Son Dakika



Türkiye’nin ilk Milli Eğitim Bakanı ve Köy Enstitüleri’nin kurucusu Hasan Ali Yücel’in oğlu şair Can Yücel, 21 Ağustos 1926 yılında İstanbul’da doğdu.

İkiz kız kardeşi Canan’ın Can’ıdır, Can Yücel.

Can Yücel kız kardeşi Canan* ile birlikte Boğaziçi İlkokulu’na gider. Ama kardeşiyle devamlı kavga halindedir ve aile çözümü Can Yücel’i yatılı okula yollamakta bulur. Cumhuriyetin ilk yıllarıdır ve eğitimli kişileri yoğun görevler beklemektedir. İstanbul Üniversitesi’nden felsefe diplomalı babası Hasan Ali Bey, mesleğe öğretmenlikle başlamıştır.

Sonrasında 1932’de Ankara’da Türk Dil Kurumu’nun Etimoloji Bölümünün başına geçer. Bu ayrılık, ailesinden uzak kalmak, babasının işi nedeniyle hep uzaklarda olması Can Yücel’in şiirlerine yansımıştır. 1938 yılında Hasan Ali Yücel Celal Bayar hükümetinin Milli Eğitim Bakanı olduğunda, gurbetlik biter ve ailesini Ankara’ya yanına alır.

Londra'ya gidiş

Can Yücel orta öğrenimini Ankara Erkek Lisesi’nde tamamladıktan sonra, Ankara Üniversitesi DTCF Klasik Filoloji Bölümü’nde bir süre okur. Sıkıldı mı bilinmez ama eğitimini yarıda bırakarak yurt dışına İngiltere’ye Cambridge okumaya gider.

Bu olayla ilgili bir rivayet şöyledir; 1943 yılında Ankara  Atatürk Lisesi'nden sınıf arkadaşı Gazi Yaşargil ile birlikte yurtdışı eğitim bursu kazandığı halde, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, “Bakan, kendi oğluna torpil yaptı derler” diyerek karşı çıktığı söylenir. Ancak Gazi Yaşargil bu bilginin doğru olmadığını, ikisinin de ailelerinin imkanlarıyla yurt dışına gittiklerini açıkladı sonraki yıllarda.

Dünyanın en ünlü beyin cerrahlarından biri olan Yaşargil, 2012'de şöyle anlatmıştı o günleri:

"Ne bana burs verildi ne de Can'a. Hasan Ali Yücel, Temmuz 1943'te yanıma gelerek 'Gazi Bey, Can bana söyledi Viyana'ya gitmeye karar vermişsiniz. Ben de Can'ı İngiltere'ye göndereceğim. Lütfen onu ikna edin' dedi. Ben de ikna ettim, yol gösterdim sadece. Ama ikimize de burs verilmedi. İkimizde ailemizin imkânlarıyla yurtdışına çıktık. Can çok iyi arkadaşımdı."

Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okur.

Londra’da Avni Arbaş, Sadi Çalık, Bedri Rahmi, İlhan Koman gibi sanatçılarla dostluk eder, ayrıca yakın arkadaşlarından biri o yıllarada basın ateşe yardımcısı olan Bülent Ecevit olur. Bir pansiyonun süit odasında Ecevit kalır, kalorifer dairesinde ise Can Yücel.

Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yapar.

1958 yılında Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum ve Marmaris’te turist rehberi olarak çalışır. Dönemin Devlet Su İşleri Müdürü Süleyman Demirel’in onayıyla kurumun Bornova merkezinde işe girer. İki yıl boyunca iyi bir maaşla çalışır. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürür. 

Geçim kaygısı

Evlendikten sonra, geçinmek, para kazanmak kaygısı onun hayatı boyunca en önemli kaygılarından biri olmuştur.

"Para kaygısı hep oldu. Babamdan zaten hiç bir şey kalmadı. Ben şiirlerimle idare ettim hep. Şimdi vaziyetim biraz daha iyi. Kitaplarım satıyor, ev kirası vermiyoruz. Yani karnımızı doyurmak açısından bir sıkıntımız yok. Şu günlerde paraca sıkıntı çekmiyorum.

Geçimini sağladığı şiirleri yazmaya on yaşında yazmaya başlamıştır. Babasının Paris’ten getirdiği Beethoven ile Mozart plaklarının etkisiyle yazdığı ilk dizeleri şöyle.

“Kuşların sesini severdi Beethoven/ Mozart’ın sevdiği gibi/ Dehaları geçti şaheser oldu/ Mozart’ın istediği adam oldu.”

Beethoven sevgisini ön plana çıkardığı bu ilk şiir, Peyami Safa’nın yönettiği Cumhuriyet Gazetesi’nin çocuk sayfasında okuyucuyla buluşur.

Can Yücel 1945-1965 yılları arasında Yenilikler, Beraber, Seçilmiş Hikayeler, Dost, Sosyal Adalet, Şiir Sanatı, Dönem, Ant, İmece ve Papirüs gibi çeşitli dergilerde yazar. Daha sonra Yeni Dergi, Birikim, Sanat Emeği, Yazko Edebiyat ve Yeni Düşün dergilerinde şiir, yazı ve çeviri şiirleri yer alır.

Hapislik günleri

Ancak Can Yücel 12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao’dan yaptığı çeviriler nedeniyle 15 yıl hapse mahkum olur. 1974’de çıkarılan genel afla hapisten çıkar.

Hapiste yazdığı Bir Siyasinin Şiirleri adlı şiir kitabını yayımlar. Bu kitap Can Yücel’in okuruyla tam anlamıyla buluştuğu kitap olacaktır.

Yaşamayı yaşamak istiyorum demiştim
Neylersin ki bu damda bu dem
Ayaklarımda uyaklarımda zincir
Böyle topal koşmalarla geçiyor günlerim
Oysa methetmek gibi olmasın kendimi ama
Yaşamım benim en güzel şiirim.

Refik Durbaş’a göre bu kitap, “Yücel’i geniş okuyucu kitlesiyle buluşturan, kişisel ve toplumsal yaşamın acı bir dönemini dile getiren, öfkeli, alaycı, boyun eğmeyen, siyasal şiirlere ağırlık verilen bir kitaptır.” 

Toplumsal duyarlılı vardır şiirlerinin, eleştirisini taşlamalarla ve yalın bir dille yapar.

Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar da vardır. Örneğin ailesi çok önemlidir hayatında ve şiirinde. Eşi, çocukları, torunları ve babası şiirinin konusu olmuştur. “Maaile” ismi ise şairin kitaplarından birine koyduğu addır.

Hatta son röportajında bu konuda şunları söyler:

"Bu çizgide ne yapmışsak memnunum. Babamı severdim, sayardım. Onun için ne yaptıysam değer yani. Daha sonraki aile fertlerimiz de iyi çıktı".

Ailesiyle yaşadığı sevgi dolu anlarını yansıttı şiirlerden bazıları şunlardır; Küçük Kızım Su’ya, Güzel’e, Yeni Hasan’a Yolluk, Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim.

Serbest çeviri ya da "Bir ihtimal daha var"

Lorca, Shakespeare, Brecht gibi önemli yazarların oyunlarından da çeviriler yapar. Shakespeare çevirileri Hamlet, Fırtına ve Bir Yaz Gecesi Rüyasıaslına bağlı kalmayan çevirilerdir. Shakespeare’in ünlü “to be or not to be” sözünü “bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin” şeklinde Türkçeye çevirir ve bu dize hafızalara kazınır. Yine aynı şekilde 1959 yılında yayımlanan Her Boydan adlı şiir kitabında, dünya  şairlerinin şiirlerini kendi izleğinde, kendince, serbest bir biçimde Türkçeye çevirir.

"Küfür etme özgürlüğü"

Can Yücel şiirlerinde argo ve müstehcen sözler edeniyle çokça eleştirildi, bu tür deyimlere çok sık yer verdiği gerekçesiyle 12 Eylül 1980 sonrasında "Rengahenk" adlı kitabı toplatıldı. Şiirlerinde ve günlük hayatta da kullandığı argo ve müstehcen kelimelerle ilgili düşüncelerini şu sözlerle ifade eder:

Genel olarak sadece babam değil bütün ev ‘harbi’ konuşurdu. Zaten İstanbul lehçesini nedense pek kibar bir lehçe diye tanırlar. Hâlbuki değil. İstanbullu ince ince küfürlü konuşur. En kibarları saraylılardır. Onlar bile icabında küfür eder. Biz evde rahat konuşurduk, babamın arkadaşları gelirdi onlar da öyle konuşurdu. Benim dostlarım, şairler de, ressamlar da öyle. Hepsi küfür eder, düşündüklerini harbi harbi söyler. E, onlarla konuşa konuşa ben de kaptım bir şeyler tabii. Türkiye’de insanlara tanınan özgürlüklerden kala kala bir küfür etme özgürlüğü kaldı. Onu da elden kaptırdın mı geriye bir şey kalmaz. Onun için sıkı durmak lazım. Küfür etme özgürlüğüne sahip çıkmak lazım. Ele vermemek lazım.”

Datça günleri

Son yıllarında, 1989’da çok sevdiği Datça’ya yerleşir Can Yücel eşiyle. “Geçmişte Marmaris’e gelmiş, buraya da uğramış ve havasını, ışığını beğenmiştim”, der anılarında. Datça’ya yerleşme nedenlerinden biri de İstanbul’un tamamen bitmesidir şaire göre:

İstanbul da sıktı zaten. Havası bozuldu, tadı bozuk. İstanbul’un pek keyfi kalmadı. Buralar daha iyi. Orası daha bir bozuk. Eski Üsküdar, Sultantepe, Selamsız böyle değildi. İlk olarak iskele tarafı elden gitti, sonra Balaban malaban da gitti. Hem fazla kalabalık. Zaten şimdi bir bok da kalmadı. Kitapçı kalmadı, meyhane de kalmadı, hiçbir şey yok. Arasan bile kitapçı bulamazsın.”

"Politika molitika falan üçkağıda dönmüş"

Ömrü çok yoğun mücadelelerle geçen Can Yücel 18 Nisan 1999 seçimlerinde ÖDP’nin İzmir 1. sıra milletvekili adayı olmuştu. İlk kurulduğu yıllarda büyük heyecan yaratan ÖDP günlük siyasetten hoşlanmayan, ancak "hayatta karımdan sonra en çok iki şeyi sevdim, şiiri ve politikayı" diyen şairi ikna etmiştir. 

"Sonuçta politika molitika falan üçkağıda dönmüş. Şimdi ondan da olmadığıma memnunum. Eğer bir partiye falan girseydim, kim bilir kaç kere kovulmuştum. Her seferinde yeniden kovarlardı"

Bu politik heyecanı kısa süren Can Yücel 12 Ağustos 1999 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Cenazesi Datça’ya defnedildi.

Beni Datça’ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda,
Define diye deşerlerse ama, karışmam ona!

Mezarına saldırı

Sevenleri Can Yücel’i her yıl ölüm yıldönümünde ziyaret ediyor ve anmalar yapılıyordu.

Ancak 12 Ağustos 2011’de yapılan anmada Can Yücel’in mezarına şarap dökülmesine dönemin Adalet ve Kalkınma Partisi Datça İlçe Başkanı Ahmet Sedat Deniz yazılı bir açıklama yaparak tepki göstermişti. Bu açıklamadan bir hafta sonra mezar 18 Ağustos 2011 tarihinde saldırıya uğradı ve parçalandı.  

Şairin eşi Güler Yücel, saldırının ardından “Can Evi” olarak adlandırılan ve şairin çocukluğundan kalma kütüphanesi, el yazıları, çevirileri, mektupları, fotoğrafları, şiir kasetleri, video kasetleri, filmleri, muhtelif sanatçılar tarafından yapılmış büst ve posterleri olan müze evi ziyarete kapadı. Güler Yücel Can Yücel'in mezarına yapılan saldırının cezasız kalmasını protesto etmek amacıyla bu kararı aldı. 2013’te yaptığı açıklamada Güler Yücel şöyle diyordu.

“Sanıklar delil yetersizliğinden beraat etti. Peki, öyleyse bu saldırıyı kim ya da kimler yaptı? Gerçeğin bir an önce ortaya çıkmasını istiyoruz. Gerçek gün ışığına çıkmadan Can'ın mezarını onarmayacağız. Can Evi'ni de geçen yıl olduğu gibi bu yıl da ziyarete açmayacağız. Can Yücel hayranları bizi anlayışla karşılasın”.

Kendisine ait olmayan pek çok şiir ile sanal medyada sıklıkla anılan Can Yücel’in Ben En Çok Babamı Sevdim şiiri en çok bilinen eserlerindendir.

(Perihan Tunçbilek'in yazısının tamamı için bianet.org)
(Güler Yücel Can Yücel'i anlattığı programı izlemek için...)

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)