İnanç ve özgüven okulları üzerine Sercan Ünsal'la söyleşi / Ali Ekber Ataş
Köy Aydınlanmasının beşiği Köy Enstitüleri “Kırsal Kalkınma ve Sağlık Kolu” üstüne Sercan Ünsal ile söyleşi.
Sercan Ünsal,
Türkiye’de, özellikle
Köy Enstitüleri
üzerine çalışmış ve çalışılmış olanlar içinde, hemen hiç
değinilmeyen ve saklıda kalmış “Eğitmenler,
Kırsal Kalkınma ve Sağlık Kolu”nu gün ışığına çıkaran,
ikinci önemli
bir çalışmaya imza attı. Önce,
“Bozkırda Bir Eğitim Pınarı
Pamukpınar Köy
Enstitüsü” (2022), ardından bir yıl
sonra da “Köy
Enstitüleri Kırsal Kalkınma ve Sağlık
Kolu” (2023) üzerine kapsamlı bir çalışmaya, bir ilke imza
attı. 1923 Aydınlanma devrimi Anadolu Rönesansı’nın
eğitim ayağındaki aydınlanmanın, bize özgü
modeliyle Köy
Enstitüleri, dünyanın savaş döneminde
ortaya çıktı. Köy
Enstitüleri Anadolu aydınlanmasının
samanyolu; eğitmenler, usta öğreticiler, öğretmenleri ve
müdürler de birer kutup yıldızıydılar.
Nasıl ki Kurtuluş Savaşımız ve Ekim Devrimi mazlum ulusların ve
insanlığın umudu oldularsa, Köy
Enstitüleri de kurtuluş yolunu seçen
ulusların eğitimde örnek
alacakları seçkin bir kurum oldu. Sercan Ünsal
ile iki ciltten oluşan son yapıtı, “Köy
Enstitüleri Kırsal Kalkınma ve Sağlık
Kolu” kitabı üstüne bir söyleşi
yaptık. Ben sordum, o yanıtladı. İyi okumalar… *** AEA: Hemen sorayım, her iki çalışmanıza,
cephede savaş, zihinlerde eğitim başlığı
ile giriyorsunuz. Ana konu Köy
Enstitüleri ekseninde ama 1920’lere
giderek İstiklal Savaşı günlerinden bir başlangıç
yapıyorsunuz? Neden? SÜ:
Köy
Enstitüleriyle ilgili ön
çalışmalarım, 2015’li yıllara kadar gider. İlk çalışmalarım
Varlık’ta ve internet sitelerinde
2019’da yayınlanmaya başlamıştı. Pandemi öncesi
başlayan çalışmalarımda Cumhuriyet okullarının aşama aşama
yıpratıldığı
günlerden geçerken; çağdaş, laik, bilimsel, karma, parasız ve
ulusal eğitim ilkelerden nerelere evrildiğimizi görüyorduk.
Bende, savaş yıllarında bile eğitimi öne
alan, gericiliğe ve cehalete karşı mücadele eden, çözüm arayan
Mustafa Kemal Paşa’nın yeni bir sanat ve marifet yolu bulma
girişimlerinden kuruluşa yansıyan Cumhuriyet Devrimleri süreci ve
önemine
öncelikle
dikkati çekmeyi hedefledim. Ülke
işgal altında,
bir tarafta Sakarya Savaşı sürüyor, bir tarafta Maarif
Kongresi. Nerede görülmüş!
Bu başlangıca
yönelmenin diğer
iki etkenine de müsaade edersen değinmek isterim. Daha önce
de söylemiştim.
Benim ilk öğretmenim ve babam Pamukpınar Köy
Enstitüsü (KE) 1948 mezunu Niyazi Ünsal.
Aynı zamanda Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Erzincan
Şubesi ile 1995 yılında kurulan Köy
Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nın
kurucu başkanı. Bu durumu övünmek
için değil
ortamı belirtmek için söylüyorum.
Babamın siyasi mücadele dönemi
de dahil, 1994’te Cumhuriyetimize, Atatürk’e, Hasan Ali’ye;
Tonguç’a duyduğu vefa, Köy
Enstitüsü idealine bağlılığıyla tüm
imkânlarıyla her zeminde göreve
koştuğunu biliyordum. Liseye kadar enstitülü öğretmenlerim
yanında ailece görüştüğümüz,
çocuklarıyla hâlâ ilişkilerimizin sürdüğü dostlarımız olan
enstitülülerin epeyce bulduğunu söylesem
abartmış olmam. Çalışmalarımda onların
desteğine minnettarım. Örneklediğim
mücadele içinde hep enstitülülerle birlikte en öndeler.
Aralarında sorun olanlarla bile Cumhuriyet için hep kol kola omuz
omuza olmuşlar. Niçin? Kendilerini var eden Kimsesizlerin
Cumhuriyet’i için değil
mi? Ne hazindir ki bırakın Köy
Enstitüleri’ni bugün Tevhidi Tedrisatı,
Cumhuriyet okullarını koruyamayacak haldeyiz ve bazı kavramların
kâğıt üzerinde olduğu bir dönemi
yaşamaya devam ediyoruz. Ayrıca Şişli Siyasal’dan
hocamız Cilavuz Nahiye Müdürü’nün oğlu saygıyla andığım
Prof. Dr. Server Tanilli’nin Uygarlık Tarihi derslerinde bizlere
coşarak anlattığı Cumhuriyet Devrimlerine, Aydınlanmaya giden
yolda vurguladığı Mustafa Kemal Paşa’nın savaş yıllarında
düzenlenen Maarif Kongreleri ve İzmir İktisat Kongresi’nde
yaptığı konuşmalar dikkatimi çekmiş, metinleri okuyup çok
önemsemiştim.
Özetle ortamı vurgulamak istedim.
AEA: 2022-2023. Bir yıl arayla Köy
Enstitüleri’nin az bilinen yanlarını
gün ışığına çıkaran iki sıra dışı
çalışma. Asıl anlamını, mevcut boşluğu dolduracak bu kapsamlı
çalışmalara sizi yönlendiren
nedenleri konusunda neler söylerdin
bize? SÜ: Biliyorsun
ben eğitimci değilim. Namıdiğer Şişli Siyasal’ı 1979’da
bitirip askerlik işini hallettikten sonra o günün şartları
içerisinde mecburiyetten bankacılığa müfettiş
olarak adım attım.
2011 sonuna kadar da bankacılığa devam ettim. Bu süreçte de
lisede başlayan yakın tarih okumalarım sürdü. Devam eden 12
Eylül sürecinde turnelerimde çantamda Doğan Avcıoğlu
kitaplarının eksik olmadığını söylemekle
yetineyim. Şimdi Pamukpınar KE’nü yazdıktan sonra
daha önceleri de
görüştüğüm
Adnan Binyazar öğretmenime çalışmalarıma
değinip, kitabımı göndermiştim.
Sonra ilginç bir sohbetimiz oldu, ona kısaca
değineyim: Binyazar öğretmenim, benim mesleğimi
öğrenince beni sınava
çektikten sonra beni mutlu eden,
yüreklendiren
değerlendirmesini “Eğitim Pınarı”
başlığı ile 7 Nisan 2023 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki
köşesinde yazdı. Diğer
öğretmenlerimden aldığım benzer övgü
dolu değerlendirmeleri de, anlayacağın
sınıfı geçmiştik.
Pamukpınar KE/Gösteri öncesi /Başı açık Emin Özdemir/1947-Ömer Cahit Yıldız Arşivi) Ben bankacıyım ama çevremde
çocukluk arkadaşlarım, yakın çevrem de dahil çok eğitimci,
akademisyen ve sendikacı arkadaşlarım var. Azalan bir seyirle de
olsa ilişkilerimizin hep sürmesi benim için her zaman kıymetliydi.
Çünkü onların çoğunun Cumhuriyet öğretmeni olduğunu
biliyordum. Onların hep yanında olmaya çalıştım. Bu arada
1990’lı yılların başında Köy
Enstitüleri iltisaklı bilinen çeşitli
sivil toplum kuruluşları (STK) kurulma süreci başlayınca benim
enstitü kökenli
öğretmenlerimle ilişkilerim tekrar canlandı, onlara yardımcı
olmaya çalıştım. Doğal olarak gelişen süreçte çeşitli
etkinlik ve yayınları takip etme süreci başladı. İzleyebildiğim
süreçte yapılan etkinlikler en azından benim için genelde
çelişkilerle gelişiyordu. Bu arada ak saçlı öğretmenlerimizde
aramızdan ayrılmaya devam ediyordu. Devre göre
TÖS rozetini takıp
çıkaranların sahneye yanaştığını da
bu arada izliyorduk! 2000’li
yıllarda toplumda Köy
Enstitüleri’ne
-özellikle
gençlerde- ilgi her geçen gün
artarken, tersine bir durum yaşıyor aramızda gençleri
göremiyorduk. En
azından benim katıldığım etkinliklerde aynı konuşmacıların
aynı konuları -tekraren- anlatmasının kanıksanır olduğunu,
katılımcı yaş grubunun altmışın
altına inemediğini görüyordum.
Bir türlü 17 Nisan törenlerinin
ötesine geçmeye
kimsenin çabası, niyeti görülmüyordu.
Akademik anlamda eğitimle ilgili Köy
Enstitüleri Eğitim Sistemi’nin (KEES)
ekseninde alternatif çalışmalar kurumsal anlamda başlıkların
ötesine dahi
geçemiyordu. Anlayacağın nostalji herkese yetiyordu! Ne yapmalı sorununa cevap ararken, KEES’nin
en az bilinen konularıyla ilgili çalışmalar yapmaya başladım.
Biliyordum ki örneğin
kara kovandan fenni kovana geçiş sürecinde Köy
Enstitüsü ve
mezun öğretmenlerin öncü
rolü benim yaşamımın bir parçasıydı.
İlçemiz Refahiye’de fenni ve gezginci arıcılığı başlatan
babam ve arkadaşlarıydı.
Biz ailecek yaz ayları gezginci arıcılık yapardık. Ben bu durumu
Türkiye Kalkınma Vakfı’nın Teknik Arıcılık Dergisi’nin
Eylül 2002 tarihli dergisinde açık açık yazmıştım. Halen
Ayaş’ta amatör
arıcılığa devam ediyorum. Sivas Zara’da Pamukpınar mezunu
Mürteza Üstündağ
vardı. Oğlu ve torunu 64 yıldır arıcılığa devam ediyor.
Üstüne üstlük,
arı ürünlerine katma değer katarak ihracat bile yapıyorlar. Her
ilçede yıllık bal geliri çok önemli
bir kalem tuttuğu bir gerçek. Hepsinden öte,
Göl KE’den
İlyas Pınarbaşı
öğretmenimizin öğrenciliğinde başlayan arı serüveni Fakir
Baykurt ve Mahmut Makal’ın 1960’lı yıllarda yazdıklarının
ötesine
geçememişti. Halbuki ülkemizde ilk defa arı ürünlerinin katma
değeri için ciddi çalışmalar yapan ve uygulayan, ihracat dahi
yapan Baykurt’un Ellez’i
İlyas öğretmen bu yaptıkları diğerleri gibi Cumhuriyetimizin
100. Yılına ulaşamamıştı. Benzer şekilde
Sağlık Kolu, Köy
Sağlık memurları, Eğitmen vb. öyküleri
bir zaman dilimin ötesine
geçememişti. En azından bireysel çabalar olduğunu görüyordum.
Ancak kamuoyuna yansımıyordu. Önce Köy
Enstitüsü tarım öğretmenleri ile mezun
öğretmenlerin Kırsal Kalkınma ve Sağlık Memurları’nın
çalışmalarını yazmaya başlayarak internette yayınladım. Çok
ilgi görünce
genişletmeye çalışırken Pamukpınar KE’yle ilgili kurumsal
anlamda ciddi bir çalışma yapılmadığını gördüm.
Kitabıma önsöz
yazan Cilavuz KE’nün yazarı Prof. Dr. Firdevs Gümüşoğlu’nun
dediği gibi çalışmasıyla
hem çok az bilinen bir enstitü olan Pamukpınar’ın sesini
günümüze taşıdı ifadesi gerçekleşmiş oldu. Peşinden de
zaten alt yapısı bir anlamda hazır olan ikinci çalışmamda
devreye girdi. Sonuç’ta Taner Ay’ın dediği gibi Köy
Enstitüleri tarihine dair emsalsiz bir
çalışmada devreye girmiş oldu. (Pamukpınar’da sabah halayı/1944-Hamit Budak Arşivi) AEA: Pamukpınar KE çalışmanızda belli bir
bütünlük içerisinde dikkatimi çeken yakın tarih çalışmasıyla
birlikte müdüründen ustaöğreticisine, mezunlardan hemşiresine
kadar Pamukpınar’a yolu düşenlerin yelpazesini geniş tuttuğunuz
görülüyor. İki
cildi bulan bir çalışmaya sizi yönelten
nedenleri öğrenebilir miyiz? SÜ:
Çalışmamda 135 Pamukpınarlıyı okurla buluşturmaya çalıştım.
Bunlardan 110 Pamukpınarlının ailesi, yakınları, öğrencileri
ve arkadaşlarıyla görüşerek,
diğerlerini ise açık kaynaklardan ve bana gelen öğrenci
anılarından teyit alarak yazdım. Ayrıca; öğretmen-yazar
Abbas Cılga’nın
1970’li yıllarda yazdığı İmecemizin Türküsü uzun şiirinden
yararlandıklarımda oldu. Yeri gelmişken
şiirin yazılma nedeni ve sürecinden de
bahsetmek isterim. Abbas Cılga
öğretmenim 1951 Pamukpınar KE girişli ve kendisine kitabımda yer
vermek amacıyla eşi Sevil Hanıma ulaşmıştım. Bana çok
yardımcı oldu ve Cılga’nın
yayınlanmamış yaklaşık 130 sayfalık bu şiirini kullanmak üzere
gönderdi.
Çalışmayı alınca şaşırdım. İmecemizin Türküsü bölümler
halinde Müdür Şinasi Tamer’in kurucusu olduğu Akçadağ
ve Pamukpınar’ın kuruluş sürecini anlatıyordu. Müthiş bir
çalışma ve yayınlanmamış. Araştırınca
Cılga’nın
1970’li yıllarda İstanbul Maltepe’de enstitülülerden Vedat
Günyol, Mehmet Başaran vd. öğretmenlerimizin buluştuğu bir deri
atölyesinde
Şinasi Tamer’le tanıştığını,
ondan aldığı bilgilerle kişileri bularak her iki enstitünün
kuruluş sürecini şiirleştirdiğini öğrendik. Aslına bakarsanız
Cılga bu şiiriyle Pamukpınar’ın bir dönemini
dizeleriyle yazmış, eğitimbaşından, öğretmenine, aşçısından,
teknisyenine kadar. O zaman bu şiirin izinden birileri gidebilseydi
Pamukpınar elli yıl
önce canlı
şahitleriyle birlikte daha geniş kaynaklarla yazılırdı, bende
yukarıdaki yakınmaları özelde yapamazdım. Kısacası
büyük uğraşlar vererek oluşturduğumuz Pamukpınar İmecesiyle
üç yüzün üzerinde kişiye ulaşınca gelen doğru bilgileri
teyit ettirdikten sonra artık hepsini yazmasak olmazdı düşüncesiyle
kitabı biraz oylumlu tuttuk. Bak içinde hatıra defterleri bile
var! AEA: Yıllardır kafamda dolaştırıp durduğum
bir sorunu aktarayım. Belki daha önce
okuduklarımdan kalmıştır aklımda. Üniversiteler,
en azından eğitim fakültelerinden mezun ettikleri öğretmen
adaylarının kaçta kaçı ile bir iletişim halinde kalmışlardır?
Bırakın kurumsal disiplini,
yönetim
olarak böyle bir
ilişki yönetimi
var mıdır? Hep merak ederim. Halbuki Pamukpınar KE kitabınızda
Müdür Şinasi Tamer ile Eğitimbaşı Osman Yalçın’ın
mezunların ziyaret notları, yazıları ve anılarına yer
vermişsiniz. Dönemin
koşullarını dikkate alarak bugünün kıyaslanamayacak
imkânlarıyla geldiğimiz noktayı değerlendirmeni istesem? SÜ:
Aslında ben bugün değerlendirilebilecek
akla yakın bir sonuç göremiyorum.
Şimdi eğitim fakülteleri de dahil bizde
idare-öğretmen-öğrenci/mezun ilişkisi kurumsal anlamda diplomayı
alınca bitiyor. Geldiğimiz nokta ne kadar geri gittiğimizi
gösteriyor.
Kurumsal anlamda bir elin parmaklarını geçmeyen bazı eğitim
kurumları hariç
tabi. Arada mezun dernekleri de olsa ciddi kopukluklar var. İlkokulda
başlamayan aidiyet duygusu üniversitede de genelde yok. Bak ne hale
gelmişiz. Ama gelişmiş ülkelere baktığımızda her okulun
kurumsal bir kültürü var. Bu kültürle kurumlar ayakta
kalabiliyor. Önce bunu belirteyim. Değindiğim konuyu
eğitim tarihimizde incelediğimizde Köy
Enstitüleri’nin
farklı bir yerde tutmak gerek. Başat bir yeri var. İlk mezunlarını
verdiği 1943’ten 1946 sonlarına kadar enstitü yönetimleri,
mezunlarıyla ilişkilerini sürdürmek zorundalar. Öğretmenlerin
özel sorunları
dahil tüm idari işlerinde varlar. Enstitüde
başlayan ilişki, ziyaretle, mektuplaşarak
da olsa bir şekilde devam ediyor. Köydeki
öğretmen denetlenmekle, yönlendirilmekle
birlikte enstitü yönetimlerinden
güç de alıyorlar. Köyde
tek başına bırakın saldırıları, sorunlarla mücadele eden
enstitülünün bu destekle aidiyet duygusunu bir düşün isterim.
Bu uygulama yönetmelik
gereği olmakla birlikte örnekte
olduğu gibi fiilen uygulanmış. Şimdi, ben çok
önemli gördüğüm
bu durumu ulaşabildiğim kaynaklarla biraz fazla vermeye çalıştım.
Tabi enstitülerde geriye sarma döneminden
sonra bu işler tavsıyor, sonra da bir müddet kâğıt üstünde
kalıyor. Bu konuda diğer enstitüler dahil mezunlarıyla
bir kısım yöneticilerin
ve öğretmenlerin devam eden ilişkilerine dikkat çekmek isterim.
Babam dahil birçok mezunun Şinasi Tamer ve Osman Yalçın’la
ilişkileri bir ömür
boyu sürdüğünü gösteren
anılar ve mektuplar var. Ben ikinci
çalışmamda bir kısmını özellikle yayınladım. Şinasi
Tamer’i, 1950’lı yıllarda Gazi Eğitim Enstitüsündeki (EE)
Pamukpınarlı öğrencileri Sarıyer Ortaokulu’nda ziyaretine
gidiyorlar. Onlarla Gazi EE’ne yönlendirdiği
ancak yerine getirmeyen mezunlara haber göndererek
takip ediyor. 1970’li yıllarda ise öğrencilerinin üniversite
mezunu çocuklarıyla bile ilgileniyor. Diğer enstitü müdürleriyle
ilgili benzer anılar da var. Birkaç kişi olsa üzerinde durmam,
bence bu ilişkinin en önemli
nedeni birkaç senede olsa enstitü dışına taşan, sahada gelişen
bu ilişkinin bir güven, vefa oluşturmasıdır. Tabi en önemlisi
de Tonguç’un
kurduğu kadronun önemli
oranda doğruluğu ve yüksek ideali, gelişmiş aidiyet duygusunun
yansımaları olduğunu mutlaka söylemeliyiz.
Gazi EE’de başlayan
Eğitmen Kursları’yla gelişen Köy
Enstitüleri’yle şekillenen bu kadro
bence ayrı bir inceleme konusu olmalıdır. Sevgili Ali Ekber, üniversite yıllarımda
babamın Şinasi Tamer ve eşi Türkçe öğretmeni Müşerref
Tamer’den konuşurken hep sesinin titrediğini hatırlarım,
tuhafıma giderdi. Kendimce o dönemin
zor koşullarında hep minnet duygusuna yorardım. Bu çalışmayı
yaparken sınıf arkadaşı Hüseyin Kızılırmak’la
görüşürken
benzer ifadeleri onda da gördüm.
Görüştüğüm
1949 mezunu Hasan Çetinkaya’nın Şinasi Tamer ve Osman Yalçın
anlatımları aynıydı.
Hasan öğretmenime duygularını sordum; Yıldızeli’nin ayazında
yüreğimize değen sıcaklık Köy
Enstitüsü ruhuydu! evladım, ifadesiyle
cevapladı. Bakar mısın cevaba, mezuniyetinden 72 yıl sonra Hasan
öğretmenin gözlerinin
hâlâ parladığını görmek
benim için çok keyifliydi. Dicle KE Müdürü
Nazif Evren, 1950’li yılların başında Erzincan Milli Eğitim
Müdürlüğüne atandıktan bir müddet sonra Erzincan Folklor ve
Halk Müziği çalışmalarından yararlanmak üzere; Pamukpınar KE
mezunlarından Hüseyin Kızılırmak, Mansur Köhne
ve Mustafa Uçar’ın bulunduğu beş öğretmeni merkez ilçede
yakın köylere
tayin ederek Halk Eğitim Merkezindeki çalışmalarda
görevlendirdiğini
görüyoruz.
Başka enstitüde olsa da onların yeteneklerini biliyor ve
sorumluluk veriyor. Uzun yıllar başta Mustafa Uçar olmak üzere
değinilen öğretmenlerimizin Erzincan Folklor ve Kültürüne
katkıları yadsınamaz. AEA: Kırsal Kalkınma ve Sağlık Kolu
çalışmanızda da özellikle tarım/ziraat-teknik branş
öğretmenleri, doktor, hemşire, ustaöğreticiler, öğretmenler,
sağlık memurları ve eğitmenleri görüyoruz. Anladığım
kadarıyla günümüzün tabiriyle her iki çalışmada siz tabana
inmeyi tercih etmişsiniz! Neden?
(Pamukpınar/1950-Fahir Kavlak Arşivi) SÜ:
KEES bütünlüğü içerisinde Pamukpınar
KE’de sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Yücel ve Tonguç
döneminde tüm
enstitülerde olan anlayışın ortak bir paydasını burada da
görüyoruz. Bu
dönemde KEES’nin
önemli oranda
uygulandığını, devamda ise 1936’da başlayan sürecin bir
noktaya gelindiğini görüyorsunuz.
Özellikle, 1943-44 bazında enstitü
müdürlerinin toplantıları-etkileşimleri, müdürlerin radyo
konuşmaları, Yüksek
Köy Enstitüsü
(YKE) süreci-toplantıları, Köy
Enstitüleri
dergisi yayını vb. yansımaları dikkat çekicidir. Son çalışmamda dördü
evli çift olmak üzere değindiğin
klasmanda, kırk beş enstitülüyü
yazdım. Evli çiftlerin enstitüde
başlayan ve evlilikle sonuçlanan
ilişkilerine, bir yastıkta süren yaşamlarını özellikle
vurgulamaya çalıştım. Çeşitli Köy
Enstitülerinde yönetici
uygulamaları yaklaşım farklılıkları olmakla birlikte Köy
Enstitüleri’nin
bütüncül yaklaşımı çerçevesinde tüm kademelerin kendi içinde
bütünün bir parçası olduğunu gördüğüm
için her gruba yer vermeye çalıştım. Biliyordum ki onların
önemli bir kısmı
Tonguç’a ve
idealine inanmış insanlardı! Elektrik
santrallarını, değirmenlerini işliklerde kuran enstitülüler
müdürü, öğretmeni, ustaöğreticileriyle birlikte bunları
yaptılar. Hangisini ayırabilirsiniz? Gelen tepkilerden iyi
yaptığımı düşünüyorum. Şimdiki sosyal medya devrinde çalışma
döneminde
ulaşamadığım memur yakınlarından dedesini-nenesini
isimlendirdiğimde torunlarından mesajlar alıyorum. Onların
fotoğraflarına, saklı kalmış anılarına ulaşma imkânları
oluyor. Anlıyorum ki doğru yoldayız. AEA: İkinci çalışmanızda gene simge
isimler öne
çıkıyor, ilginç öyküler var. Cılavuz KE’deki örnekleriniz
çok dikkatimi çekti. 1943’te sınırlı alet, edevatla; beş km.
mesafedeki kaynaktan su kanalı açarak, ağustos
sıcağında kavrulan toprağa can veren
enstitülüleri, aynı yıl benzer koşullarda hidroelektrik santralı
kurarken görüyoruz.
Kurucu Müdür Halit Ağanoğlu,
fizik öğretmeni Remzi Çakar ile öğrenciler ellerinde bir sırık,
bir şakul, bir saat, bir avuç saman… Suyun yüksekliğini,
saniyede akan su miktarını ölçüp, yedi buçuk metre yükseklikten
en az altı yüz ile bin litre su akacağını hesaplayıp
işe başlıyorlar. Kırk-elli beygirlik
bir santralı kuracaklarını hesaplıyorlar. Böylece
Cılavuz’a 1944’te elektrik geliyor. Benzer bir uygulama
Çifteler’de de var. Bu ideali, inanç ve irade gücünü neye
bağlıyorsunuz? SÜ:
Çalışmamı yazarken hamaset çağrıştıracak ifadeler
kullanmaktan kaçınmaya çalıştım. Bir kere şunu söyleyeyim:
Her enstitüde benzer örnekler
var. Ben artık alıştım. Değirmeninden hamamına, çeşmesinden
kanalizasyonuna kadar teknik bilgi isteyen işlerin her aşamasında
varlar. Yetersiz kaldıkları durumlarda Hasanoğlan’dan Gaspar
Usta, Pamukpınar’dan Rus Hasan yardıma koşuyor. Aralarında
müthiş bir imece var. Köy
Enstitüleri’ndeki kadro ve mezunların
bence ortak paydası inanç ve özgüvenlerinin
çok yüksek olması. KEES’den geçen
mezunlarda başaracaklarına inanıyorlar. İş içinde işle
öğrenerek, yaparak, üreterek zaten mezun olmuşlar. Derler ya,
köye gelen
öğretmenlerin hepsi kendilerini Atatürk sanıyorlar! Dikkatinizi
çekerim, egemenler bu özgüveni
hemen fark etmişler. Konuya dönersem.
Burada dikkati çeken diğer
bir konu da santralın keşif ve yapım sürecinde çalışan
elli öğrenci var. Bunlardan Erzurum
Şenkayalı Halil Çiftçi 1944’te mezun olur ve bir köye
tayin edilir. İki yıl sonra; Pulur KE stajyer demirci
öğretmenliğine atandığını belirten bir yazı alır. İnanamaz,
kendince doğruluğunu araştırmaya çalışırken ertesi gün köye
gelen Pulur KE Müdürü Aydın Arıkök
tarafından Pulur’a götürülür. Konuya bir de bu taraftan bakabilirsek sistemin
bütüncül yaklaşımının gerçekçi bir bakışla sahaya
yansıdığını görüyoruz.
Fizik öğretmeni Remzi Çakır, öğrencisinin kapasitesini biliyor
ve onu ilk fırsatta değerlendiriyor.
1944’te enstitüye giren ve yeteneği bilinen bir öğrenci altı
yıl sonra başka bir enstitüye meslek dersleri öğretmeni olarak
atanmıştır! Bunu bir düşünün. Siz Halil Çiftçi’nin yerinde
olsanız, ne düşünürdünüz?
Bu örnek bir
anlamda önceki
soruya cevap örneği
olarak da alınabilir. AEA: Söyleşimizdeki
anlatımınızdan günümüzdeki Köy
Enstitüleri
iltisaklı STK, öğretmen dernek ve sendikalarının işlevlerini
sorgular vurgularınızı görüyorum.
Köy Enstitüleri
ve günümüz eğitim çıkmazı bağlamında vurgularınızı biraz
açar mısınız? SÜ:
Öncelikle bu STK’ların yaygınlaştığı 1990’lı yıllardan
bu yana ülkemizdeki iklimin değiştiği gerçeğini hepimiz
biliyoruz. Gönüllülük
esasına dayalı bu kuruluşlarda hep
azalan dinleyicilere hep aynı şeyleri söyleyen,
hep aynı kişileri izliyoruz. Neredeyse konu bile değişmiyor,
desem abartmış olmam.
Yaklaşık 30 yıldır bir türlü kuruluş amaçlarını bile okuyup
uygulamayan bir anlayışını izliyoruz. Kurumdan önce
kişi/lerin önde olduğu oluşumlar görülüyor.
Hele KEES’ne ilginin üst düzeyde
olduğu günümüzde
aynı çizgide ısrarla devam edilince aramızda gençler, en azından
eğitim fakültelileri, akademik camia, köy
enstitülü mezunların yakınları vb. gruplar yok gibi. Niçin yok
sorusunun sorgulanamadığı bir yapıda var. Oysaki arkadaşlar
bugünkü antidemokratik yaklaşımları her 17 Nisan’da haklı
olarak eleştirirken Köy
Enstitüleri’nde araştıran, sorgulayan,
eleştiren, analitik yaklaşımı önceleyen, özyönetimin
uygulandığı … bir yapı olduğunu söyleyerek
vurgu yapıyorlar. Meşhur cumartesi toplantılarını haklı olarak
göklere
çıkararak anlatıyorlar. Tabi yapacaklar çünkü KEES
öyle, doğruyu
söylüyorlar.
Ancak, kendi düzenledikleri toplantılarda kapanışta sınırlı
soru alıp, cevap bile vermiyorlar. Genel kurullarında konuşmalar
için 3-5 dakika sınırı ve yeterlik önergesi
devreye sokuluyor! Tonguç’un konuşturmaya çalıştığı
öğrencilerin var ettiği mirası temsil ettiklerini söyleyenlerin
sistemi bu şekilde anladıklarını görüyoruz.
Bu da tabanda inandırıcı olmuyor. Çalışmalarımı ve gözlemlerimi
de açabilmek için iki örneğe
değinerek devam edeyim. Hani hem anlatılır
Tonguç, İvriz KE’de Mahmut Makal’ın
sınıfına girerek sorular sorar. Öğrencilerin konuşmaktan
çekinmeleri üzerine; mealen yüz yıllardır konuşmayan Anadolu
çocuklarını daha fazla konuşturmak, alıştırmak gerek ifadesini
kullanır. Bakalım Tonguç neler yapmış. Akçadağ
KE 1940 girişli Pamukpınar KE 1944 mezunu, Sivas Gürünlü Hamit
Budak anılarında öğrenci başkanı olduğu ilk yıl
Tonguç’la olan ilişkilerine değinir.
Kuruluş aşamasındaki Akçadağ’da
sorunlarla boğuşulurken Budak, Tonguç’a şikâyetlerini
belirterek ağır eleştirilerde
bulunur. Bir tepki görmez,
ilişkileri devam eder. Mezuniyetinden sonra gittiği köyünün
su sorununu çözmek için enstitü yönetimi
ve Tonguç’a müracaat ederek, yardımlarını görür.
Sonuçta Budak yıllar sonra, Tonguç’la
görüşmelerinde
haddini aşmasına
rağmen o büyük adamın sesini çıkarmayarak kendisini
dinlediğini, yönlendirdiğini,
teşvik ettiğini belirterek, ölçüyü
kaçırmış olmasından ötürü
de pişman
olduğunun özeleştirisini
yapar.
(Pamukpınar ilk mezunlar/19447Hamit Budak Arşivi) İvriz KE 1946 mezunu Ali Ünlüer,
ikinci sınıftayken Tonguç’un da katıldığı bir cumartesi
toplantısındaki konuşmasında
elini kaldırarak söz
alır. Herkes şaşkındır. Ünlüer
Tonguç’a
hitaben: mealen; “geçen yıl siz bize
eksikliklerimizi gidereceğinize söz
vermiştiniz, hiçbirisini yapmadınız, aynı sorunlarımız devam
ediyor, size inanmıyorum” der. Tonguç, öğrencilere
sabretmelerini söyleyerek
toplantıyı bitirip, Ünlüer’i
Müdüriyet odasına çağırır. Görüşmede
Ünlüer’i
kutlayarak konuşur ve alnından öperek
gönderir. Bir müddet sonra birinci sınıftaki kardeşi
Yakup ağır hastalanır, yatakhaneler de soba yakılmamaktadır.
Kardeşi Ereğli’ye
sevk edilerek tedavi edilir. Bu gelişme Ünlüer’i
çok etkiler. 1943 yılında açılan Sağlık Kolu seçme sınavı
kazanır. Listeler önüne
gelen Tonguç; Ali Ünlüer
ismini görünce
üstünü çizerek, müdüre mektup yazar. Öğrenci Ali Ünlüer
için; “Bu
çocuk öğretmen ve iyi bir idareci olabilir, onu sağlıkçı
listesinden çıkarın.” yazar! Peki, Tonguç’un iyi bir öğretmen ve
idareci olur dediği, benim de Bir Karaman Sevdalısı olarak
tanımladığım Ali Ünlüer
neler yapmış kısa başlıklarla görelim
mi? -Ünlüer,
o zaman ilçe olan Karaman’ın kendi köyü
İbrala’ya atanır. İlk iş olarak köyün
ana yol bağlantısına el atarak o günün koşullarında imeceyle
bağlantıyı sağlar. Köye
taşıt girebilir yol yapılır. -Babasının arazi vermeyerek muhalefetine
rağmen arkadaşından kiraladığı beş dönüm
tarlaya örnek
olması için elma fidanları dikerek elmacılığa başlar. Birkaç
yıl içinde elma yetiştiği görülünce
babası dahil köylüler
elma bahçeleri kurmaya başlar. Şimdilerde elma deposu olan
Karaman’da Ali Ünlüer’in
emekleri bilinir bir durumdur. Arkadaşı Mahmut Makal bu girişimi
ileride yazar. -Köyünde
bulunan sel artıklarının doldurduğu roma hamamını
öğrencileriyle temizleyip Valilikten aldığı yardımla yaklaşık
on yıl faaliyete geçirir. Gene köyünde
bulunan camiye çevrilen minaresi olmayan, Kilise Camii olarak
tanımlanan tarihi esere köylülerini
ikna ederek salma usulüyle minare yapılmasına öncülük
eder. -Eski bir yerleşim yeri olan köyü İbrala’nın
ismini Türkçeleştirmek için gerekli işlemleri yaparak kendi
seçtiği Yeşildere’ye çevrilmesine öncülük eder. Köyüne ilk
tarım kooperatifini kurar. Halk oylamasıyla köyde belediye
kurulmasına öncülük eder. -Askerlik hizmetini takiben Karaman ilçe
merkezi günleri başlayan Ünlüer’in
Karaman Lisesinde başlayan beden eğitim derslerine girmesiyle süreç
19 Mayıs gösterilerinde
“tören
komutanlığına” evrilmesiyle, sosyal sorumluluk girişimlerine
zemin hazırlayan bir dönem
başlar. -Karaman’ı Kalkındırma ve Turizm Derneği
yönetim kurulu
üyeliğiyle başlayan süreç Karaman Öğretmenler Derneğinin
kuruluşu, lokal yapımı, Ak Çaba dergisi, TÖS, Töb-Der
mesleki örgüt
yönetimleriyle
devam eder. -Karaman Kalkınma ve Kültür Derneği
çalışmalarında 1960 öncesi
“Karamanoğlu Mehmet Bey”in ünlü
fermanıyla
başlayan süreçte; “Türk
Dili” gazetesi çıkarılması ve tören
düzenleme dönemi
başlar. “Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası, Konya 2. Ordu Tören
Kıtası ve Bando Birliği, Silifke Halk
Oyunları” ekipleriyle düzenlenen etkinliklerle devam eder.
Değinilen dönem
ve 1961 yılında başlayan Türk Dili Bayramı çalışmaları
nedeniyle Ünlüer
öğretmene 2007’de Dolmabahçe Sarayında hizmet ödülü
ve plaketleri verilir. -1973 yılında kendi isteğiyle emekli olan
Ünlüer öğretmen
bir müddet özel
sektör
firmalarında yönetici
olarak görev
almış, sosyal sorumluluk çalışmalarına
da aşağıda belirtildiği üzere devam
etmiştir. -1953 yılından beri il olmak isteyen Karaman
1989 yılında il olmuştur. Bu süreçte her zeminde faal olan
Ünlüer, 1989 yılında yapılan yerel seçimlerinde SHP’den
belediye meclisi üyesi seçilmiştir. -Yerel gazetelerde yazıları yayınlanmış,
17 yıl Anadolu Basın Birliği Başkanlığını sürdürmüştür. -Karaman’da yüksek öğrenim kurumuna bağlı
yüksek okul açılması girişimlerine öncülükle
Selçuk Üniversitesi’ne
bağlı İktisat Fakültesi ve Yüksek Okulu alt bölümleri
açılması sağlanmıştır. Takiben 2000’li yıllarda
il protokolüyle birlikte; Karamanoğlu
Mehmet Bey Üniversitesi
Yaptırma ve Yaşatma Vakfı kuruluşu girişimine devam edilerek
bugünkü üniversitenin kuruluşuna zemin yaratılmıştır. -1980’li yıllarda
25 yıl süren Kızılay
Karaman Şube Başkanlığına
seçilmiş, 2010 yılında 220 öğrenci kapasiteli kız öğrenci
yurdu yapımına öncülük
ederek faaliyete geçirmiştir. Kızılay Genel Başkanlığınca
kendisine önerilen
yurda isminin verilmesini kabul etmemiştir. -Tespit edebildiğim kadarıyla; Türk
Kızılay’ı, Karaman Belediyesi, Kızılay Derneği Konya Kan
Merkezi, Karaman Atatürkçü Düşünce Derneği, Yeşildereliler
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, İvriz Mezunları Derneği,
Karaman Kültür ve Eğitim Vakfı gibi kuruluşlar öğretmenimize
hizmetleri nedeniyle çeşitli onur, madalya, teşekkür vb. belgeler
verilmiştir. İlk çalışmam
döneminde bana
çok yardımcı olan kızı Naciye Ünlüer
Kır kardeşimin ifadesiyle; “Babasının
vefatından sonra onun yaşamı boyunca Karaman’da herkese
dokunduğunu görmenin
mutluluğunu yaşadığını” ifade etmiş, 2021 yılında da Ali
Ünlüer kitabını
yayınlamıştır. Sevgili Ekber; Hamit Budak’ın, Ali Ünlüer’in
ve Tonguç Babanın büyüklüğü nasıl yazılır bilemiyorum.
Bakar mısın siyasi, sendika ve özel
etkinliklerini özellikle
burada yazmadığım öğretmenler neler yapmış. Peki, Tonguç bu
öğrencileri konuşturmasaydı,
yönlendirmeseydi,
bu yolu ısrarla açmasaydı, biz bunları yazabilecek miydik? Şunları da kısaca eklemek isterim. Hepimizin
şikâyet ettiği bugünün tekçi veya tek adamcı yönetim
anlayışını fırsata dönüştüren,
kurumları sosyal prestij aracı olarak kullananları anlamakta
zorluk çekiyorum. Belirli bir disiplinle, akademik disiplinle,
atölye
çalışmaları vb. bir üst düzeyde
çalışma yapmak o kadar zor mu? Örneğin ortada düzgün bir arşiv
var mı? Şimdi Köy
Enstitülerinin 84. Kuruluş yıldönümünde
Emre Kongar köşesinde Köy
Enstitüleri bir toplumsal kalkınma
hareketidir tespitini haklı olarak yazdı. Hemen konuşulmaya
başladı. Halbuki 1960’lı yılların TÖS gazetesinde çeşitli
akademisyenler Sağlık Kolu dahil bu konulara çok yer vermişlerdir.
Bireysel anlamda yapılan kıymetli, dikkati çeken
çalışmalar elbette var. Kimseye
haksızlık etmek istemem ama en azından koca otuz yılda benim
gözlemim budur.
Yani kayıp yıllar. KEES’de özyönetim,
seçimle gelinen görevlerde
bir dönem
seçilme olduğunu söyleyeceksiniz,
kendi iç sisteminizde bunu gözardı
edeceksiniz. Yeniliğe, çağdaşlığa açık KEES’ni
savunacaksınız sonra da 20-25 yıl
yöneticilik
yapacaksınız. Sevgili Ekber koca çeyrek asır! Buna şimdi gençler
geçiniz efendim diyor! Bu anlayışı bu yapıyla aşmak çok zor. Sizin, çalışmalarını çok ilginç
bulduğunuz Çifteler ve YKE mezunu Bekir Semerci ve 37 Halk Eğitim
yetkilisini 1965 yılında inceleme gezisiyle İsrail’e
gönderirler.
“Şümullu (çok yönlü)
Planlama Ekibi” olarak tanımlanan grupta bazı enstitü
mezunları da vardır. İsrail’in kırsal bölgelerinde
eğitim, sağlık, aile planlaması, örgütlenme-birlikler,
demokratik kuruluşlar vb. Kırsal Kalkınma modelleri ve planlaması
konularında kapsamlı incelemelerde bulunurlar. Eğitimlerde
uzmanların incelediği konular için
Semerci; Köy
Enstitüsü’nde yıllar önce
öğrenciliği döneminde
düşünüp, arkadaşlarıyla tartışıp, bir kısmını da
uyguladıklarına değinerek
kitabında kaybedilen yıllara dikkati çeker. Şimdi ben, 17 Nisanlarda bunların
konuşulduğunu hiç görmediğimi,
sınırlı sayıda çalışmanın
dışına KEES’ni taşıramadığımız
için benzer nedenlerle çekim merkezi olunamadığını rahatlıkla
söyleyebilirim. Epey uzun bir söyleşi oldu. Umarım sizleri,
okuyucuyu aydınlatabilmişimdir. Teşekkür ederim. AEA: Asıl ben
teşekkür ediyorum, bu güzel, ayrıntılı
açıklamalarında, Köy
Enstitülerinin saklısında kalan önemli
yanlarını gün ışığına çıkaran çalışmalar ve sorularıma
verdiğin içtenlikli yanıtların için. Ali Ekber Ataş
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR