Bir uyarlama: Kızıl Ölüm
“Binlerce insanın canını almıştı. Hiçbir salgın hastalık şimdiye değin böylesine korkunç boyutlara ulaşmamıştı.”(*) “Fakat Prens Prospere mutlu, cesaretli ve akıllı idi. Halkının yarısı kırılınca çevresindeki kendisine bağlı Lord ve Leydilerden en güçlü ve en sağlıklı olan bin tanesini toplayıp ülkenin en uzak bir kesimindeki kalesine göç etti. Bu muhteşem kale ve üzerine kurulu olduğu binlerce dönümlük arazi yüksek ve sağlam bir duvarla çevrili olup giriş kapısı ise demirden yapılmıştı. Soylular içeriye girdikten sonra demir kapının kilitlerini eritmiş ve böylelikle başkalarının kilidi açmasını engellemişlerdi. Artık ne girilebilen ne de terk edilebilen kale salgın tehlikesinden de uzaklaştırılmıştı.” “Prens Prospere, kaleye gelişlerinin şerefine ertesi günü tüm arkadaşlarını maskeli bir baloya davet etmişti.” Sabahın ilk ışıklarına dek yediler, içtiler, çılgınca eğlendiler. Kendilerini atabilenler odalarında; diğerleri koridor ve balo salonunda giysileriyle sızıp kaldılar. Ertesi gün akşam saatlerine dek kendine gelebilen yoktu. İlk ayılanlar, masa üstlerinde olduğu gibi kalmış yiyecek ve içeceklerden atıştırarak açlıklarını bastırdılar. Daha geç kalkanlar yiyecek içecek artıklarına saldırdılar. Sona kalan birkaç kişi ise tabakları sıyırmak ve şişe diplerini somurmak için birbirlerine girdiler. Ortalık durulduktan sonra, iyi kötü karınlarını doyurmuş olmanın ve dışarıdakileri biçmekte olan “Kızıl Ölüm”den korunmanın huzuruyla yeniden uykuya daldılar. İlk uyananların çığlıklarıyla ortalık tam bir curcunaya dönüştü. Şato koridorlarını çınlatan bağrışlar prensin kapısını da çaldı, onu da uyandırdı. Hışımla fırladı. Aldığı yanıtla, yumruk yemiş gibi, bulduğu ilk koltuğa yıkıldı: sular kesikti; şatonun tüm muslukları kurumuştu! Yetmezmiş gibi belli belirsiz, ekşimtırak bir koku burnunu gıdıklayıp duruyordu. Etrafa bir göz attı. Kirli kap kacak, balonun ilk gününden bu yana oldukları yerde duruyordu. Yanındaki kontlardan birine, ortalığın toparlanıp temizlenmesi komutunu verip çekildi odasına. Şatodaki bin kişinin bini de soyluydu, temizliği kim yapacaktı peki? Kont baronlardan birine aktardı komutu, o da yakaladığı ilk şövalyeye… Soyluluk unvanını da şatoya daveti de dostlarının yardımıyla almış birkaç kadın söylene homurdana salonu kabaca temizlediler, kap kacağı ve ekşimsi kokunun birazını mutfağa yığdılar. Birbirlerine gülümseyerek suların akmadığından yakındılar: bulaşıkları yıkayamamış, ortalığı tertemiz edememişlerdi ne yazık ki! Prens Prospere öğlen saatlerinde karnı zil çalarak salona geldiğinde herkes oradaydı. Ne yiyip ne içeceğiz, tartışması, gelişiyle bir sessizliğe bıraktı salonu. Ortak rengi endişe olan onlarca çift göz dikilmişti prensin gözlerine. Sıkıntısını belli etmemeye çalışarak depoların şarap ve kuru gıda dolu olduğunu müjdeledi. Sözleri bitmeden kalabalık toz oldu. Peksimet, kuruyemiş ve kurutulmuş meyvelerle karnını doyurup şarapla susuzluk giderenler bulundukları yerde sızdılar: odalarda, koridorlarda, depolarda… Birkaç gün böyle geçti. Bu sürede mutfak ve helalardan ağan koku daha bir yoğunlaşarak şatoyu dolaşmaya çıktı. Ekşimiş, çürümüş başka kokularla birleşti, kenar köşe her boşluğa doldu. Konuklar açlık ve susuzluktan güçsüz düştüler. Giderek kimse yerinden kımıldayamaz olmuştu. Kokular daha bir keskinleşti, yoğunlaştı, cisimleşti. Gözlerini aralayabilenler o anda, “kimsenin daha evvel görmediği maskeli bir kişiyi fark ettiler.” “Bu kişi uzun boylu ve ince yapılı olup üzerinde mezara konulan ölülere giydirilen kıyafet vardı, maske ise bir ölünün yüzüne benzetilmişti.” Ölüm kokuyordu. “Prens Prospere ziyaretçiler arasında yavaş ve törensel hareketlerle dolaşan bu kimseyi fark edince kızgınlıktan küplere bindi. ‘Nasıl olur’ diye bağırdı yanındaki soylulara ‘kim bize bu şekilde hakaret edecek cesarete sahiptir? Çabuk onu yakalayın ve maskesini açın, açın ki güneş doğarken kimi asacağımızı görelim.” “Fakat (...) kimse onu durdurmak için bir hamlede bulun(a)madı. Bu şaşkınlık ve kendi korkaklığına sinirlenen prens kılıcını sıyırarak” maskeli kişiye doğru atıldı. “Aynı anda keskin bir çığlık duyuldu ve Prens Prospere’nin kılıcı elinden düştü, kendisi de yanı başına cansız. Maskeli kişi onlara döndü. Korkudan büyümüş gözlerinin önünde pelerinini açtı, maskesini indirdi. “Giysilerin altında insana benzeyen bir şey veya vücut yoktu. Maske ve giysilerin içi boştu.” “Siyah saat bir kez çaldı ve durdu. Ateşlerin alevleri söndü ve karanlık ve kokuşmuşluk ve kızıl ölüm hepsinden güçlü çıktı.” (*) Tüm tırnak içleri, Edgar Allen Poe, Kızıl Ölümün Maskesi’nden. Ali Günay
Gerçek Edebiyat
YORUMLAR