Son Dakika



İki hafta önce Frankfurt’taydım, Pazar günü Fazıl Say’ın opera binasında konseri var, Nazım Hikmet Oratoryosu çalınacak. Piyanist Fazıl Say, Wuppertal senfoni orkestrası eşlik ediyor, salon 2500 kişilik, biletler iki hafta öncesinden tükenmiş. Nazım Hikmet’in şiirlerini Genco Erkal canlandırıyor, aynı anda şiirler beyazperdeye Almanca olarak yansıtılıyor.
 
Konser bittiğinde salon ayakta alkışlıyor, arkalarda insanlar ellerinde kartonlar, “Bizi de Fazıl Say” yazmışlar, her birinin elinde tek bir harf, önceden hazırlandıkları belli, 14 kişi yan yana bilet almış, her biri bir harfi tutuyor.
 
Komikti, ilk önce metni okuyamadım, Almanca sandım, sonra da makineyi çalıştırınca anladım ki Türkçe yazmışlar, elbette kimse onlara müdahale etmedi, haklarında suç duyurusu falan yapan da yok. İşte o anda aklıma Türkiye geldi, değil mi ki Türkan Saylan vefat ettikten sonra, bizim ünlü Çarşı grubu onu stadyumda anmak istemiş ama pankartlarını polis girişte ellerinden almıştı. Kız çocuklarının okula gönderilmesi için ömrünün son yirmi yılını adamış bir profesör hakkında ülkemizde yapılan karalamaları unutmak ne mümkün, oysa yapmaya çalıştığı neydi? Artık bir post-modern sorun haline gelen, kız çocuklarını okula göndermeme baskısına ve düpedüz ideolojik olarak gericiliğe karşı mücadele etmek.
BATI'DAKİ AYDINLAR ÜZERİNE NOT
Şimdi bütün bunları yazarken bir başka kitap aklımdan hiç gitmiyor, esasında ise bir konuşma: Tarihsel Materyalizmin İzinde (Perry Anderson).
 
Anderson, Rene Welllek’in anısına düzenlenen toplantılarda 1974 yılında Batı Marksizm’i Üzerine Düşünceler kitabının devamını getirecek şekilde, Marksizm üzerine tartışmaları ve Batıda ortaya çıkan diğer düşüncelerle ilişkisini soyutlamaya çalışır, her biri ciddi sayıda eser vermiş yazarların başından sonuna değişimlerini inceler.
 
Düşünsel yolculuk çok uzun bir süreç, zaman içinde gerçekten insanların düşünceleri ve siyasi tavırları büyük değişiklikler geçiriyor, ama buna karşın, özünde ve esasında aslında radikal kırılmalar yok, onların arkasında benzeri kişilikleri görüyorsunuz, büyük siyasi tavır farklılıklarına rağmen bu insanlar aynı kalıyorlar.
OYSA TÜRKİYE'DE OLAN NEDİR?
Türkiye’de olmazlar olur hale geliyor, bu ne demek? Saçma sapan şeyleri savunan ve saçma sapan siyasi destek mavalları okuyan insanlar karşımıza çıkıyor, örneğin Batıdaki Marksist düşünürlerden hiçbirinin aklına Sarkozy ya da geçmişteki Reagan ya da Thatcher’ı desteklemek gelmiyor. Ama biz de örneğin bir zamanlar Helsinki Watch Komitesinin Türkiye’deki temsilciliğini kurmaya çalışan birisinin birden bire çıkıp da The Beyefendici olması olağan bir şey.
 
Ya da Filistin Gerillalarıyla birlikte eğitimlere katılan birisinin tuhaf liberal ve sol düşmanı bir kariyer geçirmesi, kendisini de liberal lanse edip, düşünce ve fikir özgürlüğüyle yazarlık kariyeri boyunca hiçbir ilişki kuramadan yaşaması mümkün oluyor.
 
68 kuşağından bir tiyatrocunun televizyon yıldızı haline gelip, kariyerini hiç düşünmeden tuhaf bir şekilde The Beyefendici konuşmalar yapması ve hatta kariyeriyle tutarlı bir bütün halinde bu tavrını göstermeye çalışması olağan bir şey.
 
Sezen Aksu’nun da o tuhaf kariyeri boyunca, bir yerden sonra ergenliğimiz ve gençliğimiz için oynadığı yolun dışında, tuhaf ve anlamsız destekler sunmasını kabul etmemiz gerekiyor. Bir başka önemli kadın romancımızın desteği hepimiz için alışıldık bir şey artık, “elbette, aldatıldık”.
 
Sorun şurada, Türkiye’de düzen ve iktidar eski solcuları nasıl bir elekten geçiriyorsa, onları makyöz haline getiriyor ya da halkla ilişkiler bölümünde vasıfsız bir eleman haline getiriyor.
FAUST ŞEYTANA NİYE MAHKÜMDÜR?
Fazıl Say’ın yukarıda verdiğim konserini ise şunun için veriyorum, makyöz ya da halkla ilişkilerin vasıfsız elemanı olan solcular aslında ve esasında hayatlarını, düşüncelerini, sanatlarını dik tutacak gerçek sanat eserleri üretemiyorlar, insanlık önünde varoluşlarına anlam katacak nitelikleri yok.
 
O zaman devreye Mephisto giriyor, bizim Faustlar kolaylıkla şeytanla pazarlığa giriyorlar, hem de apaçık ve düpedüz bir şekilde. Fazıl Say ise sanatıyla dünyanın her yerinde kendine bir varoluş alanı açtığı için, sanatıyla varolabildiği için Şeytan gelince onu huzurundan kovabiliyor ve kendine insani olarak tutarlı ve insan olarak saygı duyulacak bir hayat kurabiliyor.
 
Şunu hiç unutmayın, bütün Faustlar kendi yetersizlikleri, kendi zavallılıkları yüzünden Şeytanla pazarlık yaparlar ve kendilerini gerçekleştirecek yaratıcılığa sahip olsalardı, bu kadar zavallıca The Beyefendi sayıklamalarında bulunmaları için de bir zorunluluk duymazlardı. 
 
Zahit Atam
 

(Birgün.net) 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)