Son Dakika



Sercan Ünsal, Türkiye’de, özellikle Köy Enstitüleri üzerine çalışmış ve çalışılmış olanlar içinde, hemen hiç değinilmeyen ve saklıda kalmış Eğitmenler, Kırsal Kalkınma ve Sağlık Kolu”nu gün ışığına çıkaran, ikinci önemli bir çalışmaya imza attı. Önce, Bozkırda Bir Eğitim Pınarı Pamukpınar Köy Enstitüsü” (2022), ardından bir yıl sonra da Köy Enstitüleri Kırsal Kalkınma ve Sağlık Kolu” (2023) üzerine kapsamlı bir çalışmaya, bir ilke imza attı.  

1923 Aydınlanma devrimi Anadolu Rönesansı’nın eğitim ayağındaki aydınlanmanın, bize özgü modeliyle Köy Enstitüleri, dünyanın savaş döneminde ortaya çıktı. Köy Enstitüleri Anadolu aydınlanmasının samanyolu; eğitmenler, usta öğreticiler, öğretmenleri ve müdürler de birer kutup yıldızıydılar. Nasıl ki Kurtuluş Savaşımız ve Ekim Devrimi mazlum ulusların ve insanlığın umudu oldularsa, Köy Enstitüleri de kurtuluş yolunu seçen ulusların eğitimde örnek alacakları seçkin bir kurum oldu.  

Sercan Ünsal ile iki ciltten oluşan son yapıtı, Köy Enstitüleri Kırsal Kalkınma ve Sağlık Kolu” kitabı üstüne bir söyleşi yaptık. Ben sordum, o yanıtladı. İyi okumalar… 

*** 

AEA: Hemen sorayım, her iki çalışmanıza, cephede savaş, zihinlerde eğitim başlığı ile giriyorsunuz. Ana konu Köy Enstitüleri ekseninde ama 1920’lere giderek İstiklal Savaşı günlerinden bir başlangıç yapıyorsunuz? Neden? 

SÜ: Köy Enstitüleriyle ilgili ön çalışmalarım, 2015’li yıllara kadar gider. İlk çalışmalarım Varlık’ta ve internet sitelerinde 2019’da yayınlanmaya başlamıştı. Pandemi öncesi başlayan çalışmalarımda Cumhuriyet okullarının aşama aşama yıpratıldığı günlerden geçerken; çağdaş, laik, bilimsel, karma, parasız ve ulusal eğitim ilkelerden nerelere evrildiğimizi görüyorduk. Bende, savaş yıllarında bile eğitimi öne alan, gericiliğe ve cehalete karşı mücadele eden, çözüm arayan Mustafa Kemal Paşa’nın yeni bir sanat ve marifet yolu bulma girişimlerinden kuruluşa yansıyan Cumhuriyet Devrimleri süreci ve önemine öncelikle dikkati çekmeyi hedefledim. Ülke işgal altında, bir tarafta Sakarya Savaşı sürüyor, bir tarafta Maarif Kongresi. Nerede görülmüş! Bu başlangıca yönelmenin diğer iki etkenine de müsaade edersen değinmek isterim. 

Daha önce de söylemiştim. Benim ilk öğretmenim ve babam Pamukpınar Köy Enstitüsü (KE) 1948 mezunu Niyazi Ünsal. Aynı zamanda Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Erzincan Şubesi ile 1995 yılında kurulan Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nın kurucu başkanı. Bu durumu övünmek için değil ortamı belirtmek için söylüyorum. Babamın siyasi mücadele dönemi de dahil, 1994’te Cumhuriyetimize, Atatürk’e, Hasan Ali’ye; Tonguç’a duyduğu vefa, Köy Enstitüsü idealine bağlılığıyla tüm imkânlarıyla her zeminde göreve koştuğunu biliyordum. Liseye kadar enstitülü öğretmenlerim yanında ailece görüştüğümüz, çocuklarıyla hâlâ ilişkilerimizin sürdüğü dostlarımız olan enstitülülerin epeyce bulduğunu söylesem abartmış olmam. Çalışmalarımda onların desteğine minnettarım. Örneklediğim mücadele içinde hep enstitülülerle birlikte en öndeler. Aralarında sorun olanlarla bile Cumhuriyet için hep kol kola omuz omuza olmuşlar. Niçin?  

Kendilerini var eden Kimsesizlerin Cumhuriyet’i  için değil mi? Ne hazindir ki bırakın Köy Enstitüleri’ni bugün Tevhidi Tedrisatı, Cumhuriyet okullarını koruyamayacak haldeyiz ve bazı kavramların kâğıt üzerinde olduğu bir dönemi yaşamaya devam ediyoruz.  

Ayrıca Şişli Siyasal’dan hocamız Cilavuz Nahiye Müdürü’nün oğlu saygıyla andığım Prof. Dr. Server Tanilli’nin Uygarlık Tarihi derslerinde bizlere coşarak anlattığı Cumhuriyet Devrimlerine, Aydınlanmaya giden yolda vurguladığı Mustafa Kemal Paşa’nın savaş yıllarında düzenlenen Maarif Kongreleri ve İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmalar dikkatimi çekmiş, metinleri okuyup çok önemsemiştim. Özetle ortamı vurgulamak istedim.

AEA: 2022-2023. Bir yıl arayla Köy Enstitüleri’nin az bilinen yanlarını gün ışığına çıkaran iki sıra dışı çalışma. Asıl anlamını, mevcut boşluğu dolduracak bu kapsamlı çalışmalara sizi yönlendiren nedenleri konusunda neler söylerdin bize? 

SÜ: Biliyorsun ben eğitimci değilim. Namıdiğer Şişli Siyasal’ı 1979’da bitirip askerlik işini hallettikten sonra o günün şartları içerisinde mecburiyetten bankacılığa müfettiş olarak adım attım. 2011 sonuna kadar da bankacılığa devam ettim. Bu süreçte de lisede başlayan yakın tarih okumalarım sürdü. Devam eden 12 Eylül sürecinde turnelerimde çantamda Doğan Avcıoğlu kitaplarının eksik olmadığını söylemekle yetineyim.  

Şimdi Pamukpınar KE’nü yazdıktan sonra daha önceleri de görüştüğüm Adnan Binyazar öğretmenime çalışmalarıma değinip, kitabımı göndermiştim. Sonra ilginç bir sohbetimiz oldu, ona kısaca değineyim: 

Binyazar öğretmenim, benim mesleğimi öğrenince beni sınava çektikten sonra beni mutlu eden, yüreklendiren değerlendirmesini Eğitim Pınarı” başlığı ile 7 Nisan 2023 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde yazdı. Diğer öğretmenlerimden aldığım benzer övgü dolu değerlendirmeleri de, anlayacağın sınıfı geçmiştik.  

Pamukpınar KE/Gösteri öncesi /Başı açık Emin Özdemir/1947-Ömer Cahit Yıldız Arşivi)

Ben bankacıyım ama çevremde çocukluk arkadaşlarım, yakın çevrem de dahil çok eğitimci, akademisyen ve sendikacı arkadaşlarım var. Azalan bir seyirle de olsa ilişkilerimizin hep sürmesi benim için her zaman kıymetliydi. Çünkü onların çoğunun Cumhuriyet öğretmeni olduğunu biliyordum. Onların hep yanında olmaya çalıştım. Bu arada 1990’lı yılların başında Köy Enstitüleri iltisaklı bilinen çeşitli sivil toplum kuruluşları (STK) kurulma süreci başlayınca benim enstitü kökenli öğretmenlerimle ilişkilerim tekrar canlandı, onlara yardımcı olmaya çalıştım. Doğal olarak gelişen süreçte çeşitli etkinlik ve yayınları takip etme süreci başladı. İzleyebildiğim süreçte yapılan etkinlikler en azından benim için genelde çelişkilerle gelişiyordu. Bu arada ak saçlı öğretmenlerimizde aramızdan ayrılmaya devam ediyordu. Devre göre TÖS rozetini takıp çıkaranların sahneye yanaştığını da bu arada izliyorduk! 

2000li yıllarda toplumda Köy Enstitüleri’ne -özellikle gençlerde- ilgi her geçen gün artarken, tersine bir durum yaşıyor aramızda gençleri göremiyorduk. En azından benim katıldığım etkinliklerde aynı konuşmacıların aynı konuları -tekraren- anlatmasının kanıksanır olduğunu, katılımcı yaş grubunun altmışın altına inemediğini görüyordum. Bir türlü 17 Nisan törenlerinin ötesine geçmeye kimsenin çabası, niyeti görülmüyordu. Akademik anlamda eğitimle ilgili Köy Enstitüleri Eğitim Sistemi’nin (KEES) ekseninde alternatif çalışmalar kurumsal anlamda başlıkların ötesine dahi geçemiyordu. Anlayacağın nostalji herkese yetiyordu! 

Ne yapmalı sorununa cevap ararken, KEES’nin en az bilinen konularıyla ilgili çalışmalar yapmaya başladım. Biliyordum ki örneğin kara kovandan fenni kovana geçiş sürecinde Köy Enstitüsü ve mezun öğretmenlerin öncü rolü benim yaşamımın bir parçasıydı. İlçemiz Refahiye’de fenni ve gezginci arıcılığı başlatan babam ve arkadaşlarıydı. Biz ailecek yaz ayları gezginci arıcılık yapardık. Ben bu durumu Türkiye Kalkınma Vakfı’nın Teknik Arıcılık Dergisi’nin Eylül 2002 tarihli dergisinde açık açık yazmıştım. Halen Ayaş’ta amatör arıcılığa devam ediyorum. Sivas Zara’da Pamukpınar mezunu Mürteza Üstündağ vardı. Oğlu ve torunu 64 yıldır arıcılığa devam ediyor. Üstüne üstlük, arı ürünlerine katma değer katarak ihracat bile yapıyorlar. Her ilçede yıllık bal geliri çok önemli bir kalem tuttuğu bir gerçek.  

Hepsinden öte, Göl KE’den İlyas Pınarbaşı öğretmenimizin öğrenciliğinde başlayan arı serüveni Fakir Baykurt ve Mahmut Makal’ın 1960’lı yıllarda yazdıklarının ötesine geçememişti. Halbuki ülkemizde ilk defa arı ürünlerinin katma değeri için ciddi çalışmalar yapan ve uygulayan, ihracat dahi yapan Baykurt’un Ellezi İlyas öğretmen bu yaptıkları diğerleri gibi Cumhuriyetimizin 100. Yılına ulaşamamıştı.  

Benzer şekilde Sağlık Kolu, Köy Sağlık memurları, Eğitmen vb. öyküleri bir zaman dilimin ötesine geçememişti. En azından bireysel çabalar olduğunu görüyordum. Ancak kamuoyuna yansımıyordu. Önce Köy Enstitüsü tarım öğretmenleri ile mezun öğretmenlerin Kırsal Kalkınma ve Sağlık Memurları’nın çalışmalarını yazmaya başlayarak internette yayınladım. Çok ilgi görünce genişletmeye çalışırken Pamukpınar KE’yle ilgili kurumsal anlamda ciddi bir çalışma yapılmadığını gördüm. Kitabıma önsöz yazan Cilavuz KE’nün yazarı Prof. Dr. Firdevs Gümüşoğlu’nun dediği gibi çalışmasıyla hem çok az bilinen bir enstitü olan Pamukpınar’ın sesini günümüze taşıdı ifadesi gerçekleşmiş oldu. Peşinden de zaten alt yapısı bir anlamda hazır olan ikinci çalışmamda devreye girdi. Sonuç’ta Taner Ay’ın dediği gibi Köy Enstitüleri tarihine dair emsalsiz bir çalışmada devreye girmiş oldu.

 (Pamukpınar’da sabah halayı/1944-Hamit Budak Arşivi)

AEA: Pamukpınar KE çalışmanızda belli bir bütünlük içerisinde dikkatimi çeken yakın tarih çalışmasıyla birlikte müdüründen ustaöğreticisine, mezunlardan hemşiresine kadar Pamukpınar’a yolu düşenlerin yelpazesini geniş tuttuğunuz görülüyor. İki cildi bulan bir çalışmaya sizi yönelten nedenleri öğrenebilir miyiz? 

SÜ: Çalışmamda 135 Pamukpınarlıyı okurla buluşturmaya çalıştım. Bunlardan 110 Pamukpınarlının ailesi, yakınları, öğrencileri ve arkadaşlarıyla görüşerek, diğerlerini ise açık kaynaklardan ve bana gelen öğrenci anılarından teyit alarak yazdım. Ayrıca; öğretmen-yazar Abbas lganın 1970’li yıllarda yazdığı İmecemizin Türküsü uzun şiirinden yararlandıklarımda oldu. Yeri gelmişken şiirin yazılma nedeni ve sürecinden de bahsetmek isterim.  

Abbas Cılga öğretmenim 1951 Pamukpınar KE girişli ve kendisine kitabımda yer vermek amacıyla eşi Sevil Hanıma ulaşmıştım. Bana çok yardımcı oldu ve Cılganın yayınlanmamış yaklaşık 130 sayfalık bu şiirini kullanmak üzere gönderdi. Çalışmayı alınca şaşırdım. İmecemizin Türküsü bölümler halinde Müdür Şinasi Tamer’in kurucusu olduğu Akçadağ ve Pamukpınar’ın kuruluş sürecini anlatıyordu. Müthiş bir çalışma ve yayınlanmamış. Araştırınca Cılganın 1970’li yıllarda İstanbul Maltepe’de enstitülülerden Vedat Günyol, Mehmet Başaran vd. öğretmenlerimizin buluştuğu bir deri atölyesinde Şinasi Tamer’le tanıştığını, ondan aldığı bilgilerle kişileri bularak her iki enstitünün kuruluş sürecini şiirleştirdiğini öğrendik. Aslına bakarsanız Cılga bu şiiriyle Pamukpınar’ın bir dönemini dizeleriyle yazmış, eğitimbaşından, öğretmenine, aşçısından, teknisyenine kadar. O zaman bu şiirin izinden birileri gidebilseydi Pamukpınar elli yıl önce canlı şahitleriyle birlikte daha geniş kaynaklarla yazılırdı, bende yukarıdaki yakınmaları özelde yapamazdım. 

sacası büyük uğraşlar vererek oluşturduğumuz Pamukpınar İmecesiyle üç yüzün üzerinde kişiye ulaşınca gelen doğru bilgileri teyit ettirdikten sonra artık hepsini yazmasak olmazdı düşüncesiyle kitabı biraz oylumlu tuttuk. Bak içinde hatıra defterleri bile var! 

AEA: Yıllardır kafamda dolaştırıp durduğum bir sorunu aktarayım. Belki daha önce okuduklarımdan kalmıştır aklımda. Üniversiteler, en azından eğitim fakültelerinden mezun ettikleri öğretmen adaylarının kaçta kaçı ile bir iletişim halinde kalmışlardır? Bırakın kurumsal disiplini, yönetim olarak böyle bir ilişki yönetimi var mıdır? Hep merak ederim. Halbuki Pamukpınar KE kitabınızda Müdür Şinasi Tamer ile Eğitimbaşı Osman Yalçın’ın mezunların ziyaret notları, yazıları ve anılarına yer vermişsiniz. Dönemin koşullarını dikkate alarak bugünün kıyaslanamayacak imkânlarıyla geldiğimiz noktayı değerlendirmeni istesem? 

SÜ: Aslında ben bugün değerlendirilebilecek akla yakın bir sonuç göremiyorum. Şimdi eğitim fakülteleri de dahil bizde idare-öğretmen-öğrenci/mezun ilişkisi kurumsal anlamda diplomayı alınca bitiyor. Geldiğimiz nokta ne kadar geri gittiğimizi gösteriyor. Kurumsal anlamda bir elin parmaklarını geçmeyen bazı eğitim kurumları hariç tabi. Arada mezun dernekleri de olsa ciddi kopukluklar var. İlkokulda başlamayan aidiyet duygusu üniversitede de genelde yok. Bak ne hale gelmişiz. Ama gelişmiş ülkelere baktığımızda her okulun kurumsal bir kültürü var. Bu kültürle kurumlar ayakta kalabiliyor. Önce bunu belirteyim. 

Değindiğim konuyu eğitim tarihimizde incelediğimizde Köy Enstitüleri’nin farklı bir yerde tutmak gerek. Başat bir yeri var. İlk mezunlarını verdiği 1943’ten 1946 sonlarına kadar enstitü yönetimleri, mezunlarıyla ilişkilerini sürdürmek zorundalar. Öğretmenlerin özel sorunları dahil tüm idari işlerinde varlar. Enstitüde başlayan ilişki, ziyaretle, mektuplaşarak da olsa bir şekilde devam ediyor. Köydeki öğretmen denetlenmekle, yönlendirilmekle birlikte enstitü yönetimlerinden güç de alıyorlar. Köyde tek başına bırakın saldırıları, sorunlarla mücadele eden enstitülünün bu destekle aidiyet duygusunu bir düşün isterim. Bu uygulama yönetmelik gereği olmakla birlikte örnekte olduğu gibi fiilen uygulanmış. Şimdi, ben çok önemli gördüğüm bu durumu ulaşabildiğim kaynaklarla biraz fazla vermeye çalıştım. Tabi enstitülerde geriye sarma döneminden sonra bu işler tavsıyor, sonra da bir müddet kâğıt üstünde kalıyor.  

Bu konuda diğer enstitüler dahil mezunlarıyla bir kısım yöneticilerin ve öğretmenlerin devam eden ilişkilerine dikkat çekmek isterim. Babam dahil birçok mezunun Şinasi Tamer ve Osman Yalçın’la ilişkileri bir ömür boyu sürdüğünü gösteren anılar ve mektuplar var. Ben ikinci çalışmamda bir kısmını özellikle yayınladım. Şinasi Tamer’i, 1950’lı yıllarda Gazi Eğitim Enstitüsündeki (EE) Pamukpınarlı öğrencileri Sarıyer Ortaokulu’nda ziyaretine gidiyorlar. Onlarla Gazi EE’ne yönlendirdiği ancak yerine getirmeyen mezunlara haber göndererek takip ediyor. 1970’li yıllarda ise öğrencilerinin üniversite mezunu çocuklarıyla bile ilgileniyor. Diğer enstitü müdürleriyle ilgili benzer anılar da var. Birkaç kişi olsa üzerinde durmam, bence bu ilişkinin en önemli nedeni birkaç senede olsa enstitü dışına taşan, sahada gelişen bu ilişkinin bir güven, vefa oluşturmasıdır. Tabi en önemlisi de Tonguç’un kurduğu kadronun önemli oranda doğruluğu ve yüksek ideali, gelişmiş aidiyet duygusunun yansımaları olduğunu mutlaka söylemeliyiz. Gazi EE’de başlayan Eğitmen Kursları’yla gelişen Köy Enstitüleri’yle şekillenen bu kadro bence ayrı bir inceleme konusu olmalıdır. 

Sevgili Ali Ekber, üniversite yıllarımda babamın Şinasi Tamer ve eşi Türkçe öğretmeni Müşerref Tamer’den konuşurken hep sesinin titrediğini hatırlarım, tuhafıma giderdi. Kendimce o dönemin zor koşullarında hep minnet duygusuna yorardım. Bu çalışmayı yaparken sınıf arkadaşı Hüseyin Kızılırmak’la görüşürken benzer ifadeleri onda da gördüm. Görüştüğüm 1949 mezunu Hasan Çetinkaya’nın Şinasi Tamer ve Osman Yalçın anlatımları aynıydı. Hasan öğretmenime duygularını sordum; Yıldızeli’nin ayazında yüreğimize değen sıcaklık Köy Enstitüsü ruhuydu! evladım, ifadesiyle cevapladı. Bakar mısın cevaba, mezuniyetinden 72 yıl sonra Hasan öğretmenin gözlerinin hâlâ parladığını görmek benim için çok keyifliydi. 

Dicle KE Müdürü Nazif Evren, 1950’li yılların başında Erzincan Milli Eğitim Müdürlüğüne atandıktan bir müddet sonra Erzincan Folklor ve Halk Müziği çalışmalarından yararlanmak üzere; Pamukpınar KE mezunlarından Hüseyin Kızılırmak, Mansur Köhne ve Mustafa Uçar’ın bulunduğu beş öğretmeni merkez ilçede yakın köylere tayin ederek Halk Eğitim Merkezindeki çalışmalarda görevlendirdiğini görüyoruz. Başka enstitüde olsa da onların yeteneklerini biliyor ve sorumluluk veriyor. Uzun yıllar başta Mustafa Uçar olmak üzere değinilen öğretmenlerimizin Erzincan Folklor ve Kültürüne katkıları yadsınamaz. 

AEA: Kırsal Kalkınma ve Sağlık Kolu çalışmanızda da özellikle tarım/ziraat-teknik branş öğretmenleri, doktor, hemşire, ustaöğreticiler, öğretmenler, sağlık memurları ve eğitmenleri görüyoruz. Anladığım kadarıyla günümüzün tabiriyle her iki çalışmada siz tabana inmeyi tercih etmişsiniz! Neden?

(Pamukpınar/1950-Fahir Kavlak Arşivi)

SÜ: KEES bütünlüğü içerisinde Pamukpınar KE’de sistemin ayrılmaz bir parçasıdır.  Yücel ve Tonguç döneminde tüm enstitülerde olan anlayışın ortak bir paydasını burada da görüyoruz. Bu dönemde KEES’nin önemli oranda uygulandığını, devamda ise 1936’da başlayan sürecin bir noktaya gelindiğini görüyorsunuz. Özellikle, 1943-44 bazında enstitü müdürlerinin toplantıları-etkileşimleri, müdürlerin radyo konuşmaları, Yüksek Köy Enstitüsü (YKE) süreci-toplantıları, Köy Enstitüleri dergisi yayını vb. yansımaları dikkat çekicidir.  

Son çalışmamda dördü evli çift olmak üzere değindiğin klasmanda, kırk beş enstitülüyü yazdım. Evli çiftlerin enstitüde başlayan ve evlilikle sonuçlanan ilişkilerine, bir yastıkta süren yaşamlarını özellikle vurgulamaya çalıştım.  

Çeşitli Köy Enstitülerinde yönetici uygulamaları yaklaşım farklılıkları olmakla birlikte Köy Enstitüleri’nin bütüncül yaklaşımı çerçevesinde tüm kademelerin kendi içinde bütünün bir parçası olduğunu gördüğüm için her gruba yer vermeye çalıştım. Biliyordum ki onların önemli bir kısmı Tonguç’a ve idealine inanmış insanlardı! Elektrik santrallarını, değirmenlerini işliklerde kuran enstitülüler müdürü, öğretmeni, ustaöğreticileriyle birlikte bunları yaptılar. Hangisini ayırabilirsiniz? Gelen tepkilerden iyi yaptığımı düşünüyorum. Şimdiki sosyal medya devrinde çalışma döneminde ulaşamadığım memur yakınlarından dedesini-nenesini isimlendirdiğimde torunlarından mesajlar alıyorum. Onların fotoğraflarına, saklı kalmış anılarına ulaşma imkânları oluyor. Anlıyorum ki doğru yoldayız.  

AEA: İkinci çalışmanızda gene simge isimler öne çıkıyor, ilginç öyküler var. Cılavuz KE’deki örnekleriniz çok dikkatimi çekti. 1943’te sınırlı alet, edevatla; beş km. mesafedeki kaynaktan su kanalı açarak, ağustos sıcağında kavrulan toprağa can veren enstitülüleri, aynı yıl benzer koşullarda hidroelektrik santralı kurarken görüyoruz. Kurucu Müdür Halit Ağanoğlu, fizik öğretmeni Remzi Çakar ile öğrenciler ellerinde bir sırık, bir şakul, bir saat, bir avuç saman… Suyun yüksekliğini, saniyede akan su miktarını ölçüp, yedi buçuk metre yükseklikten en az altı yüz ile bin litre su akacağını hesaplayıp işe başlıyorlar. Kırk-elli beygirlik bir santralı kuracaklarını hesaplıyorlar. Böylece Cılavuz’a 1944’te elektrik geliyor. Benzer bir uygulama Çifteler’de de var. Bu ideali, inanç ve irade gücünü neye bağlıyorsunuz? 

SÜ: Çalışmamı yazarken hamaset çağrıştıracak ifadeler kullanmaktan kaçınmaya çalıştım. Bir kere şunu söyleyeyim: Her enstitüde benzer örnekler var. Ben artık alıştım. Değirmeninden hamamına, çeşmesinden kanalizasyonuna kadar teknik bilgi isteyen işlerin her aşamasında varlar. Yetersiz kaldıkları durumlarda Hasanoğlan’dan Gaspar Usta, Pamukpınar’dan Rus Hasan yardıma koşuyor. Aralarında müthiş bir imece var. 

Köy Enstitüleri’ndeki kadro ve mezunların bence ortak paydası inanç ve özgüvenlerinin çok yüksek olması. KEES’den geçen mezunlarda başaracaklarına inanıyorlar. İş içinde işle öğrenerek, yaparak, üreterek zaten mezun olmuşlar. Derler ya, köye gelen öğretmenlerin hepsi kendilerini Atatürk sanıyorlar! Dikkatinizi çekerim, egemenler bu özgüveni hemen fark etmişler.  

Konuya dönersem. Burada dikkati çeken diğer bir konu da santralın keşif ve yapım sürecinde çalışan elli öğrenci var. Bunlardan Erzurum Şenkayalı Halil Çiftçi 1944’te mezun olur ve bir köye tayin edilir. İki yıl sonra; Pulur KE stajyer demirci öğretmenliğine atandığını belirten bir yazı alır. İnanamaz, kendince doğruluğunu araştırmaya çalışırken ertesi gün köye gelen Pulur KE Müdürü Aydın Arıkök tarafından Pulur’a götürülür.  

Konuya bir de bu taraftan bakabilirsek sistemin bütüncül yaklaşımının gerçekçi bir bakışla sahaya yansıdığını görüyoruz. Fizik öğretmeni Remzi Çakır, öğrencisinin kapasitesini biliyor ve onu ilk fırsatta değerlendiriyor. 1944’te enstitüye giren ve yeteneği bilinen bir öğrenci altı yıl sonra başka bir enstitüye meslek dersleri öğretmeni olarak atanmıştır! Bunu bir düşünün. Siz Halil Çiftçi’nin yerinde olsanız, ne düşünürdünüz? Bu örnek bir anlamda önceki soruya cevap örneği olarak da alınabilir. 

AEA: Söyleşimizdeki anlatımınızdan günümüzdeki Köy Enstitüleri iltisaklı STK, öğretmen dernek ve sendikalarının işlevlerini sorgular vurgularınızı görüyorum. Köy Enstitüleri ve günümüz eğitim çıkmazı bağlamında vurgularınızı biraz açar mısınız? 

SÜ: Öncelikle bu STK’ların yaygınlaştığı 1990’lı yıllardan bu yana ülkemizdeki iklimin değiştiği gerçeğini hepimiz biliyoruz. Gönüllülük esasına dayalı bu kuruluşlarda hep azalan dinleyicilere hep aynı şeyleri söyleyen, hep aynı kişileri izliyoruz. Neredeyse konu bile değişmiyor, desem abartmış olmam. Yaklaşık 30 yıldır bir türlü kuruluş amaçlarını bile okuyup uygulamayan bir anlayışını izliyoruz. Kurumdan önce kişi/lerin önde olduğu oluşumlar görülüyor. Hele KEES’ne ilginin üst düzeyde olduğu günümüzde aynı çizgide ısrarla devam edilince aramızda gençler, en azından eğitim fakültelileri, akademik camia, köy enstitülü mezunların yakınları vb. gruplar yok gibi. Niçin yok sorusunun sorgulanamadığı bir yapıda var. Oysaki arkadaşlar bugünkü antidemokratik yaklaşımları her 17 Nisan’da haklı olarak eleştirirken Köy Enstitüleri’nde araştıran, sorgulayan, eleştiren, analitik yaklaşımı önceleyen, özyönetimin uygulandığı … bir yapı olduğunu söyleyerek vurgu yapıyorlar. Meşhur cumartesi toplantılarını haklı olarak göklere çıkararak anlatıyorlar. Tabi yapacaklar çünkü KEES öyle, doğruyu söylüyorlar. Ancak, kendi düzenledikleri toplantılarda kapanışta sınırlı soru alıp, cevap bile vermiyorlar. Genel kurullarında konuşmalar için 3-5 dakika sınırı ve yeterlik önergesi devreye sokuluyor! Tonguç’un konuşturmaya çalıştığı öğrencilerin var ettiği mirası temsil ettiklerini söyleyenlerin sistemi bu şekilde anladıklarını görüyoruz. Bu da tabanda inandırıcı olmuyor. 

Çalışmalarımı ve gözlemlerimi de açabilmek için iki örneğe değinerek devam edeyim. Hani hem anlatılır Tonguç, İvriz KE’de Mahmut Makal’ın sınıfına girerek sorular sorar. Öğrencilerin konuşmaktan çekinmeleri üzerine; mealen yüz yıllardır konuşmayan Anadolu çocuklarını daha fazla konuşturmak, alıştırmak gerek ifadesini kullanır. Bakalım Tonguç neler yapmış. 

Akçadağ KE 1940 girişli Pamukpınar KE 1944 mezunu, Sivas Gürünlü Hamit Budak anılarında öğrenci başkanı olduğu ilk yıl Tonguç’la olan ilişkilerine değinir. Kuruluş aşamasındaki Akçadağ’da sorunlarla boğuşulurken Budak, Tonguç’a şikâyetlerini belirterek ağır eleştirilerde bulunur. Bir tepki görmez, ilişkileri devam eder. Mezuniyetinden sonra gittiği köyünün su sorununu çözmek için enstitü yönetimi ve Tonguç’a müracaat ederek, yardımlarını görür. Sonuçta Budak yıllar sonra, Tonguç’la görüşmelerinde haddini aşmasına rağmen o büyük adamın sesini çıkarmayarak kendisini dinlediğini, yönlendirdiğini, teşvik ettiğini belirterek, ölçüyü kaçırmış olmasından ötürü de pişman olduğunun özeleştirisini yapar.

(Pamukpınar ilk mezunlar/19447Hamit Budak Arşivi)

İvriz KE 1946 mezunu Ali Ünlüer, ikinci sınıftayken Tonguç’un da katıldığı bir cumartesi toplantısındaki konuşmasında elini kaldırarak söz alır. Herkes şaşkındır. Ünlüer Tonguç’a hitaben: mealen; geçen yıl siz bize eksikliklerimizi gidereceğinize söz vermiştiniz, hiçbirisini yapmadınız, aynı sorunlarımız devam ediyor, size inanmıyorum” der. Tonguç, öğrencilere sabretmelerini söyleyerek toplantıyı bitirip, Ünlüer’i Müdüriyet odasına çağırır. Görüşmede Ünlüer’i kutlayarak konuşur ve alnından öperek gönderir. 

Bir müddet sonra birinci sınıftaki kardeşi Yakup ağır hastalanır, yatakhaneler de soba yakılmamaktadır. Kardeşi Ereğli’ye sevk edilerek tedavi edilir. Bu gelişme Ünlüer’i çok etkiler. 1943 yılında açılan Sağlık Kolu seçme sınavı kazanır. Listeler önüne gelen Tonguç; Ali Ünlüer ismini görünce üstünü çizerek, müdüre mektup yazar. Öğrenci Ali Ünlüer için; Bu çocuk öğretmen ve iyi bir idareci olabilir, onu sağlıkçı listesinden çıkarın.” yazar! 

Peki, Tonguç’un iyi bir öğretmen ve idareci olur dediği, benim de Bir Karaman Sevdalısı olarak tanımladığım Ali Ünlüer neler yapmış kısa başlıklarla görelim mi? 

-Ünlüer, o zaman ilçe olan Karaman’ın kendi köyü İbrala’ya atanır. İlk iş olarak köyün ana yol bağlantısına el atarak o günün koşullarında imeceyle bağlantıyı sağlar. Köye taşıt girebilir yol yapılır. 

-Babasının arazi vermeyerek muhalefetine rağmen arkadaşından kiraladığı beş dönüm tarlaya örnek olması için elma fidanları dikerek elmacılığa başlar. Birkaç yıl içinde elma yetiştiği görülünce babası dahil köylüler elma bahçeleri kurmaya başlar. Şimdilerde elma deposu olan Karaman’da Ali Ünlüer’in emekleri bilinir bir durumdur. Arkadaşı Mahmut Makal bu girişimi ileride yazar. 

-Köyünde bulunan sel artıklarının doldurduğu roma hamamını öğrencileriyle temizleyip Valilikten aldığı yardımla yaklaşık on yıl faaliyete geçirir. Gene köyünde bulunan camiye çevrilen minaresi olmayan, Kilise Camii olarak tanımlanan tarihi esere köylülerini ikna ederek salma usulüyle minare yapılmasına öncülük eder. 

-Eski bir yerleşim yeri olan köyü İbrala’nın ismini Türkçeleştirmek için gerekli işlemleri yaparak kendi seçtiği Yeşildere’ye çevrilmesine öncülük eder. Köyüne ilk tarım kooperatifini kurar. Halk oylamasıyla köyde belediye kurulmasına öncülük eder. 

-Askerlik hizmetini takiben Karaman ilçe merkezi günleri başlayan Ünlüer’in Karaman Lisesinde başlayan beden eğitim derslerine girmesiyle süreç 19 Mayıs gösterilerinde tören komutanlığına” evrilmesiyle, sosyal sorumluluk girişimlerine zemin hazırlayan bir dönem başlar. 

-Karaman’ı Kalkındırma ve Turizm Derneği yönetim kurulu üyeliğiyle başlayan süreç Karaman Öğretmenler Derneğinin kuruluşu, lokal yapımı, Ak Çaba dergisi, TÖS, Töb-Der mesleki örgüt yönetimleriyle devam eder. 

-Karaman Kalkınma ve Kültür Derneği çalışmalarında 1960 öncesi Karamanoğlu Mehmet Bey”in ünlü fermanıyla başlayan süreçte; Türk Dili” gazetesi çıkarılması ve tören düzenleme dönemi başlar. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Konya 2. Ordu Tören Kıtası ve Bando Birliği, Silifke Halk Oyunları” ekipleriyle düzenlenen etkinliklerle devam eder. Değinilen dönem ve 1961 yılında başlayan Türk Dili Bayramı çalışmaları nedeniyle Ünlüer öğretmene 2007’de Dolmabahçe Sarayında hizmet ödülü ve plaketleri verilir. 

-1973 yılında kendi isteğiyle emekli olan Ünlüer öğretmen bir müddet özel sektör firmalarında yönetici olarak görev almış, sosyal sorumluluk çalışmalarına da aşağıda belirtildiği üzere devam etmiştir.  

-1953 yılından beri il olmak isteyen Karaman 1989 yılında il olmuştur. Bu süreçte her zeminde faal olan Ünlüer, 1989 yılında yapılan yerel seçimlerinde SHP’den belediye meclisi üyesi seçilmiştir. 

-Yerel gazetelerde yazıları yayınlanmış, 17 yıl Anadolu Basın Birliği Başkanlığını sürdürmüştür. 

-Karaman’da yüksek öğrenim kurumuna bağlı yüksek okul açılması girişimlerine öncülükle Selçuk Üniversitesi’ne bağlı İktisat Fakültesi ve Yüksek Okulu alt bölümleri açılması sağlanmıştır. Takiben 2000’li yıllarda il protokolüyle birlikte; Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Yaptırma ve Yaşatma Vakfı kuruluşu girişimine devam edilerek bugünkü üniversitenin kuruluşuna zemin yaratılmıştır. 

-1980li yıllarda 25 yıl süren Kızılay Karaman Şube Başkanlığına seçilmiş, 2010 yılında 220 öğrenci kapasiteli kız öğrenci yurdu yapımına öncülük ederek faaliyete geçirmiştir. Kızılay Genel Başkanlığınca kendisine önerilen yurda isminin verilmesini kabul etmemiştir. 

-Tespit edebildiğim kadarıyla; Türk Kızılay’ı, Karaman Belediyesi, Kızılay Derneği Konya Kan Merkezi, Karaman Atatürkçü Düşünce Derneği, Yeşildereliler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, İvriz Mezunları Derneği, Karaman Kültür ve Eğitim Vakfı gibi kuruluşlar öğretmenimize hizmetleri nedeniyle çeşitli onur, madalya, teşekkür vb. belgeler verilmiştir. 

İlk çalışmam döneminde bana çok yardımcı olan kızı Naciye Ünlüer Kır kardeşimin ifadesiyle; Babasının vefatından sonra onun yaşamı boyunca Karaman’da herkese dokunduğunu görmenin mutluluğunu yaşadığını” ifade etmiş, 2021 yılında da Ali Ünlüer kitabını yayınlamıştır. 

Sevgili Ekber; Hamit Budak’ın, Ali Ünlüer’in ve Tonguç Babanın büyüklüğü nasıl yazılır bilemiyorum. Bakar mısın siyasi, sendika ve özel etkinliklerini özellikle burada yazmadığım öğretmenler neler yapmış. Peki, Tonguç bu öğrencileri konuşturmasaydı, yönlendirmeseydi, bu yolu ısrarla açmasaydı, biz bunları yazabilecek miydik?  

Şunları da kısaca eklemek isterim. Hepimizin şikâyet ettiği bugünün tekçi veya tek adamcı yönetim anlayışını fırsata dönüştüren, kurumları sosyal prestij aracı olarak kullananları anlamakta zorluk çekiyorum. Belirli bir disiplinle, akademik disiplinle, atölye çalışmaları vb. bir üst düzeyde çalışma yapmak o kadar zor mu? Örneğin ortada düzgün bir arşiv var mı 

Şimdi Köy Enstitülerinin 84. Kuruluş yıldönümünde Emre Kongar köşesinde Köy Enstitüleri bir toplumsal kalkınma hareketidir tespitini haklı olarak yazdı. Hemen konuşulmaya başladı. Halbuki 1960’lı yılların TÖS gazetesinde çeşitli akademisyenler Sağlık Kolu dahil bu konulara çok yer vermişlerdir. Bireysel anlamda yapılan kıymetli, dikkati çeken çalışmalar elbette var. Kimseye haksızlık etmek istemem ama en azından koca otuz yılda benim gözlemim budur. Yani kayıp yıllar. KEES’de özyönetim, seçimle gelinen görevlerde bir dönem seçilme olduğunu söyleyeceksiniz, kendi iç sisteminizde bunu gözardı edeceksiniz. Yeniliğe, çağdaşlığa açık KEES’ni savunacaksınız sonra da 20-25 yıl yöneticilik yapacaksınız. Sevgili Ekber koca çeyrek asır! Buna şimdi gençler geçiniz efendim diyor! Bu anlayışı bu yapıyla aşmak çok zor. 

Sizin, çalışmalarını çok ilginç bulduğunuz Çifteler ve YKE mezunu Bekir Semerci ve 37 Halk Eğitim yetkilisini 1965 yılında inceleme gezisiyle İsrail’e gönderirler. “Şümullu (çok yönlü) Planlama Ekibi” olarak tanımlanan grupta bazı enstitü mezunları da vardır. İsrail’in kırsal bölgelerinde eğitim, sağlık, aile planlaması, örgütlenme-birlikler, demokratik kuruluşlar vb. Kırsal Kalkınma modelleri ve planlaması konularında kapsamlı incelemelerde bulunurlar. Eğitimlerde uzmanların incelediği konular için Semerci; Köy Enstitüsü’nde yıllar önce öğrenciliği döneminde düşünüp, arkadaşlarıyla tartışıp, bir kısmını da uyguladıklarına değinerek kitabında kaybedilen yıllara dikkati çeker.  

Şimdi ben, 17 Nisanlarda bunların konuşulduğunu hiç görmediğimi, sınırlı sayıda çalışmanın dışına KEES’ni taşıramadığımız için benzer nedenlerle çekim merkezi olunamadığını rahatlıkla söyleyebilirim.  

Epey uzun bir söyleşi oldu. Umarım sizleri, okuyucuyu aydınlatabilmişimdir. Teşekkür ederim. 

AEA: Asıl ben teşekkür ediyorum, bu güzel, ayrıntılı açıklamalarında, Köy Enstitülerinin saklısında kalan önemli yanlarını gün ışığına çıkaran çalışmalar ve sorularıma verdiğin içtenlikli yanıtların için. 

Ali Ekber Ataş
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)