Bir demokratik eğitim kurumu olarak Köy Enstitüleri / Kemal Tek
Türk siyasi hayatının tek partili döneminde, henüz çok partili rejime geçmenin altı yıl uzağında yani 1940’ta, dönemin dünya liderlerinin insanlığa tek sunabildiği kan ve gözyaşı iken, Anadolu’da otoriter tek parti iktidarı tarafından kurulan Köy Enstitüleri, demokratik yapıya sahip bir kurum olarak kurulmuş olması mümkün müdür acaba?
İster inananın ister inanmayın, Köy Enstitüleri o tarihe kadar uygulanmış hatta genişletelim günümüze kadar uygulanmış en demokratik ve katılımcı yapıya sahip okullardır!
Gerçi Kemalist devrime haksızlık yapmayalım, devrimin nihai hedefi –hem Mustafa Kemal Atatürk hem de İsmet İnönü dönemlerinde– demokrasiye ulaşmaktır. Türk siyasi hayatı, henüz 1924’te ilk demokrasi deneyimini Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile yaşamıştır. 1930 yılında ise, Atatürk tarafından kurdurulan Serbest Fıkra ile demokrasi deneyimi yaşanmış ama toplumun henüz bu yönetim biçimine hazır olmadığı düşüncesi ile vazgeçilmiştir. Ayrıca İsmet İnönü de demokrasiye inanan bir liderdir, 1950 seçimlerinden yenilgiyle çıkmış bir lider olarak gazetelere verdiği beyan bunun en çarpıcı ispatıdır:
“Yenilgim, en büyük zaferimdir.”
Yalnız 1940 yılında henüz demokratik bir düzenin uzağında olduğumuz da yalın bir gerçektir.
Şimdi Enstitülerin demokratik yapısını anlatalım:
Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940’ta çıkarılan 3803 sayılı yasa ile köy öğretmeni ve köylere yararlı diğer meslek erbabını yetiştirmek için açılmıştır. Bu kurumların mimarı İsmail Hakkı Tonguç’tur. Tonguç, Enstitü ile geri kalmış bir tarım ülkesinin, 2. Dünya Savaşı’nın ülkeye getirdiği ekonomik bir darboğazın içinde, yıllarca savaşmanın sonucunda yıpranmış ve yoksul kalmış bir halk, içine düştüğü dipsiz bir cehalet kuyusundan nasıl çıkar onu göstermiştir bize.
Enstitülerde sabah erkenden uyanan öğrencilerin, halk oyunları oynayarak veya sabah jimnastiği yaparak güne başladığı, 8 saatlik günlük eğitiminin yarısını kültür derslerine; dörde biri zamanını ise işliklerde, yapıcılıktan tuğlacılığa, marangozluktan demirciliğe seçtiği bölüm ile ilgili eğitim aldığı; geri kalan zamanını da tarım alanlarında, toprakla ve hayvanla meşgul olduğu günü, 5 gün boyunca tekrarlayarak haftayı tamamlardı. Bir başka deyişle bu kurumda bir öğrenci aldığı eğitiminin yarısını döktüğü ter üzerinden gerçekleştirirdi.
Enstitüler, “iş içinde, iş aracılığıyla, iş için eğitim” ilkesi ile eğitim veren kurumlardı yani öğrencinin öğrenmesi ancak yorulması, çalışması ve terlemesi ile mümkün olacaktı. Öğrenciler eğitim hayatı süresince bir tarlada, okulun eksik olan bir yapısının inşasında veya işliklerde çalışırdı. Peki, öğrenciyi hem her gün çalıştıracaksın hem de bunu demokratik bir anlayışla, bu işi öğrenci için angarya durumuna getirmeden yapacaksın, sizce bu mümkün mü?
Hemen söyleyeyim ki Enstitülerde angarya iş yoktu. Bunun için yapılacak bir iş önce öğrencilerin önüne problem olarak konulur sonra da öğrenciye bu işin, hangi amaç için yapılacağı konusu hakkında bilgi verilirdi. En sonunda öğretmenler ve öğrenciler ne yapılması gerektiğini birlikte tartışarak, yapılacak iş kararlaştırılırdı.
Bu durumu açıklamak için bir örnek vermek gerekirse, Gönen Köy Enstitüsünde taşınacak tuğlalar için Müdür Ömer Uzgil ile öğrenciler yapılacak işi şu şekilde kararlaştırmışlardır:
“Sevgili çocuklarım değerli arkadaşlarım, hanımefendiler. Sizler birinci ve ikinci okulun taş duvarını yaptınız, iki haftadır bekliyoruz. Tuğla ile yapılacak bundan sonra. Tuğlamız var, tuğla ocağında yığılı. Onu da sizler yaptınız. Tuğla ocağından buraya yol yok. O tuğlaları taşıtamıyoruz. Onlar böyle dursun mu?
Hep bir ağızdan; ‘ Hayır durmasın, gidelim sırtımızda buraya taşıyalım.’ diye bağırıldı. Söz istedik, hepimiz el kaldırdık. Önce Osman Eroğlu koştu el kaldırarak.
Müdürümüz:
‘Gel Osman!’
Osman, müdürümüzün yanına çıktı.
‘Arkadaşlar, bu kadar kişi gitsek oradaki tuğlaları buraya getiririz. Her gün top oynamayı bırakalım. Beden eğitimine de ara verelim. Usta olan arkadaşlarımıza günlük yetecek tuğlayı taşırız. Ders ve işten geri kalmadan boş zamanlarda iki sefer edelim.’
Alkışlandı Osman. Yüksek sesle ‘ Gidelim!’ diye bağırarak dağları çınlattık. Müdürümüz ‘ Başka bir şey söyleyecek var mı?‘ diye sordu.
Tekrar ‘Hayır, gidelim getirelim.’ diye bağırıldı.
Müdürümüz Ömer Uzgil: ‘Sizler böyle oldukça başaramayacağımız iş yoktur. Yaşayın geleceğin eğitmenleri ve öğretmenleri…’
Bayan Öğretmen Gülsüm Demirtaş söz aldı : Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için. Önde biz gideceğiz.” (1)
Öğrencilere yaptırılan herhangi bir iş zorlama ile gerçekleştirilmemesini Tonguç, idarecilerinden birçok kez istemiştir. Tonguç bunu “ Allah müdür istenmemektedir.” sözleri ile dile getirmiştir. Yine Tonguç düzenli olarak Enstitü müdürlerine gönderdiği mektuplarda bu konudaki hassasiyetini bildirmiştir. “ Enstitüler, içinde yaşayanların ortak malları ve ortaklaşa idare ettikleri yıkılmaz kurumlar haline gelmelidir. Tek şahsa bağlı, onun bulunduğu zaman işleyen, bulunmadığı zaman duran müesseseler olmamalıdır.”(2)
Tonguç yine bir genelgesinde müdürlere şu şekilde seslenir:
“Devletimizin dayandığı ana ilkelerden olan – halkın kendi kendine yönetmesi ilkesini- öğrenci ve öğretmenlerin kendi kendilerine yönetmeleri şekline sokarak bu ilkeye göre bir yönetim kurmaya çalışıyoruz…”
Enstitünün demokratik yapısına uygun olarak öğrenci yapı işlerinde, tarlalarda, işliklerde ter dökerken öğretmenlerin de terlemeleri gerekmektedir. Öğrenci verilecek iş yaşına göre belirlenip hiçbir öğrencinin ağır iş altında ezilmemesi sağlanırdı ayrıca Enstitülerde büyükler küçükleri ezemezdi. Öğretmen ile öğrenci aynı yerde aynı yemeği yerdi. Öğrencinin oyları ile seçilen öğrenci başkanları ise enstitü yaşamının ilk yetkilisiydi.
Enstitülerde cumartesi yapılan toplantılar var ki bu toplantılar bir okulda demokrasi uygulamasının kutbunu oluşturmuştur demek hiç yanlış olmaz. Enstitülerde bir haftalık enstitü yaşamı cumartesi yapılan toplantıda değerlendirmeye alınırdı. Okulun tüm personeli toplanırdı. Genelde okul müdürün açılış konuşması ardından, öğrenciler ve öğretmenler tarafından yapılan eleştiriler ve övgülere geçilirdi. Eleştiri müdüre, öğretmene, öğrenciye veya herhangi bir personele yönelik olabilirdi. Sonrasında eleştirilene söz verilirdi.
Demokratik anlayışın boyutunu anlayabilmek için en iyisi bir örnek vermek:
Yer, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, İnönü’nün bu kuruma ziyaretinin ardından gerçekleştirilen ilk cumartesi toplantısında söz alan bir öğrenci:
- Bu okulda ayrıcalık yapılır mı?
Okul Müdürü Rauf İnan cevaplar:
- Hayır.
Öğrenci sorularına devam eder:
- Fakat okulumuzu ziyarete gelen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye niçin özel yemek verdiniz?
Okul Müdürü Rauf İnan yanıt verir:
- Evet İsmet İnönü bizim Cumhurbaşkanımız ama biz özel yemekleri Cumhurbaşkanı olduğu için değil, şeker hastası olduğu için verdik. Sizin içiniz de de perhizi olanlar var. Nasıl onlara farklı yemek çıkarıyorsak Cumhurbaşkanına da çıkardık.
Öğrenciler bu açıklamayı kabul eder ve soru işaretleri ortadan kalkar.
Enstitülerde öğretmen ile öğrenci arasındaki ilişki de aslında kurumların demokratik işleyişine uygundur. İşte bir örnek:
Rauf İnan henüz Çifteler Köy Enstitüsünün müdürüdür.-Sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsü müdürlüğü yapmıştır.- Bir öğrenciye verdiği görevi yerine getirmesi için onu tetkik yapacağı yere götürmek zorundadır ve o gün için söz verilir, gün ve saati geldiğinde öğrenci, müdürün yanına çıkar ama İnan, yoğundur, “Bir saat sonra gel.” der. Yalnız gün içerisinde yoğunluğu devam eden İnan’ın gün içerisinde verdiği sözü tutamaz.
Mehmet adındaki genç ertesi gün müdürün odasına gider ve:
“– B. Müdür, siz bir yalancısınız. Bize yalan söylememeği tavsiye ediyorsunuz, fakat kendiniz yalan söylüyorsunuz.
Eski terbiye sisteminde böyle bir yalancılık iddiası ancak büyükten, küçüğe kuvvetliden acize karşı yapılabilir… Çifteler Enstitüsünün tek ölçülü müsavat âleminde yaşayan müdür hiç kızmıyor. Sükûnetle diyor ki:
Çok haklısın, oğlum, fakat biraz da insafsızsın. Sen, iyi bir hâkim olamayacaksın. Pekâlâ, gördün ki sözümü tutmak elimde değildi, kendime değil, size, hepinize ait daha mühim işler dolayısıyla sana karşı yalancı çıktım…
Aradan üç ay geçiyor, Mehmet bir gün müdürün kapısını açıyor ve diyor ki:
B. Müdür, üç aydır düşündüm. Neticede karar verdim ki sana karşı haksızlık ettim. Senin yaptığın yalancılık değil, tesadüflerin aksiliği ve bunların sebep olduğu çaresizlik. (3)
Cumartesi toplantılarında öğrencilerin öğretmenleri veya müdürlerini insafsızca eleştirdiği birçok örnek yaşanmıştır. Zaten bu toplantıların asıl amacı bu değil miydi? Yıllarca yoksul köylü Anadolu’da otorite karşısında körü körüne itaat etmiş ve zamanın bürokrasisi tarafından ezilmiştir. İşte Cumhuriyet ile birlikte tüm vatandaşlar eşittir ama yukarıdan aşağıya bir yöntemle bu hakkı kazanan köylü henüz bu ayrıcalığı kullanamıyordu. Enstitülerde aldığı demokratik eğitim sayesinde mezun olan Enstitülü, Cumhuriyet’in ona kazandırdığı bu ayrıcalığı kullanmayı öğrenecektir ve görev yapacağı köydeki, köylüye ve öğrencilerine de öğretecektir.
Eşi benzeri olmayan bu kurumlarda yetişen öğrenciler, düşünebilen, eleştirebilen ve sorgulayan bireylere dönüşüyorlardı. Böylece tarihten gelen medrese eğitiminin kesinlikle kazandıramayacağı hatta klasik eğitim anlayışının üniversitesinden mezun bir öğrencinin bile kazanamadığı bu özelliği, Enstitülüler henüz küçük yaşta ki öğrencisine kazandırmayı başarıyordu. Nasıl mı?
Tabii ki uyguladığı demokratik eğitim anlayışı ile…
Gönen Köy Enstitülü Yıllar, Mehmet Emin Aytan Anılar, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları, 1.Basım, Nisan 2005, İzmir s. 24-25
Mektuplarıyla Köy Enstitüsü Yılları ( 1935-1946), İsmail Hakkı Tonguç, Hazırlayan: Engin Tonguç, Çağdaş Yayınları,1.Basım, Ekim1976 s.80
Yarının Türkiye’sine Seyahat, Ahmet Emin Yalman, Vatan Matbaası, 1944, s. 18-19
Kemal Tek
GERCEKEDEBİYAT.COM
YORUMLAR