Son Dakika




 Ayrıntıları severim, orada gizlidir gerçek. Dosta bakarım, orada gizlidir insana inancım

Hiç bir
şeyi umursamamanın esrikliğinde kendimize yetmenin megalomanlığıyla günlerimiz sürüp giderken büyük harflerin eşliğinde bağırarak dünyaya meydan okumalarımız (bir gün), olanca hazırlıksızlığımızla dopdolu oluşumuzun bir  anında ayağımıza ansızın görünmez bir çelmenin takılışıyla “aman dengemi sağlayayım, düşmemeyim” diyerek  sağa sola yalpalarken çabamızın boşunalığını, kaçınılmaz sonumuzun ne olacağını  önceden gören bilge bir taşın kaçıp saklandığı yerden sinsi gülüşleriyle izlemesinin eşliğinde un ufak olur.

O anda insanı ararız. Tüm o büyük laflarda umursamadığımız, es geçip burnumuz havada dolandığımız,  gerek duymayıp her an, “yaşasın kötülük!“ ünlenişleriyle kötülüğün ve gücün, iyiliğin ve paylaşmanın yerini kesinlikle almasını övdüğümüz, öngördüğümüz, savunduğumuz zamanları unutarak insanı ararız.

Çünkü yaralı dizlerimizi saracak bir eldir gereksindiğimiz, ayağa kalkmayı her denediğimizde tökezleyerek düşmelerin her sonsuz deneme öncesi elimizi dayadığımızda kayıp giden zemine karşı bir türlü doğrulamadığımız, son gücümüzün de sendelemelerle yittiği anlarda bizi tutup çekecek o sıcak eli yani insanı ararız.

Çünkü insan ayrıntılarda gizlidir. Utanıp çekinmeden gözyaşlarımızı kucağına bir armağan gibi bırakacağımız, sonra geri döndüğümüzde o yaşları elimize tutuşturmayacağına inandığımızdır, insan.  O inançtır ki yağmur, çamur bulaşmış giysilerimizle evini kirleteceğimizi aklımıza bile getirmeksizin son gücümüzle bir an önce adımımızı atmak istediğimiz sıcak, aydınlık dolu odadır.

Ipıssız ormanın sonsuz karanlığından yolu bulup da kapısına dayandığımız yorgun düştüğümüz gecenin sonunda güvenle yığılıp kaldığımız eşiktir. Kapının dışında kalırsak o fırtınada savrulup kaybolacağımızı ya da vahşi hayvanların saldırısıyla parçalanacağımızı bilendir. Çamurlu ayakkabılarımızın döşemelerde yarattığı izlere, kir pas içindeki ağır dayanılmaz kokumuza  aldırış etmeden güler yüzüyle bizi yüreğinin lavanta kokulu dantel örtülerine konuk edendir.

Sıcak bir sarılış kıvamındaki çorbası dökülür ağzımıza yaralarımızı temizlerken. Taşımaktan yorgun düştüğümüz kasırgamızın patlarcasına şişirdiği yelkenin usulca sönüşüne gözümüz çarpar bir ara belli belirsiz. Gülen gözlerinin ışığını cömertçe bize sunar körlüğümüz aydınlansın diyerek, oysa ne çok yorgundur açmakta zorlandığımız göz kapaklarımız.

“Dur, bekle” der, yan odaya gidip elinde bir aynayla döndüğünde sesi nasıl da çiy kokan bahar sabahıdır,  “Bak ne kadar da güzelsin.”

Uzun zamandır elime hiçbir aynayı almadığımı ayırt ederek korkarım. Bakarsam eğer o saydam aydınlığa içimdeki sonsuz karanlıkta yitip gideceğimi sanırım. “Bu, yalnızca bir ayna, asıl bakmak istediğin yeri sana anımsatan” der.

Onun yüreklendirmesiyle aynaya uzanırım. Usulca yüzüme doğru ürkerek doğrulttuğumda şimdiye kadar ayırdına varmadığım şeyi keşfederim.

Unuttuğum, yok saydığım, önemsemediğim, her zaman ertelediğim ancak bu dünyada ilk ayırt etmem gereken varlık olan kendimi o parlaklığın içinden seçiveririm, sıyırırcasına onca sonsuz görüntünün gölgeleri arasından.

Bana kendimi görmeyi armağan eden dostun elidir gözlerime çarpan ayna.

Ümran Ersin
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)