Umberto Eco'dan ilginç bir kitap: Bitkisel Hafıza ve Bibliyofili Üzerine Diğer Yazılar
Alfa Yayınları’ndan çıkan Umberto Eco’nun bir bibliyofil olarak kitap dünyasının çeşitli katmanlarına ilişkin yazdığı metinlerden oluşuyor.
Kitapları çok seven insanların en büyük zevklerinden biri kütüphaneler, kitapseverler ve kitaplar üzerine yazıları okumaktır. Nereden mi biliyorum? Kendimden tabii ki. Eğer yazan Umberto Eco (ö. 2016) gibi biriyse -yani romancı, filozof, eleştirmen, dilbilimci ve ortaçağ uzmanı- bu tür yazıları okumak başlı başına bir hazza dönüşüyor. Eco’nun, kendisi gibi kitap tutkunu, sinemacı, dramaturg Jean-Claude Carrière ile kitabın tarihi üzerine yaptığı sohbetlerden oluşan Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın’ı okuduysanız, Bitkisel Hafıza ve Bibliyofili Üzerine Diğer Yazılar da ilginizi çekecektir. Eser, “Güzel bir kitap için her türlü rezilliğe razıyım” diyen Eco’nun bir bibliyofil olarak kitap dünyasının çeşitli katmanlarına dair kaleme aldığı metinlerden oluşuyor. HATIRALARIN PARÇASI Bibliyofili, basitçe kitap sevgisi şeklinde tanımlanabilir ama Eco’ya kulak verdiğimizde bu sevginin ayrıntılarına vâkıf oluruz: “Bu sevgiye kitabın içeriği dahil olmak zorunda değildir. Kitapları konuları temelinde toplayan bibliyofiller vardır tabii, hatta koleksiyonlarındaki kitapları okurlar da. Ama bu kadar çok kitabı okumak için kütüphane faresi olmak gerekir. Bibliyofil, içeriğe dikkat etse de nesnenin kendisini ister ve kitabın matbaadan çıkan ilk baskısı olmasını tercih eder. Öyle bibliyofiller vardır ki, intonso bir kitap buldukları zaman fethettikleri bu nesneyi bozmamak için sayfalarını kesmezler; böyle bir şeyi anlayabiliyorum, ama onaylamıyorum. Onlara göre nadir bir kitabın sayfalarını kesmek, bir saat koleksiyoncusunun bir saatin mekanizmasını görmek için kasasını kırmasına benzer.” Eco’ya göre bir kitapta basılı metinle okur notlarının birbirine girmiş olduğunu görmek, kitabın eski sahibinin entelektüel macerasını yeni baştan yaşatıyor. Tam burada bir tecrübesini aktarıyor bize: 1950’li yıllara ait Philosophieu au Moyen Age [Ortaçağ Felsefesi] adlı kitabı doktora tezini yazmaya başladığı günlerden itibaren daima yanındadır Eco’nun. Kâğıdının kötülüğünden dolayı daha dokunur dokunmaz hemen un ufak olan bu kitap onun için sadece bir çalışma aracı değildir. Öyle olsa yeni bir baskısını satın alıp eski nüshasındaki altıçizili satırları ve aldığı notları bu yeni baskıya aktarması sadece iki gününü alacaktır. Ama bu eski nüsha, sadece Philosophieu au Moyen Age’in bir nüshası değil, sahibinin hatıralarının bir parçası artık. “Dolayısıyla”, diyor Eco, “bibliyofili hem kitap nesnesine hem de tarihine duyulan sevgidir”. UMBERTO ECO GİBİ BİRİ BİLE! Peki bibliyofili ile bibliyomani arasında nasıl bir fark var? Dünyanın en nadir kitabı olan Gutenberg İncili’ne sahip iki kişiyi örnek veriyor yazar: Bibliyoman, bu nüshayı kendine saklar, kimseye göstermez ve dolarların içinde yüzen Varyemez Amca gibi akşamları kendi başına kitabın sayfalarını karıştırır. Ya bibliyofil? O, herkesin bu kitabı görmesini ve kendisine ait olduğunu bilmesini isteyen kişidir. Kendisini bir bibliyofil olarak gören Eco 30 bin kitaplık bir kütüphaneye sahip. (Kütüphanesini gezdirdiği videosunu izlemeyenler varsa hemen youtube.com/watch?v=4EKY1CQ16_w linkine tıklayıp Türkçe altyazılı olarak seyredebilir. Seyrettikten sonra yazıya geri dönmeyi unutmayın lütfen). O da -yani Umberto Eco gibi biri bile!- her kütüphane sahibinin muhatap olduğu kadim soruyla karşılaşmış: “Ne kadar çok kitap var burada! Hepsini okudunuz mu?” Bu soruyu soranlara hiç tereddüt etmeden “geri zekâlı” gözüyle bakıyor. İşin daha garibi de şu: Bu sorunun zekâ düzeyi ortalamanın üzerindekiler tarafından da kendisine yöneltilmesi. Geçen günlerde yayınlanan Sosyolojik Nazar: Duvar Yazıları’nda Besim Dellaloğlu tam da Eco’nun söylediğiyle örtüşen bir anekdota yer veriyordu: “Yıllar önce evime davet ettiğim Galatasaray Lisesi mezunu ve hepsi ülkenin en iyi üniversitelerinde okumuş arkadaşlarımın bazılarının kütüphanemi görünce ‘bunların hepsini okudun mu?’ diye sorduklarını çok iyi hatırlıyorum. Hatta içlerinde bir tanesi daha da ileri giderek ‘Bu kadar çok kitaba sahip olarak neyi kanıtlamaya çalışıyorsun’ diye çıkışmayı da ihmal etmemişti. Elbette ben medeni bir insan olduğum için ‘sen bu soruyla hangi eksiklik duygunu ikame ediyorsun’ diye karşılık vermemiştim. Çok şükür bu tip eski arkadaşlarla artık pek görüşmüyorum ve böylesi sorulara muhatap olmaktan kurtuldum.” Eco’nun ise “böyle bir hakarete” karşı hazırladığı üç farklı cevap var: BİR: ‘Hiçbirini okumadım, yoksa onları neden burada tutayım ki?” diyerek ziyaretçinin lafını ağzına tıkıp aradaki her türlü ilişkiye sonra vermek. İKİ: “Çok daha fazlasını okudum efendim, çok daha fazlasını!” diyerek baş belası kişide aşağılık duygusu uyandırmak. ÜÇ: “Hayır, okuduklarım fakültede, bunlar gelecek haftaya kadar okumam gerekenler” diyerek ziyaretçinin şaşkınlığa kapılıp kahrolmasını sağlamak. Sizin böyle bir soruya cevabınız bu üçünden hangisi olacak artık? Halil Solak Gerçekedebiyat.com
(Yenişafakkitap)
YORUMLAR