haydar-uzunyayla-yeni-kap-2182024221142.jpg


İnsan kirli bir oluşumdur. Karanlık, kirli, zorba ve hain… Sefil ve herhangi bir vahşi hayvandan daha fazla vahşi... Gezegende insana dair bir olaya veya kaynaklık ettiği her türden canlı-cansız kıyım ve katliamlara baktığımızda yukarıda ileri sürdüğüm gerçeği reddetmek için bir neden yok. Ama eğer reddetme gafletine düşerseniz size ancak ‘kirlenmiş insan’ diyebilirim.

 

Neden mi?

 

Bugünlerde savaş alanlarında, çöllerde ve dağlarda, ayçiçeği tarlalarında, hatta sokaklarda ve evlerde yansıyan görüntüler bize, insanın kusursuz vahşiliğinin vardığı boyutları net şekilde göstermektedir. Sürüklenerek teşhir edilen cesetler, kuyularda istiflenen ölüler, sürülen insanlar, yanan ormanlar, kuruyan göller ve daha nice yıkımlar öylesine pervasızca gerçekleşiyor ki, insan hem kendini hem insandışı yaşamı her gün daha da çoğalan bir öfkeyle yok etmeye devam etmektedir. Çünkü yüreği ve zihni şiddetin ve nefretin salyası ile beslenmiştir. Sürekli salya akıtmış ve işin feci yanı bunu yanlışlık olarak görmediği gibi, gaddarlık ve zalimliği de var olmanın kaynağı haline getirerek yükseltmiştir.

 

Suç işlerken sevinebiliyor. Suçuyla onur duyabiliyor. Çılgınlığı erdem olarak görüyor, onu ölçüsüz şekilde övüyor ve sonra da söz cambazlığı yapıyor. Evet, söz cambazlığı ve türler içinde bu özellik sadece insana özgüdür. Felsefeden edebiyata, evdeki muhabbetten politikacıya, şiir, roman, öykü, hitabet, köşe yazısı ve daha başka araçlarla hemen hemen hepimiz söz cambazlığı yaparız ama hiçbir sözümüz ne Karındeşen Jack’ı, karın deşmekten alıkoyabildi ne de öneri ve görüşlerimizle, kendimizce geliştirdiğimiz fikirlerimizle, “ Harun gibi gelip Karun olmaya koşanları” engelleyebildi. Ama yine de dur durak bilmeden çabalıyoruz. İyi ama neden?.. Bütün bu söz cambazlığımız neden? Neyin nesi bu gösteriler, kalabalık ve gürültü? Söz üzerinden herhangi birine doğru veya yanlışı gösterdiğimiz düşüncelerimizin yönünü, kendimize yönelttiğimizde ne kadar dürüstüz?

 

Ahlaki normlarımızın hepsi, bugünkü halleriyle istisnasız hemen hepsi, yaşamın batışına hizmet ediyor. Ahlakın kendi kuralları ve düzeni, kendini yalanlayarak bireyi feda ediyor. Yargılarımız ve değerlerimiz bitkileri ve hayvanları kurban olarak sunuyor. Ahlaksız olmak, ahlaklı olmaktan daha fazla değer görüyor şimdilerde. Mutluluğu sadece anlık hazların ilkeleri olarak karşılıyor günümüz insanı. Yoksulluğu sadaka ile onarıyoruz ve hala sayısız eksikliklere ve yanlışlara yelken açıyoruz.

Şimdi soralım: Yukarıdaki yakarışlar tablosunun panzehiri nedir öyleyse?

 

Eğitim mi?

 

Ama insanı sadece okur-yazar yapan eğitime, eğitim denilebilir mi? Denilse denilse ancak okur-yazarlık eğitimi denilebilir. Bilgiden bilgelik çıkaramayan eğitim işe yaramaz. Herhangi bir verinin neden ve niçin gerekliliğini tanımlayamayan eğitim, özlemleri karşılayamaz ve hımbıllıktan öteye de geçemez…

 

Çözüm bilgeliktedir… Saflık ve bilgelik hayatın seyrini değiştirir. Aynı zamanda olgunluk kazandırır. İyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı fark ettirip, kirli olandan arındırır. Ekinleri büyüten güneştir. İnsanı olgunlaştıran da bilgeliktir. Güneş başaklar için, başaklar da güneş için vardır ve bu muhteşem uyum bilgelik içinde devam eder. Bizim de şiddeti, vahşeti, tanrıları ve devlet denilen kabile ideolojilerini cezalandıracak; utanan, yürümesini bilen, bakışı ve yüreği temiz bilgelere ihtiyacımız vardır.

 

Haydar Uzunyayla
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler