Son Dakika



Uzun süredir uğramamıştım herhangi bir kitabevine. Sabah işe giderken dudaklarımda küçük bir ıslık parçası duydum. Ki tam on üç yıldır böyle bir şey yapmamıştım. Gülümsedim. Dost Kitabevine yönlendirdi beni adımlarım.

 

Dostlarımın, gazete köşelerinde, dergilerde gördüğüm ve alınması için not defterime listelediğim yeni kitaplarından aldım. Sanki tanıdığım yazar ve şairlerin kitapları çıkınca -borç içinde ömrünü geçiren biri olarak- almazsam suç işliyorum. Onlarla karşılaşınca da suçlu gibi yüzlerine bakamıyorum. Ne zaman oluştu bende bu duygu ve davranış? Bilmiyorum.

 

(Hoş pek kimseyle karşılaşan birisi de değilim. Çalışma manyağıyım. Karanfil'de, Konur'da, Yüksel'de kimseyle karşılaşıp zaman kaybetmemek için  gizlice Mithatpaşa'dan vuruyorum eve doğru çoğu kez bir kaçak gibi. Öyle toplantılara, edebiyat konuşmalarına da çağırmaz kimse beni; oralarda hakkaniyet değil ahbap çavuş ilişkileri egemendir.)

 

Aldığım kitaplardan biri Ankara'da yaşayan ve ailece edebiyatla uğraşan, daha doğrusu şair olan Abdulkadir Budak'ın Kapalı Bir Açılım adlı şiir kitabı.

 

Nicedir baskı kalitesi arttı kitaplarda. Küçük, mütevazi Yazılıkağıt yayınevi fiyatı uygun ve kaliteli, pırıl pırıl kitaplar basıyor. (Yapı Kredi Yayınevinin kulakları çınlasın. Şiir kitaplarına bu denli yüksek fiyat koymayı nasıl içlerine sindiriyorlar?)

 

 

BUDAK”

Büyük Yapıtlar Küçük Yapıtlar adlı kitabımda Abdülkadir Budak için, şiirine rastlayınca bu Budak'ın şiiridir diye herkesin anlayabileceği düzeyde kendine özgü bir şiir kurmayı başardığını belirterek, “yaşayan edebiyatımızın önemli duraklarındandır” diye yazmıştım. “Cemal Süreya'nın Ankara'daki devamıdır” diye eklemişim bir yerine de. Saptamalarım okurlarım için de doğru mu bilmiyorum.

 

Son kitabı, Kapalı Bir Açılım genel seçimlerden sonra okuduğum ilk kitap. Kendisinin benimsemediği insanlar tarafından yönetilen bir kentte, kendisinin sevmediği, seçmediği birilerince yönetildiği bir ülkede bir sanatçının, şairin yazarın yaşaması ne kadar zormuş. Hepimiz yarım yamalak yaşıyormuşuz meğer. Nicedir şiirden sanattan tad almaz olmuşuz. Naçar kalmışız. Kitabı yıllardır yemediğim bir yemek gibi tad alarak, sünger gibi emerek ilk kez okuduğumu fark ettim. Sanki gerçek işime dönmüştüm. Hoş gelecek günler ne gösterecek bilmiyorum; gelen gideni aratmıştır bu ülkede hep.

 

“AÇILIM”

Budak son kitabında “Bir şair bir şaire elini uzatır hep / Kan sızdığı saatlerde lalelerden” diyerek sevdiği şairlerden dizelere şiir yazmış. Sevdiği şairlerin birkaç dizesini italik olarak şiirinin içine, genellikle başlangıcına almış. Eğer uygun görmüşse, ya da çok sevmişse şiirin sonunda tekrarlamış. Sol sayfaya o şairin siyah beyaz fotoğrafını koymuş. Şiirin içine de şairin ismini bold olarak yazmış. Böylece iki sayfada hem görsel hem şiirsel müthiş bir zenginlik fışkırmış. Estetik bir zenginlik doluşmuş.

 

Baskı dönemlerinde şairler hep kendi içine kapanır derler. Belki de on üç yıllık akla mantığa çağa uymayan bir baskı döneminin şairinin kitabıdır bu dedim şiirleri okuyunca. Budak bu yılları “Kan sızan lalelere” benzetmiş. Sığınabileceği kimse bulamamış. Ne memleket, ne halk, -belki- ne aile, ne arkadaş! Yalnızca Adonis'e, Miguel Hernandez'e, Malarme'ye, Rilke'ye, Sendrars'a, Apollinaire'ye elini uzatmış. Onlara dokunmak istemiş. Dizelerini okumuş. Onlar için yazmak istemiş. Sonra yazdıklarını paylaşmak istemiş.

 

İsminden de anlaşılacağı gibi şiir içi, şair içi, “kapalı” bir kitap Kapalı Bir Açılım. Ancak her zamanki Abdülkadir Budak ironisini içinde taşıyor. Yalnızca isimlerini yazdığı birbirinden önemli dünyanın en büyük şairlerini bize yeniden anımsatıyor. Okura sevdirmek istiyor. Şair ve yazara da yeniden okumayı. Yalnız olmadığımızı. Merak duygumuzu uyandırmayı.

 

Miguel Hernandez'den aldığı, “Havaları bu halkın sürükler beni / Havaları bu halkın kapıp götürür / Bin parçaya bölüp savurur yüreğimi” dizelerini okuyunca kitabı kapatıp yüzümü gökyüzüne döndüm. Gözlerimi kapatarak düşündüm. Nicedir halkı için güzel sözler söyleyen şiir yazılmadı ülkemde.

 

Niçin?

 

Ortaçağdan bir yerlerden gelip -Trabzon'da Hakimiyet Sanat'da şiirler yazmış gizli bir şair olan Yaşar Nuri Öztürk'ün tanımıyla (ki pek hoşuma gitti)- "Toplumu Allah ile aldatarak Afganlaştıran, Cumhuriyetin getirdiği tüm kazanımları tarümar eden, hukuku askıya alıp tertiplettiği yalan ve iftiralarla yüzlerce insanı zindanlarda inim inim inleten, Türkiye'yi hukuk devleti olmaktan çıkaran, örtülü bir dinci-engizisyoncu faşizmi kitlelerin hayatına egemen kılan, mezhep bölücülüğü ile ülkeyi ve bölgeyi bir güvensizlik kıtasına çeviren... haram servet tutkusu tescillenen..."  birinin bağırıp çağırmaları altında yönetilmeye bizi mahküm edenlerin “halkımız” olduğunu düşündük çünkü!

 

Seçim sistemini, dünyayı, bölgeyi, ülkemizi asıl yöneten emperyalizmi, onun binbir şeytani tekniklerini, medyayı düşünmedik. Belki de bizdik onların kafalarını aydınlatacak olan. Edebiyatın toplum bireyleri üzerindeki görevini, kendi küçük şair egolarımıza yem ettik. Görevimizi yapmadık. Neruda, Nazım Hikmet, Adonis, Ritsos... Hiçbiri halkına kızmadı. Halkıyla, dilini kullandığı halkının kültürüyle hep gönendi, övündü, büyüdü. Sanki halk sevgisi göstermeye gizli bir yasak var ülkemiz edebiyatında.

 

Budak da bu rahatsızlığı duymuş. Oldukça politik bir şiir yazmış.

 

"Sevgisizlik fıtratında var onun

Kuyuya düşmek gibi attan düşmek var

(...)

Yelelerini ülkemin rüzgarlarıyla

Savrulan ey güzel at

Başkanı sırtından at!"

 

İşte ben Budak'ın kitabını okurken o at, sırtındakini atmıştı çoktan!

 

Kitaptaki 30 şairin 29'u yabancı. Ama modernist dönem şairlerini seçmiş. Biraz tarihin derinliklerine yolculuk. Belki de şiirin şairin mayasına dokunan şiir yazmak istemiş. Benim için de modernist şairler tarihin en büyük devrimcileridir. Batı medeniyeti onların üzerinde var olur. Önemsediği, Abdülkadir Budak şiirini örerken yararlandığı şairlere gönül borcundan da olabilir bu. Boris Vian, Perre Reverdy, Kavafis, Prevert, Cedrars, Rilke, Neruda, Nezval, Mayakovski, Ritsos, Breton, Bahman, Dairio, Bonnefoy, Rimbaud, Anne Sexton, Max Jacop, Robert Desnos, Füruğ, Castillo, Londo, Leopardi, Maria...

 

Otuzuncu şair kim diyeceksiniz. O, oğlu, şair Orhan Göksel!

 

Ahmet Yıldız

Gerçekedebiyat.com

 

KİTABI EDİNMEK İÇİN TIKLAYINIZ

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)