Son Dakika



Gecenin yarısıydı telefonun sesiyle uyandı. Asım gelen sesi hemen tanıdı. Telefondaki Melahat’tı. Acele acele konuşuyordu. “Ninemler evde yok, zile bastım bastım sesimi duyuramadım. Evde kimse yok. Sokakta kaldım. Gecenin yarısında ne yapacağımı şaşırdım. Sabaha, 5 saat var bu saatte bir otele de gidemem ne yapayım.”

“Şimdi otogara git, bu tarafa gelen bir otobüs bulabilirsen bin gel. Gelince otogardan tekrar telefon et, ben seni gelir alırım. Eğer otobüs bulamazsan. Ortam uygun ise sabaha kadar otogarda bekle ya da bir otele git, ama ben mutlaka bunlardan haberdar olayım.”

Asım, o saatten sonra uyuyamadı, yatsa da zaten uyuyacak hali de yoktu. Kendisine bir kahve yapıp beklemeye başladı. Beklerken birkaç gün içinde olan olayları düşündü, günde birkaç kez tekrarlanan telefon trafiğini hesap etti. Bir gün içinde olayların seyri kaç kez değişmişti. Melahat’ın izin alması yola çıkmak için fırsatları değerlendirmesi evdekilere bir başka konu için gideceğini anlatması tam bir film senaryosu gibiydi. Ama ikisi de bir haftalığına buluşarak güzel bir tatil geçireceklerdi. Bunu bir kış günü etrafı karlarla çevrili yüksek dağların eteğinde kararlaştırmışlardı. Baharda bir araya gelmek için. İşte o gün gelip çatmıştı. Asım’ı gece yarısı gelen telefon tedirgin etmişti. Her ikisi de bir aksilik olmasından hep korkmuşlardı.

“Ne kadar zaman geçti anlayamadan telefonun sesi yine duyuldu. O tarafa gelen bir araba buldum ama senin bulunduğun şehire gitmiyor komşu şehire kadar gidiyor, sabah ben seni oradan ararım.”

“Tamam canım” dedikten sonra derin bir soluk aldı Asım. Oturduğu koltuğun üzerinde sabahladı. Canı yatağa gitmek istememişti.

Sabah 6 gibi tekrar telefonun sesi ile uyandı koltuğun üzerinden. Her tarafı tutulmuştu ama huzurluydu.

O geliyordu.

“Ben, burada bir okul arkadaşım vardı, adresini buldum gece saat 4 gibi telefon ettim gelip beni beyiyle otogardan aldılar, şimdi onlardayım. Biraz uyumak, biraz da arkadaşımla konuşmak istiyorum. Gideceğimiz yere otobüs burdan geçerek gidermiş. Beni burdan alsan olur mu?”

“Tabi canım neden olmasın. Sen ver arkadaşını telefona, ben otobüsün saatini söyleyeyim, senin nerede bulunman gerektiğini de onlar söylesin, böylelikle iki iş birden yapılmış olsun.”

Asım o gün zamanın çabuk geçmesini dilemekten başka bir şey düşünecek durumda değildi. Sevincinden çıldırabilirdi ama bunu kimseye açıklayamazdı ve belli edemezdi de. Çünkü bu onun ilk ve belki de son aşkı olabilirdi. Evliliği tam anlamıyla bir kabus içinde olduğundan, uzun zamandır hayatın içinde dalgalanmaktaydı. Bir başkasına tutulup bağlanamamıştı. Oysa geniş bir çevresi vardı. Hani bir söz vardır ya ”elini sallasan ellisi”.

Kafasını kaldırıp etrafına baksa, bir sürü güzel denilecek kadınla birlikte olabilirdi ama istemedi. Hatta kadınlara yaklaşırken bile çekindi. Yanlış anlaşılmaktan ve birisinin kendisine bağlanmasından korktu. Ama nasıl olduysa Melahat’a tutulmuştu. Belki Melahat’ın tatlı dili belki uzun uzun yazmadaki tadı. Ne bilsin belki de bunlar tarifsiz düşünceleriydi.

Bir öğle sonrasıydı, otobüs kenti ikiye bölen yoldan geçerken üst geçidin kenarında Melahat’ın beklediğini gördü. Otobüs durdu. Melahat bindi. İşte aylardır beklediği yolculuğa Melahat ile başlamıştı. Buna inanmak bile istemiyordu. Ama işte yanındaydı. Bir süre hiç konuşmadılar. Sadece birbirlerine bakıp gülümsediler. Sonra sessizlik bozuldu. Melahat uzun süren maceralı yolculuğunu anlattı. 24 saattir yollardaydı. Ama mutluydu. Güzel bir bahar günü öğle sonrası bundan daha güzel ne olabilirdi. Sevdiği adam yanındaydı. Bu anı yaşamak için karlı dağları binbir zorlukla aşıp gelmişti. Uzun yolculuk boyunca bazen konuştular bazen susup birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Melahat yorgun olmasına rağmen gözlerinin feri silinmemişti. Badem içi gibi gözüken kapkara gözleri sürekli Asım’ın üzerindeydi. Kıvırcık saçları omuzuna kadar dökülmüştü. Arada bir Asım’ın omuzuna başını koyup gözlerini dinlendiriyordu. Gece saat 1 olmuştu. Vardıkları akrabalarının evinde kısa bir sohbetten sonra odalarına çekildiler. İki ayrı divana yatakları yapılmıştı. Ayrı ayrı uzandılar, gündüz güneş vurmuş olan oda kentin bahardaki ikliminin de etkisiyle sıcaktı. Gecenin karanlığında birbirlerine baktılar bir süre. Asım, Sonradan kendi divanından kalkıp Melahat’ın yanına uzandı. Sevdiği kadın, soluklarını duyuyordu. Onun ince zarif bedeni titriyor gibiydi. Boyları bile birbirine yakındı. Yalnız Melahat çok zayıftı. Onu iyi tanımayan birisi lise öğrencisi sanırdı. Minyon tipli birisi olduğu için yaşını hiç göstermiyordu. Asım ise 35’inde tam orta yaştaydı, saçları yaşına göre şakaklarından beyazlaşmaya başlamıştı bile. Gözlerinin altında yavaş yavaş halkalar oluşmuştu. Asım ellerini gezdirirken Melahat’ın vücudunda, birden yanındaki kadının titrediğini terden sırıksıklam olmuş vücusunun ellerinin altından kayıp gittiğini hissetti. “Yanlış olan bir durum varsa söyle lütfen” dedi.

Melahat hiç konuşmadan elleriyle yüzünü kapattı. “Bir süre sonra çok terledim” diyebildi. Asım gözlerini tavana dikti. Bir süre ikisi de sessiz kaldı. Melahat’ın kısık sesini duydu Asım bir süre sonra,

“Bağışla beni uzun süredir bir erkek eli bile elime değmedi.”

“Anlıyorum seni. İstersen ayrı ayrı yatalım.”

“Ayrı istemiyorum bunun için mi o kadar yol kat ederek kavuştuk. Bir süre böyle kalalım.” dedikten sonra ellerini adamın elleriyle kenetledi. Gece kaybolmuşlardı, tek bir vücut, tek bir candılar.

Sabahın ilk ışıklarını birlikte seyrettiler. Günün içinde asıl gidecekleri kente gidip Asım’ın ailesini tanıdı Melahat. Evde bir düğün telaşı vardı. Sanki yıllardır o evde yaşıyormuş gibi düğün için gerekli hazırlıklara o da katıldı. Akşam düğünde bol bol eğlendiler. Birlikte dans ettiler. Melahat bir ara Asım’ın kulağına yavaşça fısıldadı.

“Akrabaların eşine iletmezler mi bu durumu?” dedi.

Ama Asım’ın aldırdığı yoktu. Çünkü yıllardır bu kadar neşeli olmamıştı. Bunu bilen anne ve babası da, o mutaassıp hallerinden sıyrılmışlar ve oğullarının ilk kez bu kadar neşeli olmasına gölge düşmesin diye seslerini çıkarmamışlardı. O gece yine ayrı divanları vardı ama yine birlikte sabahladılar.

İki gün boyunca, kentin en güzel yerlerini gezdiler. Ve yeni bir yolculuğa tekrar başladılar. Her ikisi de sonun başlangıcına doğru gittiklerini bilmeden, yolculuk boyunca uyumadan bir sabahı daha başkente girerken karşıladılar.

Asım’ın vereceği konferans için gelmişlerdi. Melahat da yıllarca bu kentte okumuş, sonra bu kentte işe başlamıştı. Dostları, arkadaşları vardı. İlk kez bu kentte, delikanlı adını yakından telaffuz etti. Birine olur olmaz sevdalanmıştı ya da öyle sanarak evliliğini bu kentte yapmıştı. Acı tatlı birçok anısı vardı. Bir tanıdıklarının evinde 2 gece kaldılar. O iki gece belki de ömürleri boyunca yaşayacakları en son iki güzel gece olacaktı. Eğer öyle olacağını bilselerdi birbirlerine daha sıkı sarılırlardı. Asım’ın vermesi gereken konferanslarına birlikte gittiler. El ele geniş Ankara caddelerinde dolaştılar. Asım’ın konferans verdiği yerlerde onu herkes eşi sandı. Melahat’ta bundan memnun oılacak ki sesini bile çıkarmadan rolünü tam oynadı. Hayır eşi değil, arkadaşıyım diyemedi. Demeye kalksaydı belki de Asım engel olacaktı. Bundan her ikisi de memnundu. İki günün sonunda Melahat memleketine gitmek ve kendisini büyüten ninesini görmek istedi. Önce Asım’ın gelmesini istemedi ama Asım israrlı olunca tamam dedi. Ama bir şartla ninesinin evine Asım’ı götürmeyecekti. Asım ondan ayrı kalmaktansa bir gece değil mi diyerek kabul etti.

Melahat tutucu olan ninesinin yanına, henüz eşinden bile boşanmamış birisiyle nasıl giderdi. Ninesi onu eve almazdı. Bunu anlayışla kabul eden Asım otelde kalmaya razı oldu. Fakat kente girerken Melahat’ın bir gece yerine, bir gündüz de kalmak istemesi ile küçük bir tartışma başladı. İşte ilk tehlike sinyalleri çalmaya başlamıştı.

Tartışma büyümesin diye ona da evet dedi Asım. Geçen can sıkıcı bir gece ve gündüzün ardından bir akşam yine yollardaydılar. Bir başka kente doğru rota çizilmişti. Melahat gece boyunca sıcak olmaya, gayret gösterdi.

Bir gün önce yaşanan tatsızlığı unutturmak istiyor gibiydi. İki sevgilinin elleri hiç ayrılmadı. Omuz başlarına yaslanarak birkaç saat uyudular. Sabahın ilk ışıklarıyla o güzel kıyı kasabasına ulaşılmıştı. Mektuplardan tanıdıkları dostları onları bekliyordu. Hoş ama yorgun bir günün ve gecenin ardından tekrar otobüs koltuklarındaydılar. Ama o kentte Asım, Melahat’ın ellerini bile tutmamıştı. Nedeni çok basitti. Dostlarının yanında ayıp olurdu. Oysa Ankara sokakları ve bir sürü tanıdık yanında hiç öyle olmamıştı.

Asım bir sona doğru gittiğini yavaş yavaş anlamaya başlamıştı. Yine hüsran yine hüsran herhalde hayatta hiç ona sihirli pembe mutluluk çubuğu değmeyecekti. Asım, Ankara otogarında Melahat’ı yolcu ederken el ele tutuşmuş, yanak yanağa oturan insanları gördükçe içi cız etti. Melahat kendisinden önce otobüse binmişti. Yarım saat sonra bindiği otobüste yaşadığı kente doğru yolculuk yaparken eski hüzünlü durumuna tekrar dönmüştü. Herhalde benim aşkım ve mutluluğum Nisan yağmuru kadar bile sürmeyecek. Ben yine en iyisi bilimin ve kitaplarımın içinde kaybolmalıyım diye düşündü. Birkaç gün içinde karlı dağlardan, kopup gelen bir mektupla bunu daha iyi anladı. Her şey açık açık anlatılmıştı.

Beyaz umutları bir kez daha söndü ve o kitaplarının içinde eski dünyasına döndü.

Belki bilim onun için en iyi kurtuluş yoluydu.


ARSLAN BAYIR KİMDİR?

1958 yılında Antalya’da doğdu. 1978 yılında Denizli Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu. Şiir ve yazıları 1972 yılından başlayarak çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı. Türkiye Yazarlar Sendikası, Edebiyatçılar Derneği ve ASAN üyesi olan Bayır’ın Tohum (1990), Dağlar Kalktı Şaha (1991), Filiz (1994), Şirin Yüzler (1995), Sonbahar Düşü (1999), Çocuk Adı Çiçek (1999) adlı şiir kitapları; Alara Yolu (1992), Etobur (1993), İki Nokta ve Dört Gün (1996) ve Emanet Papuçlar (2000) adlı öykü kitapları var.

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)