Son Dakika






Bizim milleti güldürmeye gelmez kardeşim. Ağlatacaksın. Ağlatamasan ağlayacaksın. Yoksa tepene çıkarlar. Yerden yere vururlar. Bu yetmemiş gibi üstüne çadır kurarlar.

Evet, gülmesini severiz biz. Nasrettin Hoca, Temel, Bektaşi, İncili Çavuş fıkraları yüzümüzde güller açtırır, gönlümüze neşe, sevinç yağmurları yağdırır. Komedi filmleri, palyaçolar, soytarılar çok hoşumuza gider ama bizi güldürenleri ciddiye almayız, küçümser, adam yerine koymayız.

Biri gülecek olsa ayıplanır, “Gülecek bir şey mi var, niye pişmiş kelle gibi sırıtıyorsun, yüzümde maymun mu oynuyor?” diye sorular sorulur, “Ciddi ol. Karı gibi sırıtma!” denilir, azarlanılır. Güldüğüne güleceğine pişman edilir...

Batıdaki politikacılar ikide bir de espri yaparlar, şakacıdırlar. Bizdekiler ise somurtmayı marifet olarak görürler, ne kadar surat asarlarsa o kadar ciddiye alınacaklarını sanırlar. Ağırbaşlı, oturaklı adam diye takdir edilirler, el üstünde tutulurlar.

Öyle olmasaydı, milletin anasını ağlatan politikacılar hâlâ rağbet görürler miydi?

İşte bu yüzden gülmeyeceksin kardeşim. Kahkahalarla gülünecek olaylar karşısında bile hafifçe tebessüm edeceksin. Bir zamanlar, Osman Bölükbaşı adındaki bir politikacı anlattığı gülünç fıkralarla milleti başına toplar, seçmenleri kahkahalarla güldürür, herkesin ilgisini çekerdi ama nedense hiçbir zaman yeterli oy alamadı, politika sahnesinden silindi gitti. Onu alkışlayanlar, takdir edenler bile kendisini hayal kırıklığına uğrattılar.

Ağlayacak, ağlatacaksın arkadaş, hiç acımayacaksın gözyaşı dökenlere. Bak, o zaman nasıl inmezsin koltuktan, nasıl oturtulursun her zaman, her yerde başköşeye. Korkuyla karışık bir saygı görürsün. Senden çekinirler, “Aman damarı basmayalım. Ne yapacağı belli olmaz. Sulu dereye götürüp susuz getirir bu, adamı” derler, boyun eğer, bel bükerler...

Kendimizden pay biçelim. Bize yumuşak davranan, güleç yüzlü anne babamıza, öğretmenimize mi iyi davranırız, yoksa döven söven, tehdit eden anne babaya, öğretmenlere mi? Bize iyilik yaramaz. Hemen şımarırız. Nasıl olsa bir şey yapmaz diye, dediklerine aldırmayız, kendilerini hiç takmayız. Ama ağlatanlar, kaş çatanlar, dayak atanlar karşısında süt dökmüş kediye döneriz, dut yemiş bülbül gibi oluruz. Yaramazlık yapmaktan çekinir, kızacak diye ürker, bir köşede süklüm püklüm otururuz...

Acı ama gerçek bu. Yağmasan da gürleyeceksin. Baktın ağlatamadın ya da zorlu birine çattın, hemen toparlayacaksın kendini, bükemediğin eli öpeceksin. Yeri geldiğinde ağlamasını bileceksin. “Erkek adam ağlamaz” safsatasına kanmayacaksın. Ağladın mı en katı kalpleri bile yumuşatırsın, kendine acındırır, karşındakinin merhamet damarlarını kabartırsın. Ağlamayan çocuğa meme vermezler.

Ağlamak zora düşenin silahıdır.

Kadınlar bu silahı iyi kullandıkları için erkekleri kolayca ağlarına düşürürler. En sert erkekleri bile kuzuya çevirirler. Ama erkekler arasında da bu işi çok iyi bilenler var. Örnek mi istiyorsunuz? İşte bizim kırk yıllık dernek başkanımız Selim Söz. Ağlamasını, ağlatmasını bildiği için her seçimi kazanıyor. Bu gidişle ömrünün sonuna kadar başkan kalacak.

Seçimden önce aramızda konuşur, tartışırız. “Artık yeter! Devirelim, eşekten düşmüşe döndürelim. Başımızdan def edelim” diye bağırır çağırır, isyan eder, planlar yapar, kararlar alırız ama başkan bey kürsüye çıkıp ağlamaklı bir nutuk atar. Hem ağlar hem ağlatır. Derken bir de bakarız ki çoğumuz gene ona oy vermişiz, kendisini tekrar başkan seçmişiz...

Selim başkan bu işin üstadı, uzmanıdır. Sahneye, pardon, kürsüye çıktığı zaman önce aslan kesilir, sonra kurbanlık koyun postuna bürünür. Sözlerine, “Duydum ki, beni devirecekmişsiniz. Size bunca yıl hizmet ettim. Ne yaptımsa sizin için yaptım. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Değerimi bilmeyenlere yazıklar olsun!” diye başlar. Hainleri haşlar, ayaklarının altına karpuz kabuğu koyanları taşlar. Sonra deminki aslan kedi gibi oluverir. İhanete uğramış bir âşık tavrına bürünür, içini çeker, ah, of der. Oyuncağı zorla elinden alınmış bir çocuk olur, mahzun bir tavırla hepimizi süzer, dudak büker. Dram oynayan bir aktör edasıyla sesini titretir, duygularımızı harekete geçirir:

“Zaten bu size son seslenişim. Biliyorum, beni başınızdan atmak istiyorsunuz. Artık benden bıktınız. Yaşlandım. İşinize yaramıyorum. Arsız bir kedi gibi beni kapının önüne koyacaksınız. Ne yapalım? Başa gelen çekilir. Öyle olsun. Siz bilirsiniz” der.

Burnunu çevreleyen damarlarla, yanaklarını saran damarlar, ağa düşmüş bir hamsi gibi oynamaya başlar. Yüzü de iyice kızarır, ağlama havasına girer. Gözlerini siler, boynunu büker. Gözyaşları yanaklarından süzülüverir. Bu durumu görenlerin yürekleri ayaklanır, duyguları kanatlanır. Herkes üzülür. Pişmanlıkla önüne bakar, utanır. Başkan artık gözyaşların silmez, saklamaz, özgürce koyuverir ve de bu hüzün havası içinde oylarımızı gene kapıverir. Ne olduğumuzu anlayamayız, suçu birbirimizin üstüne atarız.

Birbirimizi, “Dikkat et. Gene numara yapıyor ha! Kanma, aldanma, sakın ağlama” diye uyarırız. Karşımızdaki, “Ben ağlamıyorum. Sen kendine bak” diye güler. “Bu sefer başaramaz. Maymun gözünü açtı artık” derken bir de bakarız ki, atı alan Üsküdar’ı geçmiş, Ankara’ya dayanmış! Selim balkan bir kere daha muradına ermiş...

Gördüğünüz gibi, ağlamak, ağlatmak çok yararlıdır. Dertlerini içine atmazsın. İçin ferahlar. En katı yüreklerin bile merhamet, insaf duygularını ortaya çıkarırsın. Dilenciler ağlanacak hallerini göz önüne koyarak duygu sömürüsü yaparlar, oturdukları yerden para kazanırlar. Komedyenler küçümsenir, ağlayan, ağlatan aktörler, sinema yıldızları el üstünde tutulurlar, büyük sanatçı sayılırlar. Mizah yazarları edebiyatçı sayılmazlar ama yazılarıyla ağlayan, ağlatan yazarlar okuyucular tarafından çok tutulurlar, ödüller alır, antolojilerin demirbaş yazarları olurlar, edebiyat tarihine geçerler. Şiir bir bakıma ağlama, ağlatma sanatıdır Hangi şair daha çok ağlar, ağlatırsa o kadar büyük şair sayılır. Tiyatro ve sinemada ağlayan, ağlatan sahneler alkış toplar. Seyirci ağlamadığı oyunu, filmi beğenmez.

Sadece sanatta değil, iş dünyasında da ağlamak, ağlatmak geçer akçedir. İşçinin anasını ağlatan iş adamı daha çok kâr eder, politikacılarla iyi ilişkiler kurar. Kârı biraz azalıverirse hemen ağlamaya başlar, iktidardaki partiden yardım alarak belini doğrultur. Çok zengin kişilere nasılsınız diye sorun bakalım. İyiyim demez, hemen ağlayıp sızlanmaya başlarlar. Vergilerden, artan masraflardan öyle yakınırlar, öyle dert yanarlar ki, cebinizdeki paranın hepsini onlara veresiniz gelir, düştükleri kötü duruma üzülür, halinize şükredersiniz.

İşte böyle arkadaş! Ağlamak, ağlatmaktır en iyi, en güzel sanat. Rahat yaşamak, mutlu olmak istiyorsan ya ağla ya ağlat. İşte o zaman dağılır kara bulutlar, çok kolaylaşır hayat.

Erhan Tığlı
GERCEKEDEBİYAT.COM

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)