Mümtaz İdil'i kaybettik...
“Bu dünyada bir nesneye
Yazıya oturdum gözlerim yaşlı.
Bilmiyor muydum ölüme yürüdüğünü?
Beklemiyor muydum bu acı kaybı?
Niye yanaklarım ıslak o halde?
Hissettiklerimi yazabilecek miyim?
30 yıllık dostlukla sınanmış zorlu hayatta Mümtaz Abi'de ne buldum, ne gördüm?
Benim için kimdi Mümtaz İdil?
İnsanın derinliklerine nüfuz eden bir düşünsel yoldaş.
Erdemi zırh gibi kuşanan, fikir namusuna inanmış bir yazar.
Gözlerinin derinliğinde parıltı saklı dost.
Ufacık insan: Fiziki olarak zayıf, iradesinin tersine.
Hep sessiz.
Usulca yaşayan adam.
Sabır abidesi.
Ustasıydı, bağırıp çağırmadan fısıltıyla konuşmanın ve işini hiç göze çarpmadan yapmanın.
Sert cahilliği, o hep yüzüne kondurduğu müstehzi tavırla karşılayan adam. Sebebi, kavgadan kaçması, korkması değil elbet, kimseyi incitmek istememesiydi.
Kalemi güçlüydü oysa, kanlı sözcüklerle oynayabilirdi, ama yapmazdı işte.
Kin duymazdı. Öfke kusmazdı.
Edebi ruhu izin vermezdi; sertliğe, katılığa, acımasızlığa.
İtici kabalığın karşısında, fikir nezaketinin sembolüydü.
Dilinde, kaleminde ölçülü entelektüel.
İyimserliğin kalesi.
Kirliliğe bulaşmadı.
Bu çorak medya hayatında bir vaha olmayı tercih etti; Odatv'ye katıldı.
Hep özveriliydi.
Gözü toktu.
İktidara, yapay itibara tamah etmedi.
Despotların değil, haklı olanın yanında durdu.
Kalemini çıkarı için kullanmayan idealist-romantik gazeteciler kuşağına mensuptu.
Şövalye ruhluydu.
Katıksız, çıkarsız, duru adam.
Özgürlüğe kelepçeliydi.
Teslim olmadı, esir düşmedi. Yenilmedi. Bunu, “kahraman olacağım” diye değil, insanlığın alçaltılmasına karşı olduğu için, günlük bir davranışı yapar gibi, öylesine yaptı.
Yüce gönüllü adam.
Mahşerin Dört Atlısı'na direnen; hep yaşatmak isteyen; en ağır koşulların devrimcisi.
Ufku geniş adam.
Strateji bilen satranç ustası.
Briç hocası.
Pipo düşmez ağzından. Olursa yanında güzel viski hani.
Bir de… Elinde o çok bildiği Rusçasıyla okuduğu Dostoyevski'si.
Gustosu olan adam.
İnsan sever, hümanist.
Her daim kazananların safında yer tutan ikbal avcısı kurnazlara mesafeli ama.
İnsani değerlerin köreltilmesine hep kederlenen adam.
Bir damla gözyaşına dayanamazdı.
Naif. Çocuk saflığını korumuş adam.
Yaşamın fırtınalı geçitlerinden yüreğinin akıyla çıkan sevdalı.
Yanılmadı mı hiç? Yanıldı. Kandırıldı. Karşısındakini kendi gibi gördü; aynası çoğu zaman kırıldı.
Üzerine leke bulaşmamış adam.
Hapse atılmak istendi. Öyle ya, “Karanlık Oda'nın” Ankara temsilcisi!
Evde bulamadı polisler. “Kaçtı” dediler.
Hastanedeydi. Hasta yatağına kelepçelenmek istendi.
“Yalan” diyordu kötülüklerin abidesi kağıttan paçavralar; “hapse girmemek için numara yapıyor.”
Nefretin, utancın kol gezdiği günlerdi…
Yıkılmadı.
Zulmün, cesaretini aşındırmasına izin vermedi. Bir an aklından geçirmedi; artık yorulduğunu söylemeyi. Biliyordu ki… Şerefli bir ölüm, şerefsiz bir ömürden daha kıymetli.
Yürekli adam.
Büyük aydınlanma yürüyüşümüzün gözü en kara yoldaşı.
Yorulmak bilmezdi.
Vücudunun uzvu olmuş bilgisayarıyla, nerede olursa olsun, bir sözcük, bir satır bile olsa hakikatin halka ulaşması için çırpınıdı.
Hep muhalif, kendine bile.
Ülkesine, halkına ve davasına sevdalı, uslanmaz bir deli adam.
Ölümü de, hayatı gibi ahlaki bir yiğitlikle karşıladı.
Sonsuzluğa yürüdü gitti…
Ardında büyük insani değerleri miras bırakarak.
İnsan…
Sevdiklerinden kaçını kaybederse, o kadar defa ölüyor.
yanar içim
göynür gözüm;
Yiğit iken ölenlere,
gök ekini biçmiş gibi…”
(Yunus Emre)
YORUMLAR