TARİHİN SAHNESİNDEN
TARİHİN SAHNESİNDEN BEDRİYE KORKANKORKMAZ Araştırmacı-yazar Vecihi Timuroğlu’nun Alevilik, Bektaşilik, Şiilik,Kızılbaşlık adlı kitabı Kalan Yayınları arasında çıktı. Alevilik, Bektaşilik, Şiilik, Kızılbaşlık kitabının sayfalarını çevirdikçe, bu kavramların ne denli yanlış tartışıldığını, algılandığını daha iyi anlıyor insan. Yazar Vecihi Timuroğlu kitabın önsözünde, Alevilik’in ne bir inanç dizgesi, ne bir mezhep, ne de bir tarikat olduğunu belirtiyor ve Alevilik’in bir yaşam biçimi olarak algılanması gerektiğinin altını çiziyor. Yazar, “Alevilik, Bektaşilik , Şiilik, Kızılbaşlık” gibi özdeş oldukları varsayılan inanç dizgelerinin arasındaki önemli farkın¸ ancak, tarihsel ve toplumsal gelişimleri içinde izlenerek anlaşılabileceğini belirtiyor. Yazar, Alevi teriminin halk arasındaki açılımını şöyle özetliyor: “Ali’ye ( 598-661) bağlı olan, Ali’den yana olan” (s.9). XVI. yüzyıldan kalma Dergâh-ı Âli’de Seyyid Abdü’l Baki’nin Evliyaya Muhib Olan Müminlere Gönderdiği Mektuptur adlı 25 sayfalık risalede Aleviler şöyle tanıtılır: “Bunlara sorarlar, nereye gidiyorsunuz? Ali evine derler. Bundan, onlara Alevi denir”. Kuşkusuz, bu ifade, tam bir tanım olmuyor yazarın da belirttiği gibi. Anadolu’da Rumeli’de ve İran’da bu inançta olanlara karşı çıkanlar, Aleviler’i “mum söndürenler” ya da Farsça deyişle “çerağküşûn” diye betimlerler. Anadolu’da , totem döneminden kalma bir inançtan dolayı “ tavşan yemezler” diye de nitelerler. Maku’da , bu inancı taşıyan büyük bir boydan dolayı , “Karakoyunlular” diye anılıyorlar. Urumiye’de, Alevi olmasından ötürü Abdal Aşireti’ne, “Abdalbeyliler” adı veriliyor. Abdalbeyliler’in, İmam Hüseyin’i “Han Abdal” olarak tanımlamaları da, bu terimin yerleşmesinde etkin olmuş olabilir. Abdallar’ ın aşiret başkanı, bir gün kırda gezerken, İmam Hüseyin’i gördüğünü söylediğinden, Tebriz halkı, aşireti “Gulâiler” ( işi ileri götürenler, işi çığırından çıkaranlar) diye niteliyorlar. Meşhet halkı da, bu yüzden , Aleviler’e “Ali Allahiler” ( Ali Allahçılar) demişler. Karabağ’daki Milli Aşireti, Ali’yi Allah olarak tanıdığından, Karabağlılarca “Milliler” diye adlandırıyorlar. Karabağ’da, Şam’dan geldikleri varsayılarak Aleviler, “Şamlılar” adıyla anılıyorlar. Aleviler, alışverişte, hak geçeceği düşüncesiyle terazi kullanmadıkları, ancak tane ile satılabilecek şeyleri sattıklarından, Pazar esnafınca ve kentlilerce “terazi tutmazlar” diye adlandırılmışlar. Tekkeyi yadsıdıklarından Bektaşilerce de, küçümsenerek “Sofu sürekleri” terimleriyle tanımlanmışlar. Azerbeycan’da ve İran’da güçlü bir devlet kuran Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar, on iki dilimli kırmızı taç giyermiş. Anadolu Alevileri, Osmanlı’ya karşı, Şah İsmail’i tuttuklarından , tüm Alevi topluluklarına “Kızılbaş” adı verilmiş. Bunda o dönemde Aleviler’in kırmızı külâh giymelerinin de payı vardır. Şiiler de, aynı anlamda “surh- seran” terimiyle kınanmışlardır. İranlılar, işi çığrından çıkaranlar anlamında “Gulât” terimini de kullanırlar (s. 9-10). Timuroğlu , bu ifadenin tam bir tanım olmadığını belirtiyor. “İran Alevileri, Batıniliği benimsediklerinden , kendilerini ‘Ehl-i Hakk’ diye nitelerler. Anadolu Alevileri de , Ali’ye ve soyuna bağlılıklarından dolayı, kendilerini ‘Ehl-i Beyt’ olarak tanımlarlar. Ehl-i Hakk olanlar (Tanrı yoldaşları) , ‘ebced hesabı’na (herhangi bir olayı tarihlemek için rakam yerine harf kullanma) göre, Ali’yi Allah saymışlardır. ‘Hak’, Tanrı anlamındadır” ( s.10). -ALEVİLİK VE MEZHEP “ Mezhep Arapça addır”. Gidilen yol” anlamındadır. Bir bakıma, tarikat terimiyle eşanlamlıdır, ancak, kavram olarak çok farklıdırlar. (s.31) Mezhep ile tarikat kavramlarının içerikteki farklılıklarına dair şu örneği veriyor Timuroğlu: “Örneğin, İbn Cevzi ( ...-1200), tasavvuf ehlinin davranışlarının bir bölümünün ‘kitap ve sünnet’le hiçbir ilgisinin bulunmadığını ileri sürer. İbn Cevzi’ye göre, İslâm’da, evlenmek sünnettir, oysa tarikat ehli, topluma hizmet amacıyla evlenmeyi yasaklıyor, ‘mücerretlik’ diye bir kurum yaratıyor. Tarikatçılar, bilimi yasaklıyorlar, Tanrı’yı ‘keşif ve esin’ yoluyla bulmaya çalışıyorlar. İbn Cevzi, bilim yapmanın sünnetten öte, ‘farz’ olduğunu ileri sürerek, Sufileri, İslâm dışı sayar” ( 31). Vecihi Timuroğlu, Alevilik’in bir mezhep olmadığını kanıtlamak için tarihsel olaylara gerekli göndermeleri yapmış. Yazar, Alevilik’in tutarlı bir tanımının yapılmasının imkânsızlığını hem tarihsel boyutuyla hem de toplumbilimsel boyutuyla sergiliyor ve bu oluşumların günümüzdeki yansımalarının felsefi boyutlarını algılamamızı sağlıyor. Bu kitabı okuyunca sorulması gereken birçok soru, düzeltilmesi gereken birçok yanlış olduğunu düşünüp olayların arkaplanlarını öğrenme merakınızın artmaması mümkün değil. “Anadolu Aleviliği’nin kökeni, Osmaniyye ve Aliyye karşıtlığına dayanır görünmüyor. Anadolu Aleviliği’nin kurumları, Sarı Saltuk ve Otman Baba’nın öğretileriyle oluşmuştur. Timur ordularının önünden kaçan hurufiler, XV.yüzyılın başlarında, bu iki dervişin öğretileri arasına, ‘vücudiyye’ ve ‘dehriyye’ kuramlarını sokmuşlardır” ( s. 48). Kitabında her şeyin Xlll. yüzyılda başladığını belirten yazar, Anadolu Selçuklu Devleti’nden, Haçlı Seferleri’ne, Malazgirt Savaşı’ndan, Kösedağı Savaşı’na, İslâm tarikatlarının oluşmasında Orta Asya’dan gelen Türk- Moğol Şamanizmi’nin etkilerinden, Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş Veli’den, Sarı Saltuk’a kadar Anadolu Aleviliği’nin günümüze kadar kat ettiği süreçler hakkında okuru aydınlatıyor ve Anadolu Aleviliği’nin günümüze kadar gelmesinde türkülerin ve deyişlerin öneminin altını çiziyor. Bugüne kadar aynı anlamlara geldiği varsayılan “Alevilik, Bektaşilik, Şiilik, Kızılbaşlık” gibi kavramların arasındaki önemli farklılıkları ve bu farklılıkların tarihsel süreçte nasıl oluştuğunu tüm ayrıntılarıyla irdeleyen Vecihi Timuroğlu’nun Alevilik, Bektaşilik, Şiilik, Kızılbaşlık adlı kitabı, tarihçilerin de uzun süre ellerinden bırakamayacakları ve birçok tartışmaları yeniden gündeme taşıyacak olan bir başucu eseri. Alevilik’in kesinlikle bir mezhep olmadığını savunan yazar, Alevilik kavramını yanlış bir zeminde tartışan tarihçiler ve araştırmacılar için de önemli bir rehber kitap hazırlamış. Yazar bir tasavvuf kavramı olan “ Vahdet-i vücud”un sözlük anlamından başlayarak bu inanç dizgelerinin dününü, bugününü ve yarınlarını tüm ayrıntılarıyla aydınlatmakla kalmamış, uluslararası tarihin karanlıklarına bile mum yakmıştır. Yazarın, kaynak kitabı olma özelliğini taşıyan, Alevilik,Bektaşilik, Şiilik, Kızılbaşlık kitabıyla yeni bir tartışma zemini oluşturacağına inanıyorum. Vecihi Timuroğlu/ Alevilik,Bektaşilik, Şiilik, Kızılbaşlık /Kalan Yayınları s. 184. ANADOLU ALEVİLİĞİ’NİN OLUŞUMU
YORUMLAR