İyi – kötü kavramları sorunsalında Bertolt Brecht'in 'Sezuan'ın İyi İnsan'ı / Prof. Dr. İsmail H. Demirdöven
Felsefe
tarihinde bir felsefi bilgi alanı olarak Etiği doğrudan
ilgilendiren kavramlar vardır. Bunlardan, insanları yaşamın
içinde sürekli olarak ilgilendiren kavramlar “iyi” ve “kötü”
kavramlarıdır. Şöyle düşünülmüştür: Şayet
“iyi”nin ve “kötü”nün ne
olduğu kesin ve bilgisel olarak belirlenebilirse, o zaman insanlar
“kötü” olanı yaşamlarından çıkarabilirler ve mutlak
anlamda mutlu ve huzurlu bir yaşama kavuşabilirler. Ancak
bu işte başarılı olunamamıştır. Çünkü bir “kavram çifti”
1
olarak “iyi” ve “kötü”, göreli ve değişken kavramlar
olarak ahlak
sistemlerini ilgilendiren
kavramlardır 2.
Felsefe (Etik) tarihinde, “İyi”nin ve “kötü”nün neliğine
ilişkin üzerinde düşünülmeye değer olan ve bazılarından
burada söz edeceğimiz görüşler bulunsa da, Etik açısından
bakıldığında “iyi”nin ve “kötü”nün “boş”
kavramlar olduğu, (içlerinin zaman içinde şu veya bu biçimde
doldurulup bir süreliğine geçerli kılınan kavramlar)
söylenebilir 3. Etik
tarihinde filozoflar “iyi
olan”ın
ne
olduğu
üzerinde durmuşlar ve “iyi
olan”dan
anladıkları şey bakımından onu, bir etik
değer
saymışlardır. Örneğin Platon’da “iyi” kavramı felsefe
tarihinde ilginç bir yol göstericidir. Platon’a göre “iyi”,
“ideaların
ideasıdır”.
“İyi” ideasının taşıdığı özellikleri ise şöyle
sıralamıştır: “ölçülülük
ve dengelilik”, “kendi kendine yeterliilik”, “kendisinin en
son amaç” olması
veya
“kendisi için amaç” olması…4 Aristoteles’e
gelince, ona göre “iyi” Platon’la aynı çizgidedir :
… kendileri için aranan, kendi kendine yeter olan, kendi başlarına
amaç olan, bir başka şeyin aracı olmayan örneğin
sevgi,
dostluk gibi
erdemlerdir. Aristoteles’e göre bunların yanında, böyle bir
erdemi (etik değeri) rehber edinerek iş yapmak ve kişinin bundan
duyduğu sevinç
de “iyi”dir.5 Batı felsefesini içten etkilemiş ve ona yol göstermiş olan,
Antik dönemin bu iki filozofunun bu konuda söyledikleri, zaman
içinde giderek dinsel söylemlere çok sıkı bir biçimde
eklemlenip yorumlanarak dinsel söylemlerin ayrılmaz bir parçası
olmuştur. Öyle ki, Antik Yunan felsefesinin dört bir yana
dağılması ve aynı şekilde Hıristiyanlığın da Filistin
topraklarından çıkıp Anadolu üzerinden batıya yayılmasıyla
felsefi düşünceler dinsel söylemle buluşmuş, onunla bütünleşip
yorumlanmıştır.6
Artık karşımızda dile kolay hemen hemen 10 yüzyıl (bin yıl)
devam etmiş olan Batı Ortaçağı bulunmaktadır. “İyi”nin
ve “Kötü”nün insanın dünyasında, değerlendirmelerinde ve
ilişkilerinde önemli yer tutukları göz önünde
bulundurulduğunda, insanın dünyasındaki yerleri konusunda F.
Nietzsche’ye kulak verilebilir. Bu yer, Nietzsche’ye göre
insanın “yaşam alanı” dediğimiz ilişkiler ve eylemler
alanıdır. İnsan eylemlerinin, değerlendirmelerinin en önemli
belirleyicileri ahlaklar ve dinlerdir. Her dinsel söylem
(“iyi”siyle “kötü”süyle) belirli bir ahlakı taşır. F.
Nietzsche “İyinin ve Kötünün Ötesi”ni isterken belirli bir
ahlakı (Hıristiyan ahlakını) eleştirir. “İyi”nin ve
“Kötü”nün dine bağlı olmadığı insanın temel varlık
özelliklerine dayalı, insana yabancılaşmamış başka bir “ahlak”
düşünür. Böyle bir ahlakın taşıyıcısı ise “yaratıcı”
“üst
insan”
olacaktır. *** İşte,
Bertold Brecht’in “Sezuan’ın
İyi İnsanı”
oyunu; daha önce sözünü etmiş olduğumuz, Antik filozofların
“iyi” kavramlarıyla, deyim yerindeyse “hemhal” olmuş,
Hıristiyanlığın ahlak anlayışının, bir bakıma ironik ve
“epik”7
çerçevede bir eleştirisine dayanır. Anlamını dinsel söylemde
bulan “iyi” ve “kötü” kavramları, “kapitalist” ya da
“piyasa” ilişkileri denen, her şeyin alınıp satılabildiği
ve “meta” olarak görüldüğü bir toplumsal ilişkiler ve ahlak
düzeninde sorunsallaştırılır. F. Nietzsche “tanrının
öldüğünü”
ilan etmekle aslında kökeni antik çağa dayanan Hıristiyanlığın
ahlak anlayışını besleyen değerlerin geçerliliklerini
yitirdiğini anlatmak istiyordu. Tanrının
varoluşuna karşı yapılan bu karşı çıkış Brecht’in
oyununda tanrıları
endişelendirmiş
ve üç tanrı eski dinsel ahlak değerlerinin taşıyıcısı
insanı/insanları bulmak üzere yeryüzüne inmişlerdir. Çünkü
tanrının
(oyunda tanrıların)
varlığı, varoluşları ancak böyle insanlarda ve onların
inançlarında yaşamaktadır. “Sezuan’ın
İyi İnsanı” oyununun aslında her şeyin alınıp satılabilir
ve birer “meta” olarak görüldüğü, insanın insanı sömürdüğü
bir toplumsal ilişkiler düzeninin eleştirisi bağlamında bir
öğreti
oyunu
olduğu söylenebilir. Brecht, kendisinin 27. Çalışması olan bu
oyunu yazmaya 1938’de Danimarka’da başlamış, 1940’da
İsveç’te tamamlamıştır. “Sezuan”
eyaleti, bir grup insanın başka insanların sırtından geçindiği,
genelde Kapitalist piyasa ilişkileri düzeninin simgesidir. Oyun,
“Önoyun”
ve “araoyun”lar
dışında birbirinin içine geçmiş dokuz ayrı sahneden
oluşmuştur. “Sezuan’ın
İyi İnsanı”
kısaca şöyle özetlenebilir: Sezuan’da
yoksulluk, açlık ve karmaşa, her geçen saat biraz daha büyümekte
ve insanların yaşamlarını tehdit eder bir durum oluşturmaktadır.
Tanrılar
bundan huzursuz olmaktadırlar. Çünkü yoksulluğun bu kadar büyük
olduğu yerde tanrı korkusu ve buna bağlı olan ahlak değerleri
de geçerliliklerini yitirecek, dolayısıyla tanrıların
varlığı
tehlikeye girecektir. Tanrılar açısından yapılması gereken, bu
sefalet içinde bile tanrıların buyruklarına ve dinin değerlerine
sadık, iyilik yapan8
birilerinin, en azından birisinin olup olmadığını araştırmaktır.
İşte bu amaçla üç (kıdemli) tanrı Sezuan’a inerler “iyi”
insanları/insanı aramak için. Oyunun kişilerinden Wang, Önoyunda
kendini tanıtır: “Burda,
Başkent Sezuan’da sucuyum. Yorucu bir iş. Sular çekilince, ta
uzaklardan taşımak zorundayım. Çoğalınca da kazancım azalır.
Bu şehirde fakir olmayan yok gibi… Yalnız tanrılar yardım
edebilirmiş bize öyle diyorlar. Hayvan alım-satımı için çok
gezen biri var o söyledi, ulu Tanrılardan bir kaçı yola çıkmışlar
bile. Buraya da uğrayacaklarmış. Sevinçli bir haber. Yakınmalar
baş Tanrıyı meraka düşürmüş olmalı… Üç gündür,
akşamları şehrin bu kapısına geliyor bekliyorum. Onları önce
ben göreyim istiyorum. Sonraları, nasıl olsa bana ayıracak
vakitleri kalmaz; bizim büyükler üşüşür, işleri başlarından
aşar. Hemen tanıyabilsem bari görünce. Göze batmasın diye
birarada gelmeyebilirler şehre, belki teker teker girerler”9 Tanrılar
“yardımsever” sucu Wang aracılığıyla Shen
Te
adlı, hiçbir karşılık beklemeden, tam da tanrıların (tabi ki
dinsel söylemlerin) istediği gibi insanlara yardım eden, ancak işi
fahişelik olan10
bir kadınla tanışırlar. Kendi ahlak anlayışları çerçevesinde Shen Te gibi “iyi” bir
insanı varoluşlarının nedeni olarak gören tanrılar ona para
verirler. Shen Te de bu parayla küçük bir tütüncü dükkanı
açarak ve karşılıksız
iyilik
yapmaya devam edecektir. Ancak Sezuan’da açlık ve yoksulluk devam
etmekte, Shen Te’nin “iyilik” anlayışı, elindeki tek varlığı
olan tütüncü dükkanının elinden gitmesi sonucunu doğuracak,
hatta Shen Te’nin yaşamı, böyle bir ilişkiler düzeninde yok
olacaktır. B. Brecht
gibi dahi, bir düşünür ve tiyatro adamı kuşkusuz ki oyunu
burada sonlandıramazdı. Shen Te’yi tütüncü dükkanını
devrettiği acımasız, sert bir adama, kuzeni “shui Ta”
dönüştürür. Epik tiyatronun karakteristik özelliklerinden
birisi olarak “yabancılaştırma effektleri” nin birisini burada
görürüz. Shen Te, maske takarak Shui Ta kılığına girer. Shen
Te, her şeyin insanın hayatta kalabilmesi için daha kötüye
gittiği böylesine bir toplumsal ortamda tanrıların bütün
buyruklarını yerine getirmenin olanaksızlığını görmektedir.
“Ara oyun”da, elinde Shui Ta’nın maskesiyle, Tanrılarla
iyilerin güçsüzlüğünü anlatan bir türkü
söyler: Bizim
ülkemizde/ Talihli olmalı kişi, yararlı olmak için/Güçlü
destekleri olursa ancak, yararlı olabilir./ Eli kolu bağlı
iyilerin,/Tanrılarınsa güçsüz. Neden tankları topları yok
Tanrıların/Zırhları, bomba uçakları, denizaltıları?/Yoketsinler
kötüleri, korusunlar iyileri!/Böylesi daha iyi olurdu hepimiz
için. …Yiyebilmek için bir öğle yemeği/ Zenginler gibi katı
yürekli olmak gerekiyor/ Ezmeden oniki kişiyi/ yardım edilmez
olmuş bir kişiye…11 Shen
Te, bu arada bir pilota (Sun) aşık olur. Ancak Sun da Shen Te’yi
kendi çıkarları doğrultusunda sömürmeden geri durmayacak, Shen
Te’nin “karşılıksız aşkı” da böyle bir toplumsal
ilişkiler düzeninde gerçekleşemeyecektir. Sucu
Wang, beş aydır ortalarda görülmeyen Shen Te’yi arar. Onu görüp
görmediklerini seyirciye sorar. Bu arada kuzen Schui Ta zengin
olmuştur ve artık “tütün kralı” olarak bilinmektedir. Ancak
bu zenginlik afyon tüccarlığı gibi kimi karanlık işlerle
bağlantılıdır. Sucu
Wang düşünde üç tanrıyı görür. Tanrılar Wang’a Shen Te’yi
sorduklarında Wang, Shen Te’nin kuzeni tarafından öldürüldüğünü
söyler. Sezuan’da başka bir “iyi insan” bulamayan tanrılar
dehşet içinde kalmışlardır… Shui
Ta afyon tüccarlığından ötürü yargılanmaktadır. Üç tanrı
Shui Ta’yı yargılayan yargıçlardır. Yargılamada Shen Te’nin
iyilikleri ve Shui Ta’nın acımasızlığı üzerinde durulur.
Shui Ta, kuzeni Shen Te’ye yardım etmek için sert ve acımasız
davrandığını, Shen Te’nin tek gerçek dostu olduğunu ileri
sürer. Shen Te ortada yoktur. Schui Ta bir itirafta bulunacağını
söyleyerek yargıçların önünde giysilerini ve maskesini çıkarır: “Evet
benim. Shui Ta ile Shen Te… ikisi de ben! Şu eski buyruğunuz yok
mu/ Hem yaşa, hem iyilik et!/ Yıldırım çarpmış gibi ikiye
böldü beni./Bilmiyorum nedense iyilik edemedim;/ Ne kendime, ne de
başkalarına./Çok güç kişinin yardım etmesi hem kendine, hem
başkalarına./Çok güç dünya işleri. Yoksulluk çok, umut
yok./Elini uzatsan, kolunu kapıyorlar/Yoksullara yardım
eden/Kendisi yoksul oluyor./Göz göre göre açlıktan ölsün de
biri,/Sen diren kötülük yapmakta?/ Kimseye vergi değil
bu./Nereden neyi alsaydım? Kendimden verebilirdim ancak/ Yıkıldım
kaldım. İyi niyetlerin yükü/Çökertti beni.Ama haksızlık
ettiğim zaman/ Böbürlene böbürlene dolaşıp, en iyi etleri
yedim/Bir terslik var gibi sizin dünysnızda:/Neden kötüler
övülüyor da,/İyiler yeriliyor?/Ben de herkes gibi şımarmak
isterdim/Hiç kimsenin görmediği şeyleri gördüm:/Analığım
sokakta büyütmüştü beni, gözüm pek./Ama yufka yürekliliğimle
kahroluyordum./Yoksulluğun karşısında kudurmuşa
dönüyordum;/Değiştiğimi sezerdim o zaman./Ağzım köpürürdü,
donakalırdı iyi sözler,/Oysa çevremin meleği olmak isterdim
hep./Sonsuzdu cömertliğim. Başım göğe ererdi./Mutlu bir yüz
görünce./Cehenneme atın beni: Ne yaptımsa/Komşularıma yardım
etmek için./Sevgilimi sevebilmek için,/Oğlumu yoksulluktan korumak
için yaptım./Sizin büyük tasarılarınız için ey Tanrılar!/Ben
zavallı insan küçük kalıyordum.12 Tanrılar
şaşkınlık içindedirler. Buldukları tek iyi insan, nefret edilen
kişidir. Bu durum karşısında ne söyleyeceklerini bilemez olan
tanrılar, bir “pembe bulut” çağırıp onunla göğe yükselmeye
karar verirler. Shen Te, tanrıların önünde diz çökerek
yardımlarını ve öğütlerini diler. Sorar: “Kuzenim olmadan,
nasıl yok olmadan iyi olabilirim efendilerim?” “Her ne bahasına
olursa olsun dene!” der tanrılar. Shen Te: “Ama ben kuzenim
olmadan ayakta kalamam efendilerim!” Tanrılar: “Ara sıra
gelsin ama sık olmasın!”. Shen Te: “Hiç olmazsa her hafta
gelsin!”. Tanrılar: “Aydan aya gelmesi yeterli”. Shen
Te, el sallayarak göğe yükselen tanrıları selamlar. Son
deyiş (Epilog) Değerli
seyirciler, kızmayın sakın! / Biliyoruz böyle bitmemeli oyun. /
Yolumuzu aydınlatan bir masaldı, / Elimizde bu acıklı sonuca
vardı / Şaşkına uğradık, umut kırıklığına; / Perde
kapandı, karşılık verilmedi sorulara. / Size bağlı olsaydı
yaşamamız, / Tiyatromuzun tadını çıkarmalısınız. / Gerçek
şu ki: salık vermezseniz bizi dostlara, / Kilit vurmamız gerekir
kapılarımıza. / Bir son bulamayışımız belki korkumuzdan; /
Nasıl bitmeli dersiniz? -Bizimki olağan- / Kesemizi boşalttık
gene bulamadık. / İnsan mı değişmeli, dünya mı? / Tanrılar mı
yoksa? Ya da hiç mi olmasın Tanrı ! / Şaka değil, durumumuz
gerçekten bitik. / Tek çıkar yol bu kargaşalıkta: / Bir de siz
düşünün oturduğunuz koltukta. / Ne türlü yardım etmeli ki
insanoğlu / İyi yaşasın ömrü boyunca? / Saygıdeğer seyirciler
kendiniz arayın, haydi kendiniz bulun sonu / Güzel bir son olmalı;
olmalı, olmalı !.. NOTLAR
1“Kavram çifti”
terimi bir diğeri olmadan öbürünün ne olduğunu bilemeyeceğimiz
bir bağlamı imler. Terim, değerli felsefecilerimizde Nusret
Hızır tarafından
literatüre kazandırılmıştır.
2 Burada her ne kadar
yaşamın içinde biribirlerinin yerine kullanılıyor olsalar da,
felsefi açıdan Etik
ve Ahlak
kavramlarının
ayrımlarının yapılması gerekliliği bulunuyor. Etik,
insanlararası ilişkilerde değer sorunlarını odağına alan bir
felsefi bilgi alanını imlemektedir. Ahlak/Ahlaklar
ise söylendiği gibi, “iyi” ve “kötü” kavramlarıyla
işleyen, göreli ve değişken değer
yargıları sistemleridir.
3 Bkz. İoanna Kuçuradi, İnsan
ve Değerleri, TFK
yay. Ankara 1998.
4 İnsan ve Değerleri,
s.83
5 ss. 82-84 6 Bu öyle bir “bütünleşme”dir
ki, giderek bugün bile felsefe dendiğinde dinsel söylemler
anlaşılıyor. Bu iki söylem alanının birbirlerinden ayrılması
ise 17.yüzyıldan başlayarak, “Aydınlanma”
ile birlikte oluyor.
7 “Epik tiyatro”
anlayışı; “dramatik
tiyatro”
anlayışından farklı olarak zaman-mekan
birliğinin
kırıldığı, olayların canlandırılmak yerine izleyiciye
anlatıldığı,
izleyiciyi sahnede gösterilenleri değiştirmek adına düşündürüp
etkin kılmayı, bir bakıma bilinçlendirmeyi amaçlayan bir
anlayıştır. Bunun için de “ara oyunlar”, müzik…
gibi “yabancılaştırma
effektleri” kullanılır.
“Epik tiyatro”nun bu özellikleri, B. Brecht’in oyunlarında
uç durumlar
kurgulanarak gösterilir. Dramatik tiyatroda olduğu gibi sonuçta
izleyici “katharsis-arınma”
duygusu ile
rahatlamaz. “Öyle olmaması gerekliliği” düşüncesi ile bir
harekete geçme gerekliliği düşüncesini birlikte yaşar.
İzleyicinin kafasında çeşitli sorular uyanması sağlanmak
istenir.
8 “İyilik yap denize at,
Balık bilmezse halik bilir”
deyişini anımsayalım.
9 Bertold Brecht, Sezuan’ın
İyi İnsanı, çev:
Adalet Cimcoz, İzlem Yay. Istanbul Mart 1975, s.21
10 Burada dinsel
söylemlerin ahlak
anlayışındaki, birisi karşılıksız
iyilik yapmak
anlamında olumlu,
diğeri fahişelik
gibi olumsuz,
dinsel söylemlerin insandan istenen ve istenmeyen iki özelliğine
dikkat çekecek biçimde kullanan Brecht’in, izleyicinin dikkatini
nasıl çektiğini ve bu dikkatle izleyiciyi nasıl düşündürdüğünü
belirtmek gerekir. 11 Sezuan’ın İyi İnsanı, ss.74-75.
12 Sezuan’ın İyi
İnsanı,
ss.147-148 Prof. Dr. İsmail H.Demirdöven Gercekedebiyat.com
YORUMLAR