Son Dakika



Nasrettin Hoca’nın “Kayıp Kedi” fıkrasını bilir misiniz? Hoca bir gün kasaptan bir buçuk kilo et almış, eve getirip karısına teslim etmiş. Akşama pişir de kendimize bir ziyafet çekelim, demiş. Kadın pisboğaz, akşamı bekleyememiş. Eti fırınlamış, komşularını da çağırmış, bir güzel mideye indirmişler. Akşam ziyafet beklentisiyle eve dönen hoca mutfakta et yemeği falan bulamamış tabii. Sormuş eşine. Cevap: Sorma hoca, boş bulundum, eti masada bıraktım, bizim kedi yemiş. Bunun üzerine bizim Hoca kediyi bulmuş, şöyle bir bakmış, akıl erdirememiş. Sonra kediyi tartmış. Hanım demiş, kedi bir buçuk kilo çekiyor. Eğer bu kediyse bizim et nerede? Eğer bu etse, bizim kedi nerede?

Evet, ilk Türk yazıtı M.S. 700’lerde yazılmış, “Türk” adı ilk orada geçmişse bu dil, bu kavim birden bire uzaydan mı geldi? Gerçi bu tarihten sonra da birçok Türk boyu kendine Türk dememiş, sadece boy adlarını, devlet adlarını kullanmışlar. Evet, bu uzaylı senaryosunu da ciddi ciddi ileri sürenler yok değil. Tarif edilen, hem de ayrıntılı tarif edilen, genetik kayıtlara göre tarif edilen bu geniş sahada yaşayanlar Hint-Avrupa uluslarının atasıysa, Hint-Avrupa dili buradan doğmuşsa, aynı bölgelerde yaşayan Türkler ve onların dili neredeydi, nereye gitti!

Kedi nerede, kedi?

O bölgelerde en az beş bin yıl yaşamış, uygarlık kurmuş, kültür oluşturmuş, tarım yapan, şehirler inşa eden kavimlerin çok uzun bir tarihinden bahsediyoruz. Türkler uzaydan geldi açıklaması kadar esaslı başka bir açıklamayla sorunu çözebiliriz: Göç yine uzaydan gelen bir emir sonucu bir iki ay içinde gerçekleşti. Önce bir nüfus sayımı ve adres tespiti çalışması yapıldı. Sonra arkada kimse bırakmamacasına herkes bir anda Avrupa’ya göçtü!

Açıktır ki, birçok kavim, bahsi geçen bölgelerde yaşamıştır (ki her ne kadar büyük görünse de Dünya coğrafyasına oranla küçüktür. Enlemesine 6-7 bin kilometre, boylamasına 3 bin kilometrelik bir saha). 10 bin yıl içinde bu bölgelerde yaşayan kavimler ve konuşulan, gelişen diller, işte konumuz bu.

Görünen o ki, bunun ancak iki mantıklı ve bilimsel açıklaması olabilir: birincisi: Türkler, Türkçe veya Türkçe’nin köklerini konuşsalar da kendilerine Türk demiyorlar, bir birlik göstermiyorlardı. Orhun Yazıtları’ndaki alfabeyi yüzyıllar içinde geliştirdiler, ancak ilk kez taşa yazma gereği duydular. Varsa başka taş yazıtlar, onlar da bulunmuş değil.

Türkler yazılarını, işbu alfabeyle ve önceki alfabelerle deri veya tahta üstüne yazarlardı. (Öylesi hayata ve bilimsel mantığa çok daha uygun. Başka kolay olanaklar varken niye taşa yazsın ki insan?) Ama onlar da yok oldu...

Bu dediğimiz çok büyük olasılıkla doğru, hatta önemli kısmı ispatlanmış durumda, ancak konunun görece yakın bir tarihini açıklıyor. Milattan önceki yılları bütünüyle açıklayamıyor.

Birinci olasılıkla birlikte, onu reddetmeden ve onunla birlikte ikinci olasılık: Türkçe veya Türkçe’ye benzer diller konuşan, ön Türkçe konuşan kavimler vardı, kendilerine Türk de demiyorlardı. Yazı kullanmak gerektiğinde başka dillerde, başka yazılar, alfabelerle kendilerini ifade ediyorlardı.

Çince, Hintçe, Sümerce, Hititçe vb. Bu dillerde bazı çok eski yazılarda Türkçe izleri bulunmakta. Türkçe sözcük ve cümlelere rastlanmakta. (Kapsamlı ve ciddi bir araştırma yapılsa belki de çok metin bulunacak.)

Zaten Göktürk Yazıtlarında Bilge Kağan’ın en çok yakındığı şeylerin başında Türklerin yabancı kültürleri kolayca benimsemeleri, yabancılara hizmet etmeleri, yabancı adlar almaları gelmiyor muydu! Bu bir milli gelenek halinde devam etmiş, Birçok Selçuklu ve bazı Osmanlı yazarları Türkçe yerine Farsça’yla, Arapça’yla yazmışlardır. Her iki devlet de Arap alfabesini yeğlemiştir.

Bu iki olasılık da bizce güçlüdür, ancak siz reddetseniz de ortada çok sayıda eski kavmin kullandığı bir Türkçe ve üstelik Latince’yle, İngilizce’yle, Almanca’yla kuvvetli ortaklık gösteren bir Türkçe bulunmaktadır.

Tekrarlıyoruz, batıdan doğuya önemli bir göç olmadığı ve çok eski lehçelerde bu ortaklığın izi daha yoğun bulunduğu için, söz konusu gerçeği Latin kültürel-siyasi yayılmacılığına (tabii ki çok yeni olan İngilizce hakimiyetine de) bağlayamıyoruz. Kök ortaklığına ya da akrabalığına bağlıyoruz.

Bu kısmı bitirmeden bir başka iddiadan daha bahsetmek gerek. Yazı öncesi, daha doğrusu alfabe öncesi “tamgalar”. Muhtemelen alfabeli yazı öncesinde piktogramlarla birlikte (şekil veya resim harfler) ortaya çıkmışlar, yazı bulunduktan sonra da uzun süre devam etmişlerdir.

Türk boylarını ve belli kavramları ifade eden Tamgalar yazı değildir ama yazımsılardır. Dahası, bir bölüm Türk yazarı Hititlerinki dâhil, Anadolu’daki ve başka bazı yerlerdeki alfabeli yazıları kendilerince çözmekte ve bunlardan Türkçe sözcükler, cümleler, anlamlar üretmektedir.

Bunlar geniş uluslararası kabul görmese de dikkate alınması gereken çalışmalardır. Doğru mudurlar bilmiyorum, ancak reddedenlerin de sağlam yerde durmadıklarını biliyorum.

Peki Türk kimdir? Yine genetik çalışmalardan yararlanarak söylüyoruz ki, Türklük genetik bir birlik değildir, bir ırk ortaklığı bile değildir.

Türklük Türkçe konuşmaktır. Türkçe konuşanlar Türktür tarih boyunca. Türkçe konuşmanın yarattığı bir kültürel birliktir Türklük. Türk ırkı sarışın, mavi gözlü, esmer, uzun boylu, kahverengi gözlü, bodur yapılı, çekik gözlü, uzun Mongol yüzlü, değirmi beyaz suratlı, ela gözlü, yeşil gözlü, kara gözlü, kara sakallı, kızıl saçlı, buğday tenli bir ırktır.

Tüm bu farklı görünümde boyların en önemli ortak noktası, tarihsel ilişkilerin yarattığı kültür, gelenek ve özellikle dildir. 

(Kaan Arslanoğlu'nun "Radloff Sözlüğü'nden Çıkan Bulgulara Göre Batı Dillerinin Kökündeki Güçlü Türkçe" kitabından alınmıştır. Vs Yayınları, İstanbul, Mart 2020, s. 18)

 

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)