“İnsanlarda tek güzel kanun/
Suyu ışık yapmaları/
Düşmanı kardeş yapmalarıdır/
Hep var olan kanunlardır bunlar/
Bir çocukcağızın ta yüreğinden/
başlar/ 
Yayılır genişler uzar gider/
Ta akla kadar”
(Paul Eluard)

Sennur  Sezer dünya şiir günü bildirisinde şöyle demişti “…çok sesli bir korodur şiir, bir orkestra… Çağının seslerinin yankısı da olur şiirler. Şiirimde güzel seslerimin yer alışını isteyen şairin işi zor olur. Çünkü açlığı, savaşları kaldırmak için savaşmak zorundadır.

O şiirlerin seslerini duyarız, çocuk seslerine kulak verdiğimizde". (2012-Dize)

Evet çocuk(luk) şiirimizde, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Ziya Gökalp, Orhan Veli, Ziya Osman Saba’dan günümüze, vazgeçilmez bir kurgu ögesi olup, bazen bütün trajediyi somutlaştırmak için dizelere yerleşen bir motiftir.

Yavuz Özdem’de, gökten yağan bombalarla korku ve ölümün, yok olan  bir kavmin tanığı olmanın enginlere dalan korkulu gözlerle güvenini yitirmişliğin simgesidir.

Hayati Bâki’de vurulup düşen annesinin yanıbaşında, uçup giden şefkat, sevgi ve ölümün yüzü; Egemen Berköz’de çevre kirliliğiyle tanınmaz hale gelen sahil kasabasının nostaljik hüznü, bir gelincikle canlanan denizkızı, düştür çocukluk. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın kült şiirlerinden “Çocuk ve Allah”ı değerlendiren Füsun Akatlı, "...merkezde bulunan çocuk gözü, kurulan dünyayı masalsılaştırmakta; yaratılış, inanç, dua, ölüm, tevekkül gibi kavramlar saf bir çocuk dünyasının içinde yer aldıklarında cevaplardan çok sorular öne çıkmaktadır”der (1)

En başarılı on çocuk yazarı arasına giren (1997) ve çocuk  kitapları bağlamında  hatırı sayılır bir yeri olan Hüseyin Yurttaş’ın “bir senfonidir yaşamak” adlı yapıtında da çocuk(luk) onun için arketipleşmiş, bir şiir leitmotivi olmuştur; aynı “kirli tarih”te (1995) ve diğerlerinde  de  olduğu gibi. Yurttaş’ın lirikleriyle bir çocuğu dinler, elinden tutarsınız…         

Çocuk(luk), gençliğin muştusu, barış, dostluk, hasat zamanı  ve bir  şiir  defterine yazılmış dizelere/anılara  götüren, anılarla birlikte şairin şiir dünyasında yer alan önemli izleklerdendir. Yapıttaki “bahara karşılama”da olduğu gibi. Şair küskün çocukluğuyla barışmak, içindeki çocuğu uyandırmak için, canlanan doğayı(bahar) fırsat bilir; bu giderek genişleyen bir özlemi içeren açımlamaya da neden olur../halay horon / sirtaki zeybek/..”birlikteliğiyle sırat köprüsünü  geçmeye, barışa çağrıya yol alır. Bozkır çocuğun’da, sokaklarında, çatlak topuklu annelerinin yanında, kağnı gıcırtılı çoraklık yollarında çevirdikleri çemberleriyle imgeleşen, yoksulluk ve tevekkülle kurulmuş, tekdüze döngüsel bir yaşam çevreninin, solgun yüzlü öznesidir çocuklar. Kara sığırların cılız sağrılarında, mutluluğun ne’liğinin suya değen söğüt dallarına içten içe sorularak, saza nağmenin düşmediği, çürüyen bir düzenin, savsaklanmanın çığlığının imgeleşen (bozlak//bozkır) yansısıdır. Masal dünyasının düşlerinin, yalnız bırakılmışlığın ve tedirginliğin paydaşı olur çocuklar.

Bütün şiirin bir çırpıda özeti olan  fado göstergesinin gösterilenleriyle dizelere yayıldığı ve  izleğe rengini verdiği “kıyıda bekleyen bekleyen kadınlar”da, sokaklarda kaydırak kaydıran çocuklar, özlemin, huzurun, sevginin imidirler. Sanki son birimde siyah matem giysili, kayalıklara - umuda yelken açarcasına heykel gibi dirençle gözleri çevrene dikili, bekleyiş içeren bakışlarıyla-dizilmiş kadınlar, çocukların “kanat şıkırtısı” sesleriyle imgeleşen mutluluklarının bitmemesi için dua ederler. Okyanusa açılan balıkçıların (şiirde okyanus geçer!) geride kalan eşleri ve çocuklarına özleminin dile geldiği, sevgililerin geri dönmemeleri üzerine söylediği, hüzün ve özlem içeren Portekiz Halk Ezgisi fado’yu okumamaya direnç vardır lirikte. “Martı çığlıkları”yla duyumsanmaya başlanan korkularına, yenik düşmeme çabası içindedirler. Belki şair Orphe yedi telli arpını havaya kaldırmış, denizcileri türküleriyle, öldürücü sirenlere kanmaktan korumuştur; deniz tanrıçası Amfitrit bağışlamıştır belki,”…/Hiç kimse fado söylemese artık/çocuklar kaydırak kaydırsalar sokaklarda/ sesleri kanat şıkırtısı/…”  

Çocukluk, bir dalyanda, umut ve yalnızlığın yanyanalığında yürekte saklanan, yakamozların parıltılarıyla canlanandır “dalyancı”da. Karanlık çökene değin çelik çomakla, bilyelerle, topaçlarla, düşüp kalkmaktan yaralanan dizlerle çevrelenen; bitmeyen “tamam geliyorumlar”la anne çağrılarının yanıtlandığı akşamlardır. Akşamları telaşla birbirinden ayrılmaların yaşandığı yasemin kokulu Karşıyaka sokaklarında saklanan, uzaktan gelen şarkılarla “yollar” şiirinde ben de öyküsel niteliklerle aslında canlanan bir öyküydü çocukluk yurttaş için (Afrodisyas Sanat Dergisi-2010) Fakat anne sesinin duyulmadığı, çocuğunu kaybeden bir babanın acısını andırırcasına yaşanmış, kaygısız çocukluk günlerine bir özlemdir lirikte. O günler giderek yaşlanan bir balıkçının ürperten ve üşüten yalnızlığının dışavuran, öyküsel dizelemi oluşturan leitmotividir. Çocukluk, yalnızlık ve anılarla sacayağı oluştururken yapıtın bütüncüllüğü içinde “–sin” emir kipi ve “–se/-sa(n)” koşul ekleriyle, hep umut ve istemi canlı kılar, yeter sesini duyurur.

Aşklarda kanar”da değişmeceyle çocuk, “yürek” olarak yer alır. Yaşamın katı gerçekleri karşısında kalmadan önceki “yanılsamanın büyüsü”. Deneyimsizliğini, yırtıcı av hayvanlarının cangılına düşmeden önceki düş dünyasını, sırtından hançerlenmenin habersizliğini çocuk/yürek özdeşleşmesiyle üstlenir. Yürek acemi yaşamın acemi çocuğudur.

Çocuklar, “Sur”da, kalıntı yıkık surlarda, kale içlerinde gezinen şair/öznenin gözlerinde, bir betimleme örgüsüyle, “savaş çığırtkanı “günlerin taşlara sinmiş yankıları arasındadır. Yaşama sevinci ve şefkatin simgesi olarak, çağın yaşanmış geçekleriyle canlanırlar.

Yeşeren bir tohum ve canlanan doğayla, yeni filizlenmiş yaprakla aktarma yapılarak cehenneme dönüşen dünyada umuda, bir sevdaya yol alan “pembe düşlerin” simgesidir çocuk” yeni leyla”da. Çöl yalnızlığına giden dikenli bir yol beklemektedir onu artık. Kerem ile Aslı, Leyla vü Mecnun söylencesiyle metinler arasılık kurularak sınıfsal çelişkiler, sosyo - ekonomik nedenler, değişen değerlerle yaşanması giderek zorlaşan bir yaşam söz konusudur.

Duyarsızlık bulutlarının dolaştığı kentler, silikleşen aşk olgusunun yarattığı çaresizlik ve düş kırıklığı, buğulu aynalarda seçilemeyen ay metaforuyla çocuk(luk) bağlamında verilir. Ve çağrışımlarla dizelemin boyut kazanarak gözümüzde canlanan bir tablodur.

Metropollerin, giderek yabancılaşma ve sanal bir iletişim ağı içindeki yaşamına, kırsaldan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan göçle katılan, kentlileşme ve geçim sorunu yaşayan, etik savrulmalar içinde direnen varoş çocuklarının, “sokak çocuğu” olgusuyla üvey evlat olmanın trajik sonuçlarıyla karşılaşmasını ayrımsarız dizelerde. Suça karışan parçalanmış aile çocuklarıy artan şiddet ve taciz olayları ,madde bağımlılığı ,çocuk gelinler ve şiddet gören kız çocuklarının dikkat çeken yüzde oranları, savaşların sürükledikleri!..

Örneğin “Yeni bir leyla”da “.../kırdan kente savrulurken / tepelere konmuş gecekondu yalnızlığı / yolsuz, susuz, karanlık/çocuklar dolaşsa da ortalıkta/öykülere sığınan yalnızlık/...”gibi dizeleriyle, lirikte söz konusu çağrışımlar ve anımsatmalara yol aldırır Yurttaş. Duyarsızlık, değişen değer yargıları, sanılan, ama öyle olmayan ilişkiler, çocuklara bir takım şeyleri açıklamanın zorluğudur “yeni bir leylâ”da görülen; bir şeyler söylencelere geri dönmüştür; “boşunadır/açılıp kapanması düğmelerin”

“Dokların türküsü”nde, tersanelerde, sanayide kent uykudayken, gün henüz ağarırken, simit çayla bir vapurun güvertesinde –okula değil çalışmaya koşturan çocuk işçiler öyküleşir.

Tekdüze, döngüsel, çocukluğun ayrımına varılmadan geçen öğütücü bir yaşamın, arabesk ezgisi dinlenir.

Ürperten gotik bir görsellik ve masal söylemiyle aktarılan sürrealist bir tablonun çizimi dizelerde kurulan, “gecede bir şata”da çocukluk (Hüseyin Yurttaş şiirinin önemli leitmotivi) anılara dönüşün, eski günlerin özleminin; bir şöminenin, ocağın karşısında dinlenilen masal gecelerinin imidir. Şato, ulaklar, saray, arya, köle, avcı baronlar, yaylı dizgelere gösterilen özellikleriyle bütünlüğü kurarcasına bir masal atmosferi kazandırırken, bir yandan da ortaçağın sosyo-ekonomik ortamına, “korkunç bir düşle” nitelenen, ezilen, kör inanç ve dogmatik kafalarla ezilen insanlığın karanlık dünyasına götürür. Hamlet’te Horatio’nun Marcellus’a verdiği yanıtı duyarsınız: “Çürüyen bir şey var Danimarka Krallığında” Sanki engizisyon duvarlarının ardında, feodallerin, serflerin, baronların nal seslerini işitirsiniz.

Güz ağrısın’da, kaybedilen arı kuşları, kırlangıçlar, incir yaprakları, bağlar, babanın bilge yüzü ve çamura bulanan pabuçlarla yaşanılası bir geçmişin anımsanması ve özlemidir çocukluk. Ama artık sardunyaların bürümediği uzun yüksek duvarlarla imgeselleşen çevrilen gelecek, bastırılmışlık; “olacak” nasıl olacaktır; duraksatılan yaşama sevinci sonrası sokaklardan alanlara taşan süreçte, çocukluk sonrası yanıtlanması beklenen sorudur. Acı tütün ve dalından düşen yaprakla, ılıman iklimlerin gösterişli çiçeği “sardunya”, beklenen güzel günlerin, bir ütopyanın imgeselleşmesidir. Lirikte, yaşam upuzun bir çocukluğun karşılığıdır; ".../her biri geçmişi söyleyen / birer im!/ ince ayar yalnızlığımız/.../ ne varsa yaşadıklarımızdan arta kalan/ ve özlenen”. Gizemli ve düşlerden kalma bir yaşam yalnızlık ve anılarla eleledir yine “güz ağrısında”.

Dalgın, süzgün ayıltıyla gözünü açan çocuk,  tutunmanın, direncin gülle simgeleştiği “güz erimi”nde, itici bir güç, umudun çiçeklenmesi, istenci olur. Haydi! sesi işitilir şiirde. Başka şiirde geçen” masal” bu lirikte de yine çocuk göstergesiyle yer alır. Sonu mutlu biten masal anlatısı ve “balkıyan gün”le, aydınlık, özlenen birliktelik muştulanır.

Emperyal kanonun “pusuda baykuş, puhu, kartal” metaforuyla yansıtıldığı lirikte, sancılı çöl coğrafyasına ve başını kuma gömüp, kırım ve paylaşıma göz yumulmasına, inanç sömürüsüne isyan vardır. Petrodolarların kana buladığı, okyanus ötesi sahte bilgenin petrol, krom hırsının kurbanı çocukların, yoksulluk ve hastalıkla kamplardaki, yıkıntılardaki yaşamlarına ilenç edilir. “Çılgın İskenderler”in atlarının nallarıyla başlayan, Arslan Yürekli Richardlar, Haçlı Seferleri,1, 2. Dünya Savaşı, saldırıdan, kaostan başını alamayan körfez ülkeleri.

Peki ya çocuklar! Yaşanılan trajedinin ne’liğinin somut göstergeleri. Gözümde Suriyeli yönetmen M. Muhammed Sinar’ın filmindeki, şiirde “yasa durmuş şehir” sözcesiyle özdeşleşen, 
Yurttaş’ın şiirlerinde çocuk/şehir/sokak birlikteliği dikkat çeker Humus kentinin bombalanarak harabeye dönen sokaklarında çevresine şaşkınlıkla bakarken bir duvarın dibinde gördüğü çiçeği kopararak, ileriye doğru hızlı adımlarla, sanki unutulan duyarlığı, körleşen insanlığa bulup getirmek için ilerleyen bir çocuk. ”.../güz dönümlerinin kahırlı toprağına sinen/alımlı dünyanın yarım kalmış  düşleri” ne yürüyordu, ya da elinden alınan çocukluğunu bulmaya ;“bir senfonidir” yaşamak” liriğindeki dizede dile geldiği gibi “…yitik bir ülke: çocukluk / kırık bir oyuncak: köhne ömür/..”  

Çağın çığlıkları”ında çocukların, bir babanın güvenli ellerinde, masalları, hayallerini, yaşanılası bir dünyayı gerçek kılabilecekleri güven ve sahip çıkmanın verdiği coşkuyla, dünyayı değiştirebilecekleri vurgulanır. Anne ve babasını kucaklama özlemi sonuçsuz bırakılan, Rosenbergler’in çocukları, Beatles’ın çocuksu ve özgür şarkıları bu hoyrat dünyada ne zaman anımsanacaktır?

Öte yandan kuşatılmışlık bir türlü bitmemektedir;” mavi ekranlar”ın karşısında edilgenleştirimiş çocukların “eski oyunlarından eser” yoktur. Criment veri tabanını ayarlayarak, gerçek hayatta sadece hayalini kurdukları banka soygunlarını az da olsa Payday 2’de tadacaklardır(!) FPS oyundaki soygunlar da olabilir; tasarlayacakları maskeler, silahlarla, kendi kişiliklerini taşıyabilecek savaş oyunları onları beklemektedir(!)Ya da birtakım sanal sayfalar. Sokaklar, seksekli tebeşir daireleri. Boştur;”../ve çocuklar öksüzlüğe sürgün/benzi ebediyen atmış kirli sarı/ çocuklarartık kavgaya payandadır arkadaşlıkları”(gladyatörler çağı)

Ve Hüseyin Yurttaş “bir senfonidir yaşamak”ta  anımsatır:”mahmur bir çocuk çıngıraklarla uyanır gibiyse / yaşama sarıl/..”

Cemil Okyay
Hayal, Ekim-Kasım-Aralık,2015

Dipnotlar:
*Hüseyin Yurttaş,”bir senfonidir yaşamak”,Tekin Yay. 1.Bas.İst. Ocak 2014

(1) Füsun Akatlı,”Felsefe Gözlüğüyle  Edebiyat”, Dünya Kitap, İst. 2003, s.1491

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)