Son Dakika



1894 yılında II. Abdülhamid döneminde açılan ve yirmi yıl boyunca Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Rus Arkeoloji Enstitüsü’nün(3) kurucusu, daimi ve tek müdürü F. İ. Uspenskı' olmuş, onun çalışmalarıyla Osmanlı topraklarında önemli keşif ve bulgular gerçekleştirilmiştir. Rusya’ya tarih ve arkeoloji alanındaki büyük hizmetlerinin yanında, ülkenin ilk ve tek yurt dışı kurumunun yöneticiliğini üstlenmiş olması Uspenski’ye Rusya’da özel bir saygınlık kazandırmıştır.

FYODOR IVANOVİÇ USPENSKİ KİMDİR?

Uspenski, 1845 yılında günümüzde Kostroma’da bulunan Galiç yakınlarındaki Gorki köyünde doğdu. Bulunduğu köyün kilisesine bakan, toprağı eken ve ancak bu sayede güçlükle geçimini sağlayabilen, sürekli maddi ihtiyaç içinde bulunan kalabalık bir aileden geliyordu.

Üniversite öncesi öğrenimini ruhban okullarında tamamladı. Başarılı bir öğrenciydi ve Moskova’da okumayı hayal ediyordu.

Bilimsel ilgi alanının oluşumunda, daha sonra St. Peterburg Üniversitesi’nde kilise hukuku alanında profesör olan Kostroma ruhban okulu tarih öğretmeni Gorçakov’dan büyük ölçüde etkilendi.

Ancak ailesinin onu bir üniversite şehrine gönderecek kadar bile parası yoktu. Uspenski yol parasını toparlayabilmek için Galiç’te Rus dili öğretmenliği yaptı. Bir yıl boyunca biriktirdiği bu para ile Moskova’ya gidebilecekti.

Kostroma-Yaroslavl arasmdaki gemide, tesadüfen tanıştığı bir yolcudan St. Peterburg’da öğrencilerin devlet tarafından destekleneceği Tarih-Filoloji Enstitüsü’nün açıldığını öğrendi.

Böylece Moskova yerine St. Peterburg’a gitti. Uspenski St. Peterburg Üniversitesi Tarih-Filoloji Fakültesi’nde öğrenim gördü. Üçüncü sınıftayken St. Peterburg Slav Yardım Komitesi’nin düzenlediği Batı Slavlarının devlet birliğinin oluşturulmasında ilk üç girişim konulu deneme yarışmasına hocasının ısrarı üzerine katıldı. Uspenski’nin çalışması deneme boyutlarını aşarak 266 sayfalık bir kitap halini aldı. Uspenski kitapta çok sayıda birincil kaynaktan; yazmalar, kronik ve belgelerden yararlandı. Uspenski bu çalışmasıyla birincilik ödülünü aldı ve çalışma daha sonra, 1872 yılında Kuzeybatıda İlk Slav Monarşiler (HepBbıe CHaBHHCKMe MOHapXI/IM Ha ceBepo-sanane) başlığıyla kitap olarak yayımlandı. Uspenski’nin bu ilk bilimsel çalışması, Polonya ve Çek devletlerinin tarihiyle ilgili önemli bir kaynak eserdir. Bunun yanı sıra, eserlerinin büyük çoğunluğunu oluşturan Bizans ve güney Slavlarının tarihi konusunun ötesine geçmekte ve Orta Çağ’dan imparatorluğun sonuna değin Bizans tarihi kendi içinde bağlantılı tarihsel süreçle ilişkilenmektedir.

Uspenski 1874 yılında “Chonae’den Nikitas Honiatis” (Humma Alcommıa'r M3 Xon,1874) adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı ve kısa süre önce Odesa'da açılan İmparatorluk Novorossiysk Üniversitesi’nde (günümüzde İ. İ. Meçnikov Odesa Millî Üniversitesi) doçent olarak çalışmaya başladı. Bu üniversitede Bizans ve Bizans sanatı tarihini araştıran H. P. Kondakov, H. F. Krasnoseltsev, A. l. Kirpiçnikov, P. K. Brun ve diğerleri ile tanıştı ve verimli bir çalışma grubu oluştu. Odesa’daki bu grup belirli günlerde bir araya gelerek kaynakları okuyor, bireysel olarak zor anlaşılan konuları tartışarak Bizans çalışmalarına yoğunlaşıyordu. Uspenski üniversitede çalışma olanaklarını kullanarak akademik araştırmaları için sık sık yurt dışına, özellikle Fransa ve İtalya’ya gitme imkânı buldu. İlk yurt dışı araştırması sonrasında yazdığı “İkinci Bulgar Çarlığının Teşekkülü” (Oöpasosanne BToporo öonrapcxoro ııapc'rna) başlıklı teziyle 1879 yılında dünya tarihi alanında doktor unvanı aldı ve ardından aynı üniversitede profesör oldu.

Odesa’daki Bizans çalışmaları çevresinde buluşan bilim insanları arasında bir Bizans topluluğu oluşturma ve özel bir yayın yapma fikri ortaya çıktı. Bu topluluğu en aktif biçimde organize eden Uspenski oldu. Çarlık yönetiminin yeni bilimsel girişimlerin örgütlenmesine karşı tutumu belirgindi. Odesa eğitim bölge başkanı öğretim elemanlarının yeni girişimlerine karşıydı, bu nedenle Uspenski “Doğu Bizans’ın incelenmesi Rus milli temasıdır” tezini öne sürerek Odesa valisine başvurdu. Bizans'ın bileşeni olan aynı kök soydan gelen ve aynı inanca sahip halkların yazgısını incelemenin Rusya’nın en önemli bilimsel görevi olduğunu öne sürüyordu.

Odesa Bizans araştırmaları topluluğunun oluşturulması pek çok bürokratik engelle karşılaştı. Kararı Halk Eğitim Bakanı Delyanov verecekti. Delyanov bu konuların gündemde olduğunu, İstanbul’da bir Bizans enstitüsünün açılması üzerine tüzük hazırlandığını belirterek bu girişimin ertelenmesi gerektiğini açıkladı.

Bu olumsuz yanıt üzerine 1890 yılında Novorossiysk Üniversitesi’nde F. I. Uspenski başkanlığında Tarih-Filoloji Cemiyeti kuruldu; Bizans araştırmaları cemiyetin alt bölümünde yer aldı.

Odesa’da çalıştığı dönemde arkeolojik kazı ve buluntularla ilgili çok sayıda sempozyuma katıldı ve özellikle Bizans tarihi üzerine bilimsel eserler verdi.

Uspenski’nin büyük tarihsel rolü, Rus bilim sancağını yurt dışında başarıyla dalgalandırmak olarak yorumlanmaktadır. Rusya’nın yurt dışında bir arkeoloji enstitüsü açmasının tartışıldığı günlerde ilk olarak Atina düşünülmüştür. Ancak Atina’da 1846 yılında Fransa kendi Ecole’ünü kurmuş, 1875 yılında Alman arkeoloji enstitüsünün bir şubesi, 1880’li yıllarda İngiliz ve Amerikan arkeoloji okulları açılmıştır. Yine bu yıllarda klasik Helenist Rus bilim insanları araştırmalarda bulunmak üzere Atina’da görevlendirilmiştir. Rus arkeologlarının Atina’ya aşina oluşu ve burada oluşan arkeoloji ve bilim atmosferi, bazı enstitülerin Atina’da açılmasını ve çalışmasını başlangıç aşamalarında kolaylaştıracak etkenlerdir. Bununla birlikte Yunan arkeolojisi de 1880’li yıllarda kayda değer gelişme göstermiş, Antik Yunan medeniyetine ilişkin çalışmalar hız kazanmıştır. Rus arkeoloji enstitüsünün burada açılması Antik Yunan’a odaklanmak ve uzun bir süredir burada faaliyet gösteren Batılı merkezler arasında yer bulmaya çalışmak anlamını taşımaktadır.

İSTANBUL RUS ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ’NÜN KURULUŞU

Avrupa bilimi ve kültürünün ağırlıklı olduğu Atina’dan ziyade, Doğu Roma’ya odaklanarak Slav ve Ortodoks kökleri itibariyle Rus enstitüsünün İstanbul’da çok daha geniş araştırmalar yapabileceği, zengin ve özgün keşiflere damga vuracağı, “bakir” bir alan bulacağı açıktır.

1895 yılının ilk aylarında İstanbul’da Rus Arkeoloji Enstitüsü’nün açılmasıyla F. İ. Uspenski’nin bilimsel faaliyetlerinin ikinci döneminin başladığı ve bunun en parlak aşaması olduğu kabul edilmektedir.

Uspenski İstanbul’daki Rus Arkeoloji Enstitüsü’nün (Rusça kısaltmasıyla RAİK) başlıca kurucu organizatörü ve faaliyetinin son gününe dek tek müdürü olarak tarihe geçti.

İstanbul’daki Rus Arkeoloji Enstitüsü, Rus tarih biliminin yurt dışında kurumsal boyutta ilk temsil merkezi olarak farklı bir önem arz ediyordu. Rus Bizantologların çalışmalarının bu kurumdan önce de yabancı bilim insanlarınca takdir edildiği, nitekim “Rus hükümeti, belki de, temelde Orta Doğu’ya yönelik dış politikasının bir aracına dönüştürmeyi ummamış olsaydı, böyle bir enstitüyü uzun süre açmayacaktı" görüşü, değerlendirmeler arasında yer almaktadır.

Bugün, Rus Bilimler Akademisi Arşivi Sankt Peterburg Şubesi’nin internet sayfasında da enstitünün bilim ve politika dünyasında yüksek otorite sahibi olduğu belirtilmektedir.

İSTANBUL RUS ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ’NÜN ÇALIŞMALARI

Bilim insanı ve diplomatların girişimleriyle hayat bulan enstitü 26 Şubat 1895’te açıldı. Beyoğlu Sakız Ağacı Sokak No. 25 adresinde faaliyete geçen enstitünün açılış töreni sırasında Uspenski “Bizans bizim için arkeoloji ya da soyut bir bilgi problemi değildir, aksine gerçek ve kendi asıl tarihimizi öğrenme için önemli bir konudur” diyerek Rus biliminin çalışma alanının Batı’dan ziyade Bizans’ın merkezi olan İstanbul olduğunu belirtti. Hazırlanan tüzükte enstitünün çalışmalarının ana hedefi, eski Bizans topraklarında Rus bilim insanlarının antik döneme ait coğrafya ve topografya araştırmaları yapması, Bizans dünyasının tüm bölgelerinde tarih ve arkeoloji alanlarının, el yazmaları, epigrafl ve nümizmatik örneklerin, mimari ve anıtsal sanat eserlerinin incelenmesi olarak belirlenmiştir.

Nelidov, Bab-ı Ali’den Osmanlı İmparatorluğu topraklarında kazı yapma ve buluntuların yarısına enstitü adına sahip olma iznini almıştır. İstanbul elçisi A. İ. Nelidov enstitünün açılmasında ilk girişimleri gerçekleştiren, enstitüyü himaye eden ve daha sonra onursal üyesi olan diplomattır ve bu girişim onun da diplomatik çalışmaları arasında en parlak faaliyeti olarak görülmektedir.

Enstitü kadrosu Çar III. Aleksandr tarafından belirlenmiş ve müdür olarak atanan Uspenski ile ona yardım etmekle görevli ilk yıllarda bir, 1900 yılından itibaren iki bilim sekreteri yer almıştır. Enstitü tapınakları, sarayları, hipodrom, meydan ve anıtlarıyla geniş bir araştırma alanı olan bir dönem Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da antik ve erken Hıristiyanlık dönemi araştırmalarında pek çok hedefine ulaşmıştır. Enstitünün araştırmaları yalnızca İstanbul ile sınırlı kalmamış, Anadolu ve Balkan yarımadası etraflıca incelenmiş, Suriye, Filistin, Selanik ve Aynoroz’da bulunulmuş, Bulgaristan’ın ilk başkenti Aboba-Pliska keşfedilmiştir. Enstitü çok zengin kütüphanesi ve müzesiyle yabacı bilim insanları için de araştırma ve çalışma alanı olmuştur. 1897 yılında 8468 olan kitap sayısı, enstitü faaliyetleri son bulduğunda yaklaşık 25 000’e ulaşmıştır. Çok sayıda yabancı bilim insanı onursal üye, asli üye, araştırmacı olarak enstitüde çalışmıştır. B. V. Farmakovski, O. V. Vulf, B. A. Pançenko, P. D. Pogodin, R. H. Leper, P. Ya. Yakovenko, N. K Kluge, F. İ. Shrnit, N. L. Okunev çeşitli yıllarda enstitünün çalışmalarmda yer alımştır.

Uspenski anılarında Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yapılan araştırmalarda özel olarak izin alınmadan anıtların fotoğraflanamadığını ve resmedilemediğini belirtir. Özellikle 1906 ve 1907 yıllarında hemen hemen tüm camilere ve Ayasofya da dâhil olmak üzere eski kiliselere ziyaretlerin yabancılara her ne sebeple olursa olsun yasaklandığını, o sırada enstitü tarafından incelenmekte olan Kariye’ye gerekli izin alınarak ve kavas eşliğinde girilebildiğini yazar.

Enstitünün tam anlamıyla gerçekleştirebildiği en geniş kapsamlı çalışma Kariye Müzesi (Chora Manastırı) incelemeleridir. Bizans dönemi manastır kilisesinin tüm dünyaca önem verilen, XIV-XV. yüzyıllara ait mozaik ve freskleri barındırdığı görülmüş, ressam N. K. Kluge tarafından kopyaları alınmıştır. Antik Çağ manastırının tam ölçümü ve detaylı mimari planı çıkarılmıştır. 1906 yılında Studios Manastırı’nın (Ankara İmrahor Camii) bazilikası incelenmiştir. İznik’teki Meryem Ana’nın Göğe Yükselişi Kilisesi’nin (1920-1922’de Yunanlarla savaş sırasında tahrip olmuştur); Sakız Adası’ndaki Nea Moni Manastırı’nın mozaikleri incelenmiş, Selanik’te Aziz Demetrius Kilisesi’nin (Kasimiye Camii) bazilikasında antik Bizans mozaiklerinin ve fresklerinin keşfi yapılmıştır. Araştırma alanı olarak antik dönem Hristiyan eserlerine özel ilgi gösterilmiş; İstanbul’da Bizans Akropolü bölgesi, Meryem Ana Kilisesi, 1912’deki yangından sonra adeta yok olan Bizans İmparatorluğu Büyük Sarayı’na ait kalıntılar incelenmiştir. Makedonya’daki Pateli Köyü yakınında Erken Demir Çağı nekropol kazılarında elde edilen çeşitli gömü objeleriyle Makedon kabilelerinin kökenini belirlemek için yeni bulgular sunulmuştur. Bulgar başkentleri Aboba (Pliski) ve Preslav kazıları antik Bulgar tarihinin açıklanmasına katkıda bulunmuştur.

İSTANBUL RUS ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ’NÜN RUSYA'YA GÖNDERDİĞİ ESERLER

1994 yılında St. Peterburg’daki Ermitaj Müzesi’nde İstanbul’daki Rus Arkeoloji Enstitüsü’nün yüzüncü yılı kapsamında bir koleksiyon sergilenmiştir. Bu koleksiyon için özel olarak hazırlanan katalogda İstanbul’daki Rus Arkeoloji Enstitüsü’nün buluntuları olup daha sonra Rusya’ya gönderilen emsalsiz eserlerin önemli kısmının Osmanlı İmparatorluğu topraklarından elde edildiği görülmektedir.

Bunlardan biri, İsa Mesih’i tasvir eden İyi Çoban heykelidir. Omuzlarında koyunla tasvir edilen, beyaz, ince taneli mermerden yapılmış delikanlı figürü İzmit Körfezi, Bandırma yakınlarında Çinge köyündeki kilise harabelerinde bulunmuştur. Yaklaşık V. (?) yüzyıla tarihlendirilen eser RAIK’in girişimleriyle 1912 yılında Ermitaj Müzesi’ne kazandırılmıştır.

Dünyada bir ilk olan Palmira gümrük tarifesi ya da Palmira vergi tabletleri (Palmyrian Tariff) Uspenski’nin çabalarıyla toprak üstüne çıkartılmış ve Rusya’ya kazandırılmıştır.

(Bir kısmını yayınlama izni aldığımız Prof. Dr. Özlem Parer'in bu yazısının tamamını Historia Tarih ve Kültür Dergisi N.8 Güz 2020 sayısında okuyabilirsiniz.)

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)