Neslihan Yalman: İlerleme ve değişim banka yayınevlerinden olmayacak! Onlar kendi sınırlı kitlesine hapsolacak!
Galeri Bu Hakkında: 2012 yılında Galata’da sanatçı Umut Yalım tarafından kurulan ‘‘Galeri Bu", disiplinlerarası birçok alanı kapsayan işler ekseninde, diğer sanatçılara geniş perspektifler sunmayı hedeflemektedir. İçinde bulunduğumuz korona süreci dahilinde, hassasiyetleri de gözeten galerinin özellikle "instagram" sayfası aktif halde kullanılmakta sanat sanal ortamdan da insanlara ulaşmaya devam etmektedir. Bu yönde, çeşitli sanatçılarla başlatılan soru-cevap çalışmaları dahilindeki verilere de oradan ulaşmak mümkündür. Galeri Bu tarafından sorulan sorulara şair sanatçı Neslihan Yalman'ın yanıtlarını yayınlıyoruz. Galeri Bu: 1) Şiir edebiyata dahil midir, yoksa özerk midir? Neslihan Yalman: Şiir hem edebiyata dahildir, hem de onun ötesindedir, özerktir. Günümüzde her şey o kadar etkileşim içindedir ki, hem birbirine dahildir, hem de birbirinin ötesindedir. Bu yönde, tekil bakışlardan öte, hibritlemeleri, sentezleri, çoğullaştırmayı daha çok sevdiğimi belirtebilirim. Bir şiir yalnızca şiir değildir. Edebiyat da edebiyat değildir. Bunlar birbirlerini değillerken, tamamlıyorlar ve çoğaltıyorlar da. Ama, şiirin biraz daha özgür bir alanı var; o yüzden, onun aşırı yorumla akademikleştirilmesine, sıkıştırılmasına karşıyım. Şiir edebiyata nazaran daha önceldir, her alana rahatlıkla nüfuz edebilir. Öncelikle, sezgilerden, duygulardan, tanımsızlıktan yola çıkar; ardından, bununla paralel bir artistik kontrol gelir. Bu iş şu an tamamen farkındasızlığa ya da mühendisliğe dökülmüş durumda. Önce histir! Galeri Bu: 2) İçinden geçtiğimiz süreç dil, biçim ve biçem olarak yapıtlarınızı ve sizi nasıl etkiledi? Neslihan Yalman: Ben dünyaya çoklu bakışla bakılmasının elzem olduğunu düşünüyorum. Bu da inanılmaz bir kafa karışıklığı, ama inanılmaz da entelektüel, renkli bir havza yaratıyor. Bir kere hangi yüzyılda yaşıyorsak, onun içeriği, teknolojik araçları, gereklilikleri bizi etkilemektedir. O sebeple, uzay/evren konusundaki çalışmalar, doğa bilimleri beni fazlasıyla kendine çekiyor. Sosyal bilimlere inancım biraz azaldı. İlgili alanda, akademik olanın sekteye uğradığını düşünüyorum. Evrensellik diye bir algı yoktu, o bir yalandı; şimdi ise hiç kalmadı. Dün evrensel dedikleri barış, Amerika’da, Fransa’da bir anlam ifade ederken, Irak’ta, Kongo’da hiçbir anlam ifade etmiyor. Bu anlam yarılmaları daha da artmaya devam ediyor. Artık, bir tespiti karşı-tespiti olmaksızın değerlendiremiyoruz; hatta, ara tespiti. Koronavirüs için de bu geçerli… Dolayısıyla, otantikliği, partiküler bakışlılığı, evrenselliğin tüm kılcallarıyla bir araya getiren durumlar beni etkilemeye başladı. Dediğim gibi, doğa bilimleriyle birlikte, toplumu, sınıfsallıkları, insan psikolojilerini, kolektifliği, kadınlığı, özgünlüğü de göz önünde bulundurmaya çalışıyorum. O yönde, şiir benim için dergilerde, basılı yayınlarda taşlamış bir zemin edinmenin ötesinde, akışkan, form değiştiren, performatif, çok parçalı, sürprizli bir hal aldı. Şiir herkes ihtiyaç şeklinde nüfuz etmeli diye düşünmeye başladım. Özellikle, politik temeli ve ritmi sağlam olan şiirler… Sanatımın türlü ve yeni nimetleri olduğunu keşfettim. Bedenle ilişkim -kadın olmaklık anlamında- daha cesur bir hal aldı. Gerilla sanatına, alternatif sanata, anarşizme, yıkıma/yıkımdan doğan ilerleyici bir aktarıma inanmaya başladım. Şiirdeki naiflikten, arabeskten, yaratılan nostalji evreninden, natürmort dilden pek hazzetmiyorum. Aşkın, sevgililiğin, ötekiliğin, diğerine seslenişin, kendine yüksek dozda dönük içi boş ‘ben’ dilinin, toplumun, toplumsallığın, dünyanın, sanat ortamlarının tıkanan gelişmeleri bende hazımsızlık yapmaya başladı. Velhasıl, çoğu şeye geniş ve karşılaştırmalı bakmaya çalışıyorum. O bakış da beni akışkanlığa, helezonik yazınsallığa götürdü. Şiir şudur, şiirde sözcük tasarruftur, şiir demir paralı kumbaranızdır gibi geçmişin argümanlarıyla hareket etmeyi kesinlikle doğru bulmuyorum. Şiir deli dolu, alt metni sağlam olan, güçlü etkisiyle sizi sürükleyip götüren fırtınalı bir hal almalıdır diye düşünüyorum. Yeni bir ritme ihtiyaç var; sert, ama dünyanın her yüzeyine yayılabilen; Filistin’den Sudan’a, İsrail’den Amerika’ya… Çatışmayla, meydan okumayla… Ayrıca, cesaret tonu, argo söylem, yeni bir sembolik anlatı, görsellik, görselliğin şiire aktarımı, şiirle dijital ortamın ve dijital sanatların ilişkisi, şiirle doğa bilimi kesişimi üstüne kafa yoruyorum.
Bu sebeple, 2017’de bir kadın pedinin üstüne yazdığım şiir çalışmamı çok önemsiyorum. Dünyadaki ve ülkedeki gelişmeleri takip ettiğimde, bu, benim için önemli bir söylem alanı yarattı. İnanılmaz değerli bir hamleydi o; yol açıcılık düzeyinde de! Kadın dilinin, kadın söyleminin, kadın olmaklığın da sınırlarını, kendi özerk-anarşist alanımda zorladığımı düşünüyorum. Bunu giderek farklı yüzeylerde deneyimleyerek sanatçı kişiliğimin sınırlarıyla da özgürce hesaplaşıyorum. Varlık oradan fışkırıyor. Şiirin her yere bulaşabileceğini, kavramsal sanatla harmanlanabileceğini düşündüğüm gibi, tiyatroyu da dikkate alıyorum. Denemeler, oyunlar yazmaya devam ediyorum. İç içe geçirilmiş türleri, melezlemeleri, yeni kavramlar üstüne gitmeyi, entelektüel hamleleri, pastij, kolaj vb. gibi anlatım tekniklerini fazlaca kurcalıyorum. Bu aralar, İslamiyet’in sanat üstündeki etkisini/gölgesini düşünüyorum. Türkiye’de özellikle güncel sanat çerçevesindeki gelişmeleri takip ediyorum. Bir de, modern şiir, deneysel şiir, ‘‘online’’ tiyatro, ‘‘online’’ şiir, anda şiir, anda sanat, performans şiir, gerilla sanatı, graffiti vd. üstüne sıkça eğiliyorum. Ülkedeki yeni, genç şiir dilinde de büyük sıkıntılar olduğunu görüyorum. Gelenekten, kültürden, aidiyetten ve yerinde başkaldırıdan bayağı kopuklar… Birbirlerine fazla benziyorlar. Modern anlatılarında bir köksüzlük, etkisizlik, tekrar var. Geleneğe bağlı kalanların da renksizleştiklerini, uyumsuzluk yarattıklarını, taşlaştıklarını fark ediyorum. Gerçekten eril şiir dilinin içinde yapılanıp, ona karşı sanatsal etki alanıyla yarık açan, koyu ritimli bir dişil dil kurulmadığını görüyorum. Olanlar başka bir söylem zemini yaratmıyor. Başka bir köprü, başka bir ara yüzey lazım… Müzikalite, farklı türler de -kısa film, klip, performans, yeni medya sanatı- dikkatimi çekiyor. Her yere akışkan şekilde yayılmayı, farklı disiplinlerle, farklı insanlarla yan yana gelmeyi, kolektif ve sarsıcı çalışmalar gerçekleştirmeyi seviyorum. Yerleşiklik beni boğuyor; özgür sanata ilgi duyuyorum. Bir de, kültürel anlamda, geçmişte yapılanların kolektif bilinç dışındaki karşılıklarını, yetersizliklerini, besleyiciliklerini ve etki alanlarını değerlendiriyorum. Ülkedeki bazı şair, bazı edebiyatçı, bazı sanatçı modellerini -özgünlük bağlamında- takip ediyorum. Kendimi de sıkça deşiyorum. Süreç çatallanıyor. Distopik bir karabasana dönüşüyor. O arada, çıldırasıya bir sapağa da giriyor. Dünya dönüşüyor. Sıkıştı da… İşte mevcut sıkışma, mevcut hakikat anlarında, ben de tarihsel süreçteki yerimi sınıyorum. Bilimkurguya da ilgim var; doğa bilimi alanında ihtisas yapmış insanlarla kesinlikle bir araya gelmeyi arzuluyorum. Dilin sınırlarını, hiper dilin (internet dili; sözlü kültürle yazılı kültür arası) etkisini değerlendirmeye çalışıyorum. Emojilerin, sembollerin, kısaltmaların, jargonların, sokak dilinin, dünya dillerinin birbirlerinin içine geçmesinin, her yere yayılan İngilizce’nin etkisinin, Türkçe’nin katı zemininin dokunduğu noktaları gözlemlemeye çalışıyorum. Esnek, ahenkli, çoksesli bir anlam, aktarım katmanı, eğlenceli bir oyun havuzu, kanlı bir çarpışma arenası tasarlıyorum. Galeri Bu: 3) Sanallık dışında, bu süreç basılı yayını nasıl etkileyecek? Neslihan Yalman: Süreç, basılı yayını bayağı etkileyecek diye düşünüyorum. Artık, pek kitap okunmadığı gibi, her yayına da yetişilmiyor. Hız çağı… İnsanların alım güçleri zayıflarken, kitap fiyatları da artıyor. Kütüphanelerde yeni yayın desteği yok. O kütüphanelerin çoğu da hantal, muadilleri açılmıyor. Bir de, artık her şeyi farklı bir hızla, farklı bir algıyla, farklı bir uzamda algılıyoruz. Zihnimizin kodları çözülüyor, okuma pratikleri de biçim değiştiriyor. Buna uyumlanan, esnek, öngörülü butik yayınevleri daha başarılı olacaklar diye düşünüyorum. Banka yayınevleri, eski yayınevleri kendi sınırlı kitlesine hapsolacak, ilerleme onlardan çıkmayacak diye düşünüyorum. Gerileyecekler de hatta… Bir de, bu yayınevleri de hediyelik eşya mağazaları, ‘bookstore’ mekânlar açmaya başladı. Kitabevlerinin kafe bölümleri var. Okuma edimi kendi içine kapalı şekilde, böyle gelişmiyor. Bir de, fanzinler, fankitler, sınırlı sayıda basımlar, cep kitapları, özel basımlar vb. ortamı dönüştürmeye başladı. "Kindle" gibi e-okuyucuların pratik olduklarına inanıyorum. Bir materyalin hafızasına onlarca kitap yükleyebiliyorsunuz. Onu istediğiniz yere götürebiliyorsunuz. ‘Amazon’, ‘epub’ gibi internet siteleri üstünden parayla kitap indirilebiliyor. ‘E-kitap’, ‘e-dergi’, ‘pdf’, ‘booklet’ vd. sistemi giderek yayılıyor. Bunun ulaşılabilirlik; özellikle, genç okuyucuları da etkileme anlamında önemli bir zemin yarattığını düşünüyorum. Okuyucu kitlesi de değişiyor. Eski insanlar, yaş alanlar çağın gerisinde kalıyorlar, kimileri de vefat ediyorlar. Artık, kitapları aplikasyonlarla telefonlara ve bilgisayarlara da indirebiliyoruz. O kadar hesaplı, pratik ve kolay… Yazarların, sanatçıların ‘youtube’ kanalları, sosyal medya hesapları var. Sanat, hayata ve sanal ortama yayılıp, demokratik düzleminde herkesle bir araya geliyor. O sebeple, elitist, kibirli, üstten bakmacı, satış odaklı, şımarıkça algıların yerle bir olacağını; şeffaflıkla kimin kimi gerçekten temsil ettiğini herkesin taratabileceğini düşünüyorum. Yazılı olanın bakiliği diye bir şey yoktur. Yazı, söz, reel, sanal, hiper hepsi bir arada, kaosla var olur! Yerleşiklik düzlemindeki sanatçılar gerçek, hareketli, iyi okuyan, entelektüel kitleyi etkileyemiyorlar. Sadece, sahte bir simülasyon, eskil bir hare yaratıyorlar. İleriki süreçte balon gibi şişirilen bu isimlerin rollerinin de azalacağını hissediyorum. Yeni bir kan gelecek, gelmeli! Her şey çok içine kapandı! Ayrıca, biliyorsunuz ki, dünyada yıllardan beri ekolojik edebiyat, ekolojik yazın konuşuluyor –Türkiye tabii daha bihaber bunlardan- kimi eko-anarşistler kâğıdın ortadan kalkmasını, ağaç kesmenin durmasını, doğaya zarar verilmeden yayın yapılmasını savunuyor. Hatta, geri dönüşüm malzemeleri ekseninde yayıncılık da tartışılıyor. Aktarım yazarlığı, yazınsal tasarımcılık, gölge yazarlık, hikâye anlatıcılığının sanal ve basılı ortama kayması, yazarlığın ‘blog’lara, internet sitelerine açılması gibi ara zeminler oluşmaya başladı. Ara meslekler de… Başladı derken; her şeyden habersiz, kendi dar alanında yaşayan Türk sanat ortamından bahsetmiyorum. Burada daha, dünyada yaşanan gelişmelerin onda biri ya var ya yok. Yoksa, batı dünyası bunları aşalı yıllar oldu. Onlarda birçok alternatif alan, çokseslilik mevcut… Bugün ifadelendirdiğim şeyler, orada 50 yıl önce aşılıp, bitmiş. Bizdeki gibi daha ‘‘şiir kitapta olur.’’, ‘‘öykü dergide basılır.’’, ‘‘etkinlik salonda yapılır.’’ gibi ilk(s)el tartışmalar geçeli hayli zaman oldu dünyada. Bu sebeple, ülkemizde yayıncılık sektörü yahut sanat üstüne tartışılan çoğu gelişmeyi geri kalmış, komik ve sahte buluyorum. Biz istesek de istemesek de, ‘‘online’’ yayıncılık, ‘‘online’’ sanat, ‘‘online’’ gelecek! ‘‘Online’’ olanın sınırları gelecek için de, her neyse?! Galeri Bu: 4) Bir anlamın sözcüğünü değiştirmek isteseydiniz bu, ne olurdu? Neslihan Yalman: Seks… O kadar sorunlu bir sözcük ki, erkekler bunu salt ete indirgiyorlar, kadınlar bunu doğru dürüst kullanamıyorlar, bu sözcükten ödleri kopuyor. Sanki, kimse sevişmiyormuş, sevgili, eş bulmuyormuş, penise, vajinaya sahip değilmiş, arzuları yokmuş gibi diğerine bok atıyor. Birine laf söyleyenin diğerine yazdığı ‘‘whatsapp’’/ ‘‘messenger’’ mesajları ortaya dökülse, hepsi fena… Bu insanlara gerçekten yazık! Herkes öyle ciddi, öyle kılıklı, öyle düzgün görünüyor ki; ama, arkada da öyle kibirli, dedikoducu, seksomanyak, sıkıntılı, öfkeli, öyle zavallı ki, ben bir ara bir söyleşide şöyle dediğimi hatırlıyorum; avucuma büyük harflerle ‘SEKS’ yazıp, size göstersem yahut bunun fotoğrafını çektirip, sanal ortama, sanal galerilere yaysam hatta, grafiti olarak onu kamusal bir devlet duvarına yazsam, asıl bu şiirdir. Seksin anlamının sözcüğünü değiştirirken şunu da eklemek isterdim; işiniz gücünüz mü yok, hasta mısınız, sapık mısınız, etten öte etten ziyade bir dünyanız bulunmuyor mu da, durmadan kişilik ihlalleri, kendini üstün görmeler, bir eylemi böylesi yüceltmeler… Herkes aslında çok çaresiz ve küçümen diye de eklemek istiyorum. Bunu yazarken, arkamda hiç kütüphane fonu da kullanmıyorum. Okuduklarım zihnimdedir! Bir de, anlamın da şiirini değiştirelim bonus hakkım varsa, lütfen. Artık, onun hakkında yazılan yazılar, yapılan analizler de çok sıkmaya başladı. Onunla ilgili ortaya atılan yorumlar, ona zorla terminolojik karşılık, bir sınır atfetme çabaları.. Sürekli bir tanımlama, sürekli ona, buna, her şeye bir el koyma kabızlığı da beni bunaltıyor. Anlamın sınırını da değiştiriyorum. Anlamın kendisini karşı anlamla imhaya uğratmalı… Bu da, üç etti. (Şu emojiyi de yazıya ekleme imkânınız olur mu? J ) Galeri Bu: 5) Sizin sormak istediğiniz bir soru var mı? Neslihan Yalman: Çok yalın: Her şey neden böyle? Röportajın kısa hali için: https://www.instagram.com/p/CBBAaiiADFp/ Galeri Bu ‘‘Instagram’’ Ana Sayfası: https://www.instagram.com/galeribugalata/?hl=tr
YORUMLAR