adlı derlemesi izler.

Yurtdışında  yayımlanan ilk makalesi ise, daha Türkiye’deyken, 1952 yılında yayımlanır. Doktora çalışmasındaki bir metinden aynı zamanda DTCF’de  hocası olan Volfram Eberhard’ın çevirdiği bu makale ve Journal of AmericanFolklore’da  yer alır. “Turkish Folk StoriesAbouttheLives of Minstrels” başlıklı makalenin konusu, halk şairlerinin hayat hikayelerinde rastlanan anlatı öğeleridir.

Yurt dışındaki bu ilk yayın, dikkatleri Türk folkloru ve halk edebiyatına çekmek yanında, Başgöz’ün Amerikan üniversitelerinde çalışabilmesi için de önemli referanslardan birini oluşturur.

1960’ta, Başgöz’ün Ford Foundation Bursuyla Amerika’ya gidiş nedeni, Amerikan temsilcisi olarak Birleşmiş Milletlerde çalışmış, o dönem Los Angeles’teki Kaliforniya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı,  Howard Wilson’un Türkiye ziyaretinde dikkatini çeken gelişme ve değişmelerle ilgili olarak, Türkiye’de Atatürk dönemi eğitimi ile ilgili bir kitap yazımıdır.  Bursun koşulları gereği, altı ay Londra’da kalınacak, Bernard Lewis ile bir çalışma yapılacak,  oradan da Amerika’ya geçilecek. Süreç işler ve Başgöz, Wilson’la birlikte  Türkiye’de Eğitim Sorunları adlı kitabı hazırlamış olur. Bu çalışma Indiana üniversitesi tarafından 1968 yılında yayımlanır. Çalışma,  yine Wilson ve Başgöz’ün ortak imzalarıyla “Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Atatürk” adıyla da aynı yıl Dost yayınları arasından, bukitabıngenişletilmişyenibaskısıise;  Turkiye’ninEğitimÇıkmazıve Ataturkadıvetekimzalıolarak 1995’daAnkara’da basılır.

Başgöz Amerika’dayken çalışma alanıyla ilgili olarak Üniversite çevrelerinden birikimli insanlarla karşılaşır. Bunlardan Los Angles’teki Kaliforniya Üniversitesi’nde çalışmakta olan AndreasTietze ve Archer Taylor meslek hayatındaki önemli isimlerden ikisidir. Taylor, özellikle karşılaştırmalı bilmece çalışmalarına yeni bir yön veren, bilmeceler üzerinde uzman. 2003 yılında Viyana’da hayata gözlerini yuman Tietze, 1950’li yıllarda İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde Almanca ve İngilizce okutmanlık yapmış, kıymetini bilmediğimiz, bu nedenle de gitmesine neden olduğumuz  Türkçenin etimolojisi üzerine kapsamlı çalışmasıyla bilinen, Türkçe’nin dışında, Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça, Latince, Yunanca dillerine hakim dil fenomeni biri...  Taylor ve Teitze bilmeceler üzerine çalışmaktadırlar, ancak ellerindeki malzeme, başvurabildikleri örnekler yayımlanmış  olanlarla sınırlı. Oysa Başgöz Hoca oraya, önemli bir bölümünü kendisinin derlediği, bir bölümünü de liseden öğretmeni, doktora sürecinden arkadaşı Şükrü Elçin tarafından verilmiş 10.000’in üstünde bilmece ile gitmiştir(Aka, 2000).

Taylor, sonradan bu ortak çalışmadan çekilse de, bilmece çalışmalarına kazandırdığı metodla önemli bir yol açıcıdır. Başgöz ve Tietze Türkçe söylenmiş bu zengin bilmece koleksiyonu üzerinde çalışarak, 1973 yılında, Tietze’nin mali kaynak bulmasıyla Kaliforniya Üniversitesi yayınları içerisindeBilmece: A Corpus of TurkishRiddlesadı altında İngilizce ve Türkçe, 1063 sayfa hacminde, beşbini esas metin diğerleri varyant olmak üzere yaklaşık 13.000 dolayında bilmecenin yer aldığı ciddi bir yayın yaparlar. Bu çalışmanın, zengin malzeme dağarcığına sahip olması yanında,  önemli bir tarafı da bilmecelerin tasnif ediliş tarzıdır. Kitaptaki bilmecelerin çoğu cevapları esas alınarak sıralanıp, numaralandırılmıştır. Ancak bütün bilmeceleri böyle sunmak mümkün olmadığı için, Başgöz ve Tietze, en baştan bilmece dağarcığını gerçek bilgi bilmeceleri, kelimenin yazılışına dayanan bilmeceler ve şaka bilmeceleri gibi birkaç kümeye ayırırlar. Kitabın sonunda bütün bu bilmeceleri iki ayrı esasa göre yeniden sıralayan iki dizin sunarlar. Bunlardan biri bilmecenin Türkçe soru metninin son kelimesine göre bir sıralama yapar; bu dizin aynı veya  benzer kafiye öğeleri taşıyan bilmece metinlerinin kolaylıkla bulunmasını sağlar. Türkçe basımlarında olmayan, ancak orjinalçalışmada yer alan, ikinci dizin dilden bağımsız olarak bilmece (soru) metninin bir benzetme düşüncesi içerip içermediğine ve  ne tür bir benzetme içerdiğine göre başka bir sıralama yapar. Bu yapıt, tasnif sistemiyle hem Türkçe ve uluslararası karşılaştırmalar için kullanılabilecek bir kaynak eser niteliği taşır hem de bir örnek oluşturur (Şaul, 2010). Kitap, İlhan Başgöz imzasıyla iki cilt halinde Türk Bilmeceleri adıyla 1993 yılında Kültür Bakanlığı tarafından yayımlandı. Buradaki önsözünde Başgöz, “Bu Türkçe kitap, tümden benim işim oldu. Burada bulunacak kusurlarla, Prof. Tietze’nin hiçbir ilgisi yoktur” demektedir. Bunu derken,  ne orijinal adı Türk Halkının Bilmeceleri olan kitabın isminin değiştirilmesini istemiştir, ne de Tietze’nin adının çıkarılmasını.  Bu iki ciltlik baskıda çalışmanın araştırma bölümü de yoktur. Onu üçüncü cilt olarak düşünmüşlerdir. 1999 yılında ise kitap Başgöz ve Titze ortak imzasıyla  yine Kültür Bakanlığı tarafından bu kez Türk Halkının Bilmeceleri adıyla yayımlanmıştır.

Bilmecelerle ilgili bir başka yayını ise, Tokat Lisesi’nden öğrencisi Erdal Öz’ün yönettiği Can Yayınları arasından 1978 yılında yayımlanan Çıt Etti  Çiçek Açtı Çocukar İçin Bilmeceler adlı kitaptır.

Başgöz Hocanın,  ilki yukarıda da andığımız gibi daha Türkiye’deyken 1952 yılında hocası WolframEberhard tarafından İngilizceye çevrilen ve Amerikan Folklor Dergisi’nde yayımlanan “Aşıkların Hayatları Hakkında Türk Halk Hikayeleri” başlıklı makalesini,  Amerika’ya yerleşince,  yeni çalışmaları izler. Bunlardan ilki, 1966 yılında Asya FolkorAraştırmaları’nın ilk sayısında yer alan, Berkeley’deki konferansının da konusunu oluşturan, “Rüya Motifi ve Şamanlığa Adım Atış” adlı makalesidir. Bunu, aynı yıl Folklor Enstitüsü Dergisi’nde yer alan ve kendisinin Amerika’daki ilk ciddi makalemdir dediği “Türk Bilmecelerinin İşlevleri” adlı çalışması izler... Ve bir yandan Amerikan üniversitelerinde dersler, bir yandan da akademik yayınlar sürdürülür. 

“1960’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletlerinde halk edebiyatı araştırmaları birbirine zıt ki yönde gelişmektedir. TükçeyeMasalın Biçimbilimi olarak çevrilen, Masalın Morfolojisi adlı kitabın yazarı, ünlü Rus formalistlarinden Vladimir Propp’un ‘anlatı  kahramanının yaptığı bir dizi hareketin değişmez zincirlemesi’ üzerinden hareketle vardığı çözümlemeler, hemen bütün dünyada olduğu gibi Amerikada’da dikkatleri üzerine çekmiş, bu kitabın etkisi altında birçok araştırıcı masala benzeyen veya benzemeyen birçok türlerde değişik konu veya motif kümelerinin altında böyle sabit bir olaylar dokusu aramaya koyulmuştur. Bu tip araştırmalar edebi gelenekten esinlendiği için bu incelemeler de genellikle basılmış metinler üstünde yürütülmektedir.  Amerika’da halk edebiyatı araştırmalarının ikinci mecrası tam tersine alan araştırması yapan, sözlü anlatıları katılım tekniği ile gözlemleyen, kayıt makinaları ile derleyen araştırıcılar arasında ilgi gördü. Bunlar sözlü anlatı ürününün belli bir anlatıcının zihninden ve dilinden gösteri anında nasıl ortaya çıktığını konu ediniyordu. Halk edebiyatında süreklilik gerçeğini anlatıcının anında yaratıcılık ve çevreye uyum eğilimi ile bir arada ele alıyor, belli bir dinleyici kalabalığı önündeki bir anlatımdan değişik bir kitle için yapılan başka bir anlatıma farklar olup olmadığını belirlemeye çalışıyor, dinleyicilerin anlatıcı üstünde ne ölçüde ve ne yollardan etkisi olduğunu araştırıyordu. Bu düşüncelerin kaynakları folklor disiplini içinde on dokuzuncu yüzyıla kadar uzanır ama o sıralarda hem yine doğu Avrupa’dan gelmiş bazı akımların dürtüsü hem de Amerikan üniversitelerinde etnografya ve toplumsal  lengüistikte yer alan bazı gelişmelerin etkisiyle bu sorunlar birden halk araştırmaları içinde çok rağbet gösteren yeni araştırma konuları oldu. Propp’un açtığı yol o yıllarda antropolojide çok revaçta olan yapısalcılık akımını anıştırdığı için bu akımın kazandığı yaygınlıktan yararlanırken, halk edebiyatının icrası diyebileceğimiz ikinci yol gözlem tekniği ile çalışan alan folklorcularına özgü bir araştırma şekli olarak ün kazandı.

Böşgöz 1960’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletlerindeki folklor araştırmalarının getirdiği yenilikleri özümserken bu her iki yoldan da etkilenmiş, ama katkılarının en büyük kısmını ve en önemlilerini özellikle ikinci yolda, halk hikayesinin icrası diyebileceğimiz (ya da bazen canlı gösteri-performans diye anılan) alanda yapmıştır” (Şaul, 21).

İngilizce yanı sıra Fransızca yayınları da olur ve özellikle bilmeceler, Türk halk hikayeleri ve Nasreddin Hoca anlatmalarıyla ilgili çalışmalarıyla dünya halkbilimi çevrelerinin dikkatini Türk folkloruna çeker.

1960’larda İlhan Dumanoğlu takma adıyla Masallar (Ankara 1960),  Nalıncı Padişah (1960), Cimri İle Cömert (1960) Altın Top (Ankara 1962) masal kitapları yayımlar.  Masallar kitabı içerisinde yer alan ve kendi vurgulamasıyla daha ‘edebi ve sanatsal olanları’nın, örneğin Usta Nazar ile Şahzade ve Üç Turunçlar’ın Enver Gökçe’ye ait olduklarının altını çizer.

Yeri gelmişken bir noktayı da açıklığa kavuşturmak gerek, son konuşmalarımızın birinde, en son 11 Şubat 2021 günü, Balım Sultan Yetkin’in annesinin evinde, uzunca sohbetimizde, bu masalların tamamının Enver Gökçe’ye ait olduğunu hatta yanımda götürdüğüm 1958 yılı basımı İlhan Akkaranfil adıyla  yayımlanan Altın Perçem Sırma Saç adlı masal kitabını görünce “Bunların hepsi Enver’indir... Onun hakkını teslim etmemiz gerek. Sen bunları not al, yaz” dedi. Yukarıda, ‘daha edebi ve sanatsal olanların Enver Gökçe’ye ait olduğunu, diğerlerinin ise kendisine ait olabileceği’ yönündeki yazısını anımsatınca, hepsi Enver’indir. Tab ederken, yayınlarken kusurlar olmuşsa onlar benimdir. Çünkü Enver çok titiz birisiydi. Hatta o yüzden bitirme ödevi Eğin Türküleri’ni Pertev Hoca’nın ısrarıyla verip, okuldan mezun oldu. Enver’e kalsa o çalışma eksikti, o yüzden de teslim etmiyordu” dedi. Bir de Enver Gökçe’nin aynı seriden Antil Masalları, Çin Masalları gibi kitapları Mustafa Gökçe adıyla yayımlamış olmasına karşın diğerlerini neden kendi adı veya Mustafa Gökçe adıyla yayımlamadığını sordum. Hocanın yanıtı “Enver’i çok rahatsız ediyorlardı. Yani 951 tevkifatında en çok işkence gören, budanan Enver olmuştu. Yakasını yine bırakmıyorlardı. Sokakta, orada burada takip ediliyordu. O bakımdan çeviri masallara Mustafa Gökçe adını koymakta sakınca görmedi ama özgün olanları benim müstear adlarla yayımlamamı istedi” oldu.

Bir de 1940’larda kendisinin de çevirdiği Joseph Kessel’in İkinci Dünya Savaşı sırasında, Nazilere karşı Fransız direnişini anlatanGölgeler Ordusu romanından söz etti.  Bana uzunca romanı, kahramanlarını anlattı. “Bunu o vakit çevirdim. 300 sayfa kadar. Daktilo ettim. Fakat başka birisi, ismi pek de bilinmeyen birisi de çevirmiş. 1945 yılında o çeviri yayımlanınca benimki kaldı. Sonra o çeviride çokça hatalar vardı, tek tek onları tesbit ettim.  Bilgisayarda var. Bunu yayımlayalım. Çok emek verdiğim bir tercümedir” dedi. Fransızca bilgi ve ilgisini sorduğumda da liseden öğretmeni Şahap Şımay ve DTCF’den Bedrettin Tuncel ismini andı. “Şahap Şımay temelimizi oluşturdu, müthiş bir öğretmendi ve  Bedrettin Tuncel de yetkinleşmemi sağladı.”

Türkiye’de makale ve kitaplarının daha çok 1970’lerin ortasından itibaren yayımlandığını görüyoruz. 1975 yılında Özgür İnsan Dergisi’nde yayımlanan “Köroğlu Düzeni” başlıklı makalesini, “Habib Karaaslan”, “Karacaoğlan  Geleneği” başlıklı  çalışmaları izler.  Amerika’dan Cumhuriyet gazetesine yazılar yazdığını ve bunlar için hatırı sayılır telifler de ödendiğini belirtti Başgöz hoca. Ayrıca yine müstear adla Yön’de yazdıkları var.

1978 yılında Karac’oğlan, 1979 yılında ise Aşık Ali İzzet Özkan üzerine çalışmaları yayımlanır. Halk ozanları, saz şairleri üzerine yapılan çalışmalara açılım getiren yayınlardır bunlar. Bunları, 1986 yılında hem Türkiye hem de Amerika’da yayımlanmış makalelerinin yer aldığı Folklor Yazıları izler. Bu kitap, Türkiye’de folklor araştırmalarının, halkbilim ve halk edebiyatı ürünlerine yaklaşımın da yörüngesini değiştirir. Uzun yıllar alana hakim olan malzemecilik, artık  araştırmacının kendisinin de birşeyler söylemesi, kendi yorumunu da katması gerektiği fikrinin filizlenmesinde ciddi bir yolaçıcı kaynak olur. Bu çalışmayı, 1989 yılında yayımlanan Yunus Emre adlı incelemesi izler ki, Türkiye’de  şablonlaşmış Yunus Emre yaklaşımlarını kıran,  ‘molla Yunus’tan’ derviş Yunus’a geçiş sürecindeki Yunus Emre kişiliğinin, tarihi kültürel kaynaklarını kavramamız yanında halk şairlerine yaklaşımda egemen olmuş kuru bir hayat hikayesi anlatıcılığına dayanan yöntemsizliği de kırarak yol gösterici olur. Ayrıca, Başgöz’ün Yunus Emre çalışmasıyla çizmiş olduğu derviş kimliğinin, Türk aydınlarına ufuk açacak izdüşümler sağlayacağını da belirtmek gerekiyor.

1996 yılında ise, konu analizli Nasreddin Hoca adlı çalışması yayımlanır.

Bunları,  2002 yılında, Mark Azadowski’den çevirdiği, Sibirya’dan Bir Masal Anası   adlı çalışma oluşturur ki, bu çevirinin girişine ayrıca uzun bir önsüzle katkıda bulunur. Ayrıca, 2007 yılında, Ankara’da taşıt folklore üzerine, Tüba Bilimler Akademisi’nde vermiş olduğu konferans dolayısıyla kitaplaştırılan  Yük Taşımıyoruz Sevgi Taşıyoruz adlı çalışmasını da  özellikle, kültürde,  toplum yapısında ve insan ilişkilerindeki değişimi anlamak bakımından önemsemek gerekiyor. ‘Kentteki köylünün’ bu dışa vuran ürünleri üzerindeki İlhan Başgöz’ün yapmış olduğu irdeleme, bugün türlü yönleriyle yakındığımız ve anlamakta zorlandığımız günümüz Türkiye insanını  kavramamıza da ışık tutacak özellikler taşımaktadır.

Bilimsel çalışmalarında kullandığı yöntem, bir üslup ustası olarak yazdıklarının edebiyat değerini de yansıtır. 2008 yılında yayımlanan Türkü adlı çalışması, Böşgöz’ün nasıl aynı zamanda has edebiyatçılarda gördüğümüz bir biçem sahibi olduğunun da belirgin kanıtıdır.

‘Türk hayallemesinin bir ifadesi olarak  gördüğü, aynı zamanda evrensel ve mistik bir yanı da olan Türkülü Aşk Hikayeleriüzerine oylumlu bir çalışması ise 2012 yılında yayımlandı. 2014 yılında ise iki cilt olarak düşündüğü ve ilk cildi İzahlı Türk Halk Şiiri Antolojisi, 2015 yılında ise  Küçük Folklor Ansiklopedisi yayımlandı.

Kendi kişisel dünyası kadar, yüzyıllık cumhuriyet tarihini de anlamamıza kaynaklık oluşturanGemerek NireBloomingtonNire/Hayat Hikayem2017 yılında okuyucuyla buluştu.

İlkini 2019 yılında, Atatürk'e ve Türkiye Cumhuriyetine Selam, Sevgi ve Saygı adıyla yayımladığımız ve devamını on kitap olarak düşündüğümüz değişik konulardaki makalelerinden oluşan kitapları da İlhan hocanın Türkçeyi kullanmadaki yetkinliğini ve kültür sorunları karşısında günceli de takip etmede ne denli duyarlı olduğunu yansıtan çalışmalar olacaktır. Bunların dışında bilgisayar ortamındaki hazırlığı tamamlanmış olan ve son okumalarını yapmakta olduğum Türk Folkloruna Giriş adlı kapsamlı bir başucu kitabı bulunmaktadır.

İlhan Başgöz Hocanın, makale ve kitap olarak yayımlanmış çalışmaları yanı sıra,  hazırlanması ve yayımlanmasında bir biçimde katkıları olan çalışmalar da vardır. Örneğin,  İçel Müftüsü, Sait Uğur’un İçel Folkloru adlı iki ciltlik kitabı. Bu çalışma, Ahmet Kutsi Tecer’in  yönlendirmesiyle İlhan Başgöz’ün düzenlemesi sonucunda yayımlanmıştır.

Yine bilebildiklerimi paylaşabiliyorum: 1967 yılında Aşık Veysel’in kendi sesinden kaydettiği  ve  Kültür Bakanlığı tarafından Dostlar Seni Unutmadı adıyla yayımlanan CD.  Kalan Müzik tarafından geçtiğimiz yıllarda yayımlanan Urfa Türkülerinin has yorumcusu Mahmut Güzelgöz’den derledikleri ve onun sesinden kaydettikleri... Sonra, yine Güzelgöz’den derleyip Urfa Belediyesi’ne armağan ettiği türküler...

Bir de bilmediklerimiz var elbette...

ilhan başgöz

2011 Bartın, Metin Turan ve İlhan Başgöz kitaplarını imzalıyor.

V.

İlhan Başgöz,  bilgi dağarcığını görerek, yaşayarak, duyumsayıp içselleştirerek zenginleştiren ender sosyal bilimcilerdendir. Halk edebiyatı alanındaki çalışmalarının hemen tamamı ya kendi derlemelerine ya da ilk el kaynaklara  dayanır.  Emperyalizmin kültür endüstrisi yoluyla hegemonyacı kuşatması ve içerideki siyasal bağnazlığa, bilimsel hoşgörüsüzlüğe karşın,etnosantrizm tehlikesine düşmeden, halk kültürü yaratmaları üzerinde  özenle durarak bunların keşfedilmesine, yaygınlaşmasına çalışmıştır. Bilim insanının esas işlevinin muğlaklaşmasını isteyen dargörüşlü siyasal iktidara olduğu kadar, o bağnazlığa teslim olan akademiyaya da bir cevaptır İlhan Başgöz’ün çalışmaları. Bilinç ile eylemin diyalektiğine Başgöz Hoca,  memleketi sevme tutkusunu da eklemiştir. O direngenlik, o bilimsel tutum ve memleketi sevme tutkusu olmasa, Amerika’daki, Ankara’da Bilkent Üniversitesi’ndeki  konforunu bırakıp bir SSK emeklisi maaşının yarısıyla Van’da çalışma coşkusunu yaşayabilir miydi?

“Mutluluğun resmi” bir insandır İlhan Hoca. 2010 yılında Ulusal Eğitim Derneği tarafından kendisine sunulan “Eğitim Onur Ödülü” töreninde yaptığı konuşmayı anımsıyorum, özelikle şunu vurguluyordu:  Dünyanın en mutlu insanlarındanım. Nazım Hikmet, Abidin Dino’dan mutluluğun resmini yapmasını istiyordu ya, ikisi de sağ olsaydı, onlara da derdim ki işte o mutluluğun resmi benim!’ Yaşamındaki sadelik ve samimiyet yazdıklarının etki gücüyle ters orantılıdır. Sireti gibi  suretine de yansıyan aydınlık,  kaynağını besbelli hayata tutunma, onu yaşama tutkusundan  alıyor. Bir bilim insanı olarak da samimiyeti, sanayi ürünü şeklinde memlekete bir moda salgını gibi yayılıveren ikameci referanslara itibar etmemesinden gelir. Bu bakımdan da hocası Pertev Naili Boratav gibi cazibeli kavramlar yerine kendi toplumunun değerlerini paylaşmakta ısrarcı olur. Uzunca bir dönem Türkiye üniversitelerinde kendinden menkul, sığ bir çevrenin yok saymaya çalışmasına, çalışmalarını öğrencilere okutmamalarına karşın düşünsel derinlikleri ve bilimsel tutarlıklarıyla otorite olma haklarının devamı bundan kaynaklanmaktadır.

VI.

13 Nisan 2021 günü, Ankara’da ‘beni artık toprağıma götürün’ dedikten birkaç dakika sonra sonsuz yolculuğuna çıkıp, ışık ülkesine aktı.

15 Nisan 2021’de  hocası Pertev Naili Boratav’la birlikte kürsüleri kapatıldığı için yurtdışına gitmek zorunda bırakıldıkları DTCF’de düzenlenen törenle her daim isimleri yanyana anılan Enver Gökçen’nin

“Meğer

Müşkil işmiş hürriyet

Savunmayla yetmiyor

Bir başka sevda!

Telden

Demirden geçsen

Mapusu delsen

Ne fayda!”

 

dizeleriyle uğurlandı.

 

Kaynaklar:

Aka, Pınar (2000); ‘İlhan Başgöz’le Halk Edebiyatı Üzerine’, Kanat, Sayı:3.

Başgöz, İlhan(2017). Gemerek NireBloomingtonNire, Türkiye İş Bankası Yayınları .

folklor/edebiyat dergisi (1988); İlhan Başgöz Özel Sayısı, Sayı: 14, Ankara.

Gökçe, Enver (1981); Bütün Şiirleri, Ayko Yayınları, Ankara.

Pultar, Gönül-Cengiz, Serpil Aygün (2003); Kardeşliğe Bin Selam İlhan Başgöz İle Söyleşi,TetragonYayınları,İstanbul.

Şaul, Mahir (2010); ‘İlhan Başgöz’ün Halk Edebiyatı Araştırmalarına Katkısı’, Milli Folklor, Sayı: 85.

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)