Politik popülizm dili neden ve nasıl araçsallaştırır-II / Prof. Dr. Onur Bilge Kula
Politik kurgu ve tasarımlar, ‘seçicidir’ bir başka deyişle, bilinçleri yönlendirmeye yönelik bazı olguları ve gerçeklikleri, kendi dünya görüşleri açısından aşırı vurgularlar, bazılarını ise, tümüyle görmezden gelirler.
HER TÜRLÜ POLİTİK ÇERÇEVELEME ya da KURGULAMA DİL İLE YAPILIR Bir toplumun düşünce ve davranış tarzını etkilemek ve yönlendirmek amacıyla, popülist politikacıların başvurduğu halkı baştan çıkarma, dil ile gerçekleştirilir. Amerika’nın Berkeley Üniversitesi profesörlerinden Elisabeth Wehling ‘Political Framing’ adlı kitabında bireylerin ve toplumun düşünme ve eylem tarzını biçimlendirmeyi amaçlayan her türlü politik kurguyu ve tasarımı, ‘politik çerçeve(leme)’ olarak adlandırır. Politik çerçeve ya da çerçeveleme, özellikle ‘eğretileme’ ya da ‘yerine’ gibi retorik anlatım araçları kullanılarak, insanların bilişsel süreçlerini etkileme ve yönlendirme girişimlerini anlatır. Bu yazarın öne-sürümüyle, politik tartışmalarda belirleyici olan, ‘olgular’ değil, bilişbilimde ‘Frames-çerçeve’ diye adlandırılan ‘düşünsel yorumlama çerçeveleridir’1 Çerçeveler ya da politik kurgular ve tasarımlar, dil dolayımıyla ‘beyinde etkenleştirilir’ (Wehling 2016, s. 17- 18). Bu tanım uyarınca, ‘beka’ ve ‘terör’ sözcükleri, bir ‘politik çerçeve’ olarak adlandırılabilir; çünkü bu sözcükler, Türkiye’de uzun zamandan beri farklı düşünenleri; hatta sebze meyve aracıları ve satıcılarını da kapsayacak ölçüde genişletilmiştir. Politik kurgular, insanların düşünce ve davranışını biçimlendirir Söz konusu çerçeveler ya da kurgular, insanların deneyimleriyle ilişkilendirilmek ve dünyaya ilişkin bilgilerini düzenlemek suretiyle, olgulara gerçek anlamları dışında yeni anlamlar yüklerler. Politik kurgu ve tasarımlar, ‘seçicidir’ bir başka deyişle, bilinçleri yönlendirmeye yönelik bazı olguları ve gerçeklikleri, kendi dünya görüşleri açısından aşırı vurgularlar, bazılarını ise, tümüyle görmezden gelirler. Sözcükler, öz-yapıları gereği çok-anlamlılaştırılmaya elverişlidir; çünkü Ludwig Wittgenstein’in ‘Felsefi İncelemeler’ adlı yapıtındaki belirlemesiyle, sözcüklerin anlamı, onların kullanımındadır2 (Kula 2012, s. 159- 161). Sözcükleri kullananlar, oluşturdukları bağlam ve güttükleri erek doğrultusunda sözcüğe yeni anlam ya da çağrışımlar katarlar. Bu nedenle, sözcüklerde çok şey saklıdır. E. Wehling’in öne-sürümüyle, insan beyni bir sözcük ya da simge dile getirildiğinde, o sözcük ile ilgili bütün bellekteki birikimi ve çağrışımları etkenleştirir ve bunları benzetim ya da öyleymiş gibi gösterme (simülasyon) yoluyla düşünsel olarak anlatır. Öyleymiş gibi gösterme her türlü yanıltmanın; öyleymiş gibi sanma da her türlü yanılmanın kaynağıdır. Dil, bu çerçevede olup biten her şeyin dolayımıdır, odak noktasıdır. İnsanlar, politik tavırlarını ve davranışlarını olgulara değil, ‘anlam oluşturucu’ politik çerçevelere, kurgulara göre biçimlendirir. Bunda politik erkin belirleyici payı vardır; çünkü politik erk doğası gereği, insanların nasıl düşünmesi ve davranması gerektiğini biçimlendirmeye çalışır. Böylece, politik kurgular, insanların toplumsal, ekonomik ve politik kararlarını belirlemeye başlar. Wehling’in anlatımı uyarınca, insanın düşünme eylemi, ‘sadece yüzde iki oranında bilinçli bir süreçtir; geriye kalan yüzde doksan sekiziyse, bilinçli algılamanın dışında’ gerçekleşir. Dolayısıyla, politik düşünme ve karar verme ‘büyük ölçüde bilinç dışıdır.’ İnsan, politik çerçeveler ya da kurgulara dayanarak kararlar verir; ancak ‘bunun ayrımına varmaz’ (Wehling 2016, s. 48- 49). Politikayla ilgili olanlar, kendi dünya görüşlerini yansıtan politik kurgulara, politikaya ilgisizlerden daha fazla inanmaya eğilimlidirler. Olgular, çerçeveler yoluyla aktarılır ve öğretilir; çerçeveler ya da kurgularsa, olguları oldukları gibi aktarmazlar, yorumlarlar; yeniden oluştururlar ve öz amaçları doğrultusunda ayrıştırırlar. İnsanlar farklı değerlere sahiptir. Bu nedenle çoğunlukla öz değerlerini ‘karşıdakinin değerinde’ sınamaya eğilimlidir. Öz değerlerini başkasına dayatmaya uğraşanlarsa, başkasının değerini genellikle ‘değersizlik’ olarak gösterirler. Düşünce ya da tin, dili; dil de tini biçimler, hatta oluşturur. Politik kurgulama ya da çerçeveleme, dilin bu özyapısından da yararlanarak, bilinci yönlendirmeye, hatta değiştirmeye uğraşır. İnsan, Wehlingin’n deyişiyle, ‘imgeleri, devinimleri, duyumsamaları, kokuları, beğenileri ya da sesleri’ zamana bağlı olarak algılar ve belleğine yerleştirir. Bu, düşünceyi yönlendiren politik kurguların etkinliğini artırır. Politika, din ve reklam gibi insanı yönlendirmeyi amaçlayan alanların özgün dilleri vardır. Örneğin “yineleme”, politik dilin başlıca özelliklerinden biridir. İnsan belli düşünceleri ‘çağrıştıran’ sözleri ve tümceleri ne denli sık işitirse, söz konusu çağrışımlar o denli olağanlaşır ve belleklere yerleşir. Öte yandan, demokrasi, konuşmakla olanaklıdır; üzerine konuşulmayan düşünce, demokrasilerde varlık kazanamaz. Konuşma ise iki yönlü bir etkenliktir hem düşünceyi geliştirir, hem de köreltebilir. Dolayısıyla, konuşma, bilinçleri ve davranışları etkileyen bir eylemdir. İnsanların politik kurgulara karşı tavrını belirleyen etkenlerin başında düşünsel yetkinlikleri ve dilsel deneyimleri gelir. Bu bakımdan dil eleştirisi, düşünce eleştirisine dönüştürülmek zorundadır. Olguları, dünya görüşüyle uygunlaştırarak iletişim kurmayı ihmal eden kişi, ‘düşünsel bir boşluk’ oluşturur. Düşünsel boşluk, dilselleştirilmeyen düşünce ya da düşünceyi dilselleştirme eksikliği demektir. Düşünce dile döküldüğünde varlık kazanır: Dolayısıyla, sözlere, söylemlere yansımayan düşünce var olamaz. Politik ve dinsel kurgulama, söz konusu boşluğu doldurmada çok başarılıdır. Onur Bilge Kula
Gercekedebiyat.com