1958’den beri siyasetle ilgili olarak her yıl zihnimden geçen doğrular yanlışlar abukluklar
Bölüm (1) 1958-74
Hiçbir şeyi tek başımıza düşünmeyiz. Sayısız etkilenme altında o şekilde düşünmeye itiliriz, çoğu zaman farkında bile olmadan etkileniriz. Bu heves olur, tepki olur, öfke olur, her şey olabilir. Çevremiz, okuduklarımız, öğretmenler, arkadaşlar, filimler, diziler, sokak, aile... her şey bizde izler bırakır. Ben de okula başladığım günlerden itibaren siyasetle ilgili olarak zihnimde oluşan izleri yıl yıl, o zamanki haliyle yazmaya çalışacağım. Tabii, hatırladığım kadarıyla. Acaba her yıl düşündüklerimin ne kadarını hatırlayacağım, gerçekten henüz bilmiyorum. Muhtemelen, bazı şeyler konu konuyu açtıkça aklıma gelecek. Tam da 7’den 70’e, 63 yılda neler görüp nasıl bakmışım, o günkü aklımla nasıl değerlendirmişim. Bir başlayalım, bakalım bizi nerelere götürecek. Parantez içindeki notlar o yıllarda değil, sonradan düşündüğüm şeyler: 1958: Büyük kriz. Menderes paraları saçtı bitirdi, böyle oldu. Dedemin okuduğu Cumhuriyet de çok sıkıcı bir gazete. Tanrı korusun. (Tabii biraz büyüyünce bir süre okuduk, sonra boykot ettik, nihayet ikiyüzlü ve çirkin hali ortaya çıktı, sadece bir avuç dinozor kaldı okuru olarak.) 1959: Amerika’ya bu kadar tabi olmak çok aşağılık bir şey. Türke yakışır mı. Kahrolsun teslimiyetçi yöneticiler. Sınıfta Atatürk’ün resmi adeta öfkeyle bakıyor bize. Üç kutu peynirlerine mi muhtaç kaldık. Süt tozu ve balık yağı da istemeyiz. Dünya imparatorluğu kurmuş bir millet şimdi dilenci mi olduk? Tam rezillik. İnönü’ye böyle ayıp yapılmamalı. Vatan cephesi ise tam bir azgınlık ama ordu bizden, hiç endişe etmiyoruz. 1960: DP’den kurtulduk, önümüz açık, artık mutlu olacağız. Yaşasın. (O yıllarda bu darbeyi ilerici, cumhuriyetçi subayların eseri sanıyorduk. Onlar da vardı ama daha ne olduğunu anlamadan emekli edildiler, ABD kısa sürede kontrolü tamamen ele geçirdi ve tasfiyelere başladı. Fetö’nün temelleri de o dönemde çoktan atılmışmış, neden sonra öğrendik). 1961: Bu yıldan genel bir iyimserlik dışında pek bir şey hatırlamıyorum... Mahkemeler de çok uzadı. Biraz abuk sabuk şeyler oluyor ya. Özel hayata girmek ne çirkinlik. Her neyse, bu aşağılanmadan kurtulur, sanayileşip güçlü bir Türkiye kurarız. Milletimizin batıya özenmekten vazgeçip özüne dönmesi gerekir. Ne var ki aşağılık kompleksi bazılarının ruhuna işlemiş. (Ne kadar çok olduklarını tahmin dahi edemezmişiz.) 1962: Rumlar gene azdılar, pis palikarya, ağızlarının payını vermek gerekir. Keşke Kıbrıs’a çıkabilseydik ve ben de olsaydım. Zaten bizi kahbe Bizans bozdu. (Üç-beş yıl sonra solu ve her türlü politikayı İstanbul’un bozduğunu, doğru ve temiz şeylerin Ankara’mızdan doğacağını düşünecektik. Bu da o yıllardaki saflığımızın ve salaklığımızın örneklerinden birisidir: Temiz Anadolu’yu bozan Bizans artıkları...) 1963: Kapitalizm de kötü komünizm de. Kızıllar acaip zalim ve Türklere çok zulmetmişler. Acaba sosyal demokrasi ikisinin arası olabilir mi? Bir büyüsek de bu işlere bir el atsak, dünyanın çivisini çakarız. Gelmiş geçmiş en akıllı nesil biziz. (Şimdi bu salaklığımıza gülemiyorum bile.) 1964: Amerikalı alçaklar Kıbrıs’a çıkmamızı engelliyor. Şu aniden zuhur eden Demirel de kim ola. Pekala bir de TİP çıktı. Bakalım ne oy alacak. Demedik mi, daha iyi günlere doğru ilerliyoruz diye, en azından oyunu değiştirdi (tabi bu “oyun değiştirme” kavramı o yıllarda yoktu ama konuyu iyi ifade ediyor). 1965: Ülkede çok fazla adaletsizlik var. Öte yandan Amerika da savaşsız gitmiyor bir ülkeye girdi mi. Hadi hayırlısı. Acaba TİP ülkede bir şeyler yapabiliecek mi? Yüzde üç buçuk da başlangıç için çık fena değil hadi. (Sonradan binde üç buçuktan medet umanlar çıkacaktı.) Bu arada anneannem kapıcıya diskur geçti “niçin kendi partinize (TİP) oy vermiyorsunuz” diye. Adamcağız şaşkın durdu öylece. 1966: Bu Ecevit nasıl bir adamdır acaba? Ortanın solu nereye düşüyor ki? 1967: Ortanın solu palavra, sol soldur, sağ sağdır, ortasıymış, demokratik solmuş, filan fasarya olmaz. Demokrasiyle değil, otoriteyle olur. Türkiye’yi sol kurtarır, hızla kalkındırır, demokrasi sonra gelir, devrim de gül dağıtarak değil zorla olur... başka yol yok. O yıl Zafer Meydanı’nda sağcıların ilk kez taşlı sopalı saldırısına uğradık. Arkası kötü gelecekti. 1968: Amerika’ya biat etmiş korkunç tipler var. Hepsinin canı cehenneme. İşte sol geliyor.,, Amerikan uşakları da kanlı saldırılara geçti. Ne var ki dünya solu paramparça. Çin Rusya ile nçin çatışıyor ki. Yugoslavlar zaten sol sayılmaz. Avrupa solu da çoktan soldan çıktı, sistemin yedeğine girdi. Bizde öyle olmaz, asla olmaz. (Yanılgının bu kadar büyüğü mü olur. Tanrının elinde sopa yok ki, işte bize buradan vuracağını nasıl bilebilirdik?) 1969: Sol patladı da bakalım içinden ne çıkacak. Aralarındaki tartışmaları henüz pek anlamıyorum ama sol olduğuna göre doğru yolu bulurlar. Bu hızla giderse on, bilemedin yirmi yılda sosyalizme geçebiliriz. Ama şu MDD (Milli Demokratik Devrim) nereden çıktı. Sosyalizme geçmek varken niçin bununla uğraşalım. Sonra niçin böyle birbirleriyle dalaşıyorlar, can düşmanı oluyorlar. Bu arada ÖDTÜ’de Amerikan elçisinin arabasının yakılması muazzam bir etki yarattı. Kimileri korktu, kimileri coştu. Solcu abilere yakın bir arkadaşımız haberi uçarak getirdi ama her sorduğumuzda “bilmenize gerek yok, gerek olursa söyleriz” diye hava attı. Biz de solcu abileri adam sanıyorduk o günlerde. Tek yaptıkları ikili üçlü gruplar halinde fiskos yapıp gizemli havalar takınmaktı. Sanki bi b.k biliyorlarmış da bir şey yapacaklarmış gibi. 1970: Ha, şimdi anladııım. MDD olmadan sosyalizme geçilmezmiş gerçekten. Bu iş çok uzayacak, hoppalaa, galiba lastik patladı yolda kaldık ama olsun, her ülkede böyle geri adımlar olur. Bugün Ankara’da solcular 15-16 Haziran’ı desteklemek için otobüslere atlayıp sanayi çarşısına gittiler. Boş yere uyardım. Orasının sadece adı sanayi, oradakiler esnaf, yapmayın etmeyin diye, ama gaza gelmişler, gülüp geçtiler. Nitekim çıraklardan öyle bir sopa yediler ki, gülmekten kasıklarıma ağrılar girdi. Her tarafları mosmordu. Bu solcular gerçekten çok geri zekalı ama işte, çocuklukları geçecek elbet. Bu arada Rus hayranları da bir akıllansalar, ama en ufak umut yok. En kötü solcular bunlar, sadece zarar getiriyorlar. 1971: Cuntayı alkışlayan solcular manyaktır. Erim hükümetini deli gibi ayakta alkışladılar şuursuz geri zekalılar. Meğer başka cuntacılar da varmış, biz onları sosyalist sanıyorduk, meğer onlar da aymazlığın doruğundaymış. Şuursuzluk diz boyu. Yeni hükümet açıklandığında hukuk fakültesideydim, bir arkadaşımı ziyaret ediyordum. Solcuların gafletini içinden gördüm yaşadım. Sanki başıma taş düştü, aralarında buz kestim. Reformist hayalleri bir yerlerine girecek, hem de çok yakında. (Nitekim Nisan sonunda Balyoz Operasyonu başladı). Biz de manyak olmayan solcuları bulacağız çaresiz. Tabii solun mahvolmasına çok üzüldük, o başka ama küllerinden doğacaktır (iflah olmaz iyimserlik daha epey sürecek, insan istediğine inandırıyor kendini). 1972: Solcular çok ilkel, hala salakça eylemlerden, hatta eylemin kendisinden medet umuyorlar. Tarih bilgileri sıfır, toplumu asla anlamıyorlar, her yaptıkları şey kendilerini tecrit ediyor ama bu salak dönem geçince onları adam ederiz alimallah. Madem bu işi benimsedik, kaçmayacağız. 1973: Yirmi bir yaşıma geldim, ilk kez oy kullanacağım. Elimiz mecbur CHP’ye vereceğiz. (Pişman olmadığım tek oyum budur. Af da çıkardılar.) Bu arada Allende’ye yazık oldu. Demek bu işler öyle barış içinde olmuyormuş ama CHP bize üç beş yıl kazandırırsa toparlarız. (Toparlayamazmışız tabii.) Siyaset gizli kapaklı yapıldığı için perdelerin arkasında neler döndüğünü, daha doğrusu ilkelliği ve rezilliği henüz öğrenmemiştik. Birilerini hala akıllı sanıyorduk. Her şeyi bilseydik ne olurdu, bilemem. 1974: Nihayet Kıbrıs’a çıktık. Artık ölsem de gam yemem. Bütün çocukluğumuz bunu bekleyerek geçti. Ama salak solcular derneğe gelip desteklersek milliyetçi mi oluruz diye soruyorlar. Dünyada kendi milletinden uzak duran yegâne sol Türkiye’de var. Hiç merak etme, sen önemli değilsin ama millet senden uzak duracak, bu kesin. Tabii, dünyanın tümü sol olsa, Türkiye’de sosyalizmin olamayacağını öğrenmem için daha epey deney biriktirmem gerekecekti. Bunun yüzlerce nedeni var. DEĞERLENDİRME 1958-74 altı ile yirmi iki yaşlarım arasındaki dönemi kapsıyor. Giderek sola meyletmemizin başlıca nedeni aşağılayıcı Amerikan hegemonyasına ve ülkedeki yoksulluk ve adaletsizliğe karşı olmaktı. O dönemde anti-emperyalist söylem çok yüksekti. İkinci İstiklal Harbi konuşuluyordu. Bağımsız vatan için her şeye hazırdık. Ama bazılarının bencil amaçlar peşinde koştuğunu da görmüyor değildik. Keza solun etnik amaçlar için bazılarınca paravan yapıldığı tam olarak ortaya çıkmamıştı. Bu nedenle kısa sürede sol diye bir şey kalmadı. Hiç bir değere sahip olmadan, sadece bir şey olmak veya bulmak için sol görünenler de az değildi. Biz idealistler aralarında çok harbi salakmışız, bunu da sonradan anladık. Vitrinde olmuşuz birçok yerde. Örneğin sendikalarda işçi eğitimi için çağrılınca giderek rahatsız olmaya başladık çünkü bu sendikalarda işçi eğitimi için kanunen ayrılması gereken yüzde 5 fonu harcamak için yapılıyor, bizimle gelen yöneticiler her akşam en lüks yerlerde kafa çekiyorlardı. Diğer bazı uğursuzlar tarafından kullanıldığımızdan kuşkulansak, onları derhal tecrit ederdik ama bunu göremeyecek kadar saf ve iyi niyetliydik. Sonuçta birkaç yıl içinde 100+ fraksiyon nasıl oldu sanıyorsunuz. Sonra her şey bozuldu diyemiyoruz, çünkü başından bozuktu ama gizlilik perdesi altında saklanıyordu. Siz siz olun, gizliliğin mutlaka çürümüşlük getirdiğini hiç unutmayın. (Sürecek) Mehmet Tanju Akad
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR