Son Dakika

mehmet-ulusoy-kemal-tahir-6102024120105.jpg


Kemal Tahir, romancılığı ve Türkiye üzerine tarihsel, toplumsal tezleriyle, 1960'lardan bu yana, gerek sol, gerekse sağ çevrelerde en çok tartışılan büyük bir romancımızdır. Ayı zamanda bütünsel bir Kemal Tahir gerçekliğini yeterince kavrayamamanın bir sonucu olarak çok farklı yorumlara konu olan üretken bir yazarımızdır. Benim ise, 1968'den bu yana ilk okuduğum “Devlet Ana”, “Yedi Çınar Yaylası”, “Göl İnsanları” ile başlayan 30 yıllık Kemal Tahir okuma serüvenim ve onunla ilgili bir çok değerlendirme ve yorumları inceleme çalışmam yaklaşık bundan on yıl önce ikinci bir evreye, eleştirel bir değerlendirme evresine geçti. Ancak, güncel konuların çekimiyle yaşadığım siyasal ağırlıklı savrulmalar olsa gerek, bir türlü yazma gündemine taşıyamadım. Nihayet bütün güncellikleri, çoğu saçmasapan aciliyetleri, gündemleri bir kenara iterek başlıyorum..

Çünkü O, dün olduğu gibi bugün de hâlâ önemini koruyan ve tartışılan, en başta Türkiye'nin Batı ile ilişkilerine ve modernleşme sürecine ilişkin en temel sorunlarını, düşünsel çalışmalarında ve romanlarında dert edinmiş, sorgulamış ve tartışmıştır. Bu konudaki, doğru veya yanlış, temel düşüncelerini romanlarına da çok boyutlu yansıtmıştır. Bu bağlamda şunu söyleyebiliriz: Kemal Tahir, hem edebiyatın ve özellikle roman sanatının teorisine kafa yormuş, hem de bunun, kendi özgünlüğü ve yüksek üretkenliğiyle estetik-sanatsal uygulamasını yapmıştır. Onun en dikkate değer yanı, roman karakterlerinde, üslubunda, olay örgüsünün içinde biçimlendiği tarihsel ve toplumsal anlatımlarında Batı toplumları ve kültüründen farklılığımızı, bize özgü olanı, yani “Türk ruhunu” arayışı ve betimleme çabasıdır. Bunda ne kadar başarılı olduğu sorunu, kanımda onunla ilgili eleştiri ve tartışmaların odağını oluşturur. Bu bağlamda günümüzden baktığımızda, Kemal Tahir, en az romanları kadar düşünceleri ve tezleriyle de çok önemli bir yere sahiptir.

Bu nedenle sosyalist Kemal Tahir'in, romanlarının içeriğine, konusuna ve üslubuna yön veren, Türk toplumuna, kültürüne ve Türk devrimine bakış açısını ve felsefesini öncelikle ele almak, bana, daha doğru bir yaklaşım ve yöntem gibi geliyor. O, diyalektik ve tarihsel maddeciliği savunan bir Marksist, bir sosyalist olarak, Türk toplumunun 1850'lerden bu yana yaklaşık 170 yıllık “Batılılaşma” ve modernleşme sürecinin dramatik serüvenini romanlarının ana teması yapmış ve incelemiştir. Ölümünden bugüne 50 yıllık tartışmaların da gösterdiği gibi, romanlarının konusuna, olay örgüsüne, karakterlerine, üslubuna kadar derinliğine sinen tarihsel, toplumbilimsel, kültürel ve estetik yaklaşımı öncelikli bir rol oynamaktadır.

KEMAL TAHİR ve KEMALİST DEVRİM

Kemal Tahir'in Türk Devrimi ya da Kemalist Devrim konusunda, gerek sağ gerekse soldan eleştirmenlerin büyük ölçüde üstünde birleştiği düşüncelerini şöyle özetleyebiliriz:

• Kemal Tahir'in en temel tezi, ya da düşüncesi, Doğu-Batı karşıtlığına dayanan, bence Tarihsel Materyalist bakışa göre çağdaş ve evrensel ilerici-gerici saflaşmasını tam yansıtmayan, yapay ve çarpık yansıtan, kamplaşmada toptan bir Batı'ya karşı toptan bir Doğucu yaklaşımdır. Emperyalist sömürüye dayanan ekonomik-siyasal niteliğin ötesinde Batı merkezliliğe karşı Doğu merkezli kültürel-ideolojik niteliği de bu kamplaşmanın odağına koymuştur. Yani bu yaklaşıma göre Batı, aydınlanmacı ve devrimci ilke ve değerleri açısından da miras alınacak bir birikime sahip değildir. Marksizm ise, Batı'nın gerçeklerine dayanan bir devrim modeline sahiptir ve bu model Osmanlı ve Türk gerçeğine uymaz. Özetle Kemal Tahir, Batı ideolojik ve kültürel değerlerine karşı Osmanlı mirasına dayanan Doğucu bir ideoloji ve kültürü savunur. Bu temel perspektiften O, aşağıdaki tezleri ve tavırları geliştirir. Sanat anlayışında ve romanlarında, gerek kahramanların karakterinde, gerek toplumsal ve kültürel betimlemeler ve olay örgüsünde, gerekse üslubunda bu yaklaşım belirgin bir biçimde yansıtılır.

• Kemal Tahir'e göre, Osmanlı toplumu sınıflı bir ekonomik-siyasal yapı arzetmiyor. Avrupa'daki sınıfsal yapı Anadolu'da bulunmamakta ve tarihimizde sınıf mücadeleleri olmamıştır. Avrupa'daki feodal sistem ile Osmanlıdaki tımar sistemi aynı değildir. Tımar sistemi sınıfsız bir yapıyı gösterir. Bu nedenle klasik Marksizm Türk toplum yapısını açıklayamıyor, Batı'nın kalıpları bizim sorunlarımızı çözememektedir.

• Kemal Tahir, Kurtuluş Savaşı'nın antiemperyalist bir savaş olup olmadığını da tartışma konusu yapmıştır. Kemalist Devrimle ilgili eleştirilerini yaparken, özellikle millet vicdanında yer almayan devrimlerin yaşayamayacağını iddia eder. 1920 ve 30'larda gerçekleşen devrimci süreçle ilgili, özellikle Osmanlıdan köklü kopuşa itirazlar içeren ciddi kuşkular ve eleştiriler ileri sürer.

• Dil Devrimine, yani dilde sadeleşmeye karşı çıktı. Osmanlıcanın imparatorluk dili olduğunu, bu nedenle yabancı kelimelerin olmasının doğal olduğunu, “Osmanlılar bizim gibi ahmak olsalardı sadeleştirecek Türkçeyi zor bulurduk” dedi. Sadeleştirme hareketinin “yeni devlet anlayışının ürünü olduğunu” söyledi. “Dille oynamak, milletin tarihiyle, kültürüyle oynamaktır” görüşünü savundu.

• Kemalizmin halkçılığını küçümseyip zorlama ve yapay olduğunu ileri sürerken aynı zamanda “köy romanı” akımına da şiddetle karşı çıktı. Aynı bakışla, “eşkiyadan kahraman çıkaran” “İnce Memed” romanını eleştirdi, karşısına, eşkiyalığın ağalıkla, yerel derebeyleriyle ilişkili, yani onların denetiminde olduğu, halkçı bir yanı olmadığı tezini savunan “Rahmet Yolları Kesti” romanını çıkardı.

• Kemal Tahir, Kemalist halkçılığın ya da köycülüğün, yani nüfusun yüzde seksenini oluşuran köyleri aydınlatmanın ve kalkındırmanın özgün, yaratıcı bir uygulaması olan Köy Enstitülerine de eleştirileriyle karşı çıkmıştır. “Bozkırdaki Çekirdek” romanı bu konudaki eleştirilerini içermektedir.

• Kemal Tahir, “sınıfsız”, “eşitlikçi” bir toplumu ve siyasetleri temsil eden Osmanlıya, onun temsil ettiği “kerim devlet”e karşı en büyük başkaldırının önderi Şeyh Bedreddin'i de halk kahramanı olarak görmez, hareketinin halkın yararına olmadığını iddia eder.

-1930'lardan 70'lere solun sık sık gündeme getirdiği Toprak Reformu taleplerine de katılmadı. Zira istenilen reformun köylüye hiç bir şey kazandırmayacağını düşünüyordu.

Özetle, 1960'larda bu tezlerin en uç ve sistemli biçimini oluşturan, İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu'nun savunduğu Asya Tipi Üretim Tarzı'na (ATÜT) çok yakın bir ideolojik-kültürel yaklaşıma sahipti diyebiliriz.

KEMAL TAHİR ve MARKSİZM

Kemal Tahir, hiç kuşkusuz ekonomik-toplumsal eşitsizliklerin ortadan kalkmasını ve sömürüsüz bir toplum idealini savunma anlamında Marksistti. Ancak en başta Marksizmin her koşulda ve her toplumsal yapıda işlevsel ruhu, özü, yani yöntemi nedir diye sorulduğunda yollar çatallaşmakta. Marksizmin felsefi-bilimsel yöntemi olan bu öz, Tarihsel ve diyalektik materyalizmdir. Oysa Kemal Tahir maddeciliğe sadık kalsa da, tarihin diyalektik (bu Marksist diyalektiğin anlamını isteyen temel kaynaklardan öğrenebilir), devrimci altüst oluşlar içeren sıçramalı ve eşitsiz gelişimini pek anlamadığı ya da benimsemediği anlaşılıyor.

Bu nedenle Kemalist Devrimin Osmanlı toplumsal ve siyasal sisteminden radikal bir kopuş olduğunu ya kavrayamadı. Ya da bütün devrimci süreçlerde olduğu gibi, Kermalizmin de değiştirme ve dönüştürmesi için bir hayli zaman alan, bu nedenle kültürel olarak hâlâ baskın nitelik taşıyan içinde yaşadığı Osmanlıdan kalma değer ve geleneklerinin varlığı nedeniyle kabul etmek istemedi. Bunda en önemli etkenin, Marksizmi gecikmeli ve yetersiz bilgilerle benimseyen Kemal Tahir'in bu öğretinin yukarıda belirtilen ruhunu yakalayamaması olduğunu belirtmek durumundayım.

Oysa Marksizmi, Bilimsel Sosyalizmi ilk öğrenenlerin mutlaka bilmesi gereken şeyin, ne sınıflar ve sınıf mücadeleleri, ne ekonomi-politik ve ne de sosyalizm teorisi olduğudur. Çünkü Marks ve Engels'in bu toplumsal-teorik birikime biricik katkısının tarihin sınıflar mücadeleleri tarihi olduğu ve kapitalizmin iç sınıfsal çatışmaları sonucu yaratmış olduğu kendi mezar kazıcısı olan proletarya eliyle yıkılıp sınıfsız bir topluma evrilmesinin kaçınılmaz olduğudur. Marksist diyalektiğin özünün özü budur. O nedenle burjuva ideologların, liberallerin, gericilerin en çok saldırdığı nokta burasıdır.

Bu noktada, 40'lar, 50'ler ve 60'ların başlarında Marksizmin bir çok kaynağının, özellikle de Lenin'in ve Leninizme dayanan eserlerin henüz Türkçeye çevrilmemiş olması ya da çevrilse de çoğu yasaklanmış olması nedeniyle, Bilimsel sosyalizmin her ülkeye özgü devrimci yorumu ve bunun iki büyük uygulaması olan Sovyet ve Çin Devrimleri konusunda Türk aydını ve sosyalistler, TKP kökenli MDD'ci dar bir Marksist kadro dışında, son derece sınırlı bilgiye sahiptiler. 68'lerdeki çok yönlü okuma, bilgilenme ve geniş tartışmalara kadar, daha çok Fransız sosyalizmi literatürüne dayanan, “sosyalist devrim” stratejisini savunan ve aşamalı devrime burun kıvıran, küçümseyen ve reddeden Avrupa merkezci bir sosyalizmi dogmatık olarak savundular.

Bu kaynaklardan beslenen ve sosyalizm denince Avrupa'daki sınıfları ve toplumsal yapıları tartışmasız tek model olarak algılayan anlayışlar bir süre sonra ayrıştı. Bir grup, Türkiye gerçekliğine uyup uymadığına bakmaksızın dogmatık bakışı sürdürdü. Aynı sosyalizm modelinde anlaşan Kemal Tahir, Attila İlhan, Halit Refiğ gibi diğer eğilim ise, bu modelin ülke gerçekliğine uymadığını gördüler. Ancak bundan, Bilimsel Sosyalizmin evrensel özünü, yani aydınlanmacı ve çağdaşlaşmacı ilkeleri önemsemeyen ya da reddeden ve giderek Osmanlı kökleri yüceltmeye kadar varan abartılı bir ulusal özgünlük teorilerine yöneliş gelişti. Sonuçta, antiemperyalist tavırda Bilimsel Sosyalislerle ortak bir tutum ve duyarlılıkta birleşseler de, çoğunluğu toptan Batı karşıtı, Osmanlıcı, gelenekçi, muhafazakar, İslamcı teori ve stratejilerle yan yana düştüler.

Zamanla, özellikle 1980 sonrası süreçte Attila İlhan gibi yazarlar bu hatalı savrulmadan uzaklaşsa da, ATÜT'çüler, Kemal Tahir, belli ölçüde Attila İlhan, Selahaddin Hilav, sinemada Halit Refiğ ve siyasette Sadun Aren gibi yazarların Batı merkezci ekonomik determinist teorileri 1940, 50 ve 60'larda etkili oldu. Özellikle Marksist-Leninist teori ve deneyim birikiminin bilgisine sahip olmayan aydınlarda belirgin bir düşünceydi bu. Batı merkezci sosyalist devrim modelini taklit eden, yani sosyalist devrim için kapitalizmin gelişmesi ve güçlü bir işçi sınıfının oluşması gerekir diyen ve Tanzimatçı bir ulusal yabancılaşma yaşayan bu anlayışa karşı, Kemal Tahir ve benzeri ulusal duyarlılığı yüksek aydın yaklaşımlarında, tam tersi ve bir uçtan öbür uca savrulan bir düşünceye yol açtı.

Bir somut yaşanmışlık ürünü olarak şunları söyleyebilirim. Gerek 1980 sonlarında “Birleşik Sosyalist Parti” girişimcisi olarak, M. Ali Aybar'la, gerekse 1990 sonlarında Teori dergisi yöneticisi ve yazarı olarak Attila İlhan'la yaptığım felsefi-teorik nitelikteki sohbetlerde, çok açık biçimde, Marks'ın maddeci temele oturttuğu Hegelci diyalektiği ve Doğucu niteliği ağır basan bir toplumsal devrim olan Sovyet Devriminin Marksist-Leninist teorisini yeterince bilmediklerine ya da bilseler bile savunmadıklarına tanık oldum. Oysa, özellikle de emperyalist tahakküm nedeniyle kapitalizmin, ulusal bir sanayileşme ve iç pazarın yeterince gelişmediği bizim gibi ülkelerde sosyalizme ancak aşamalı bir devrim stratejisiyle ilerlenebilirdi. Kemal Tahir, 1940'lardan 70'lere Türkiye sosyalizminin felsefesi ve stratejisine ilişkin Jean Jaures esinli akımın ulusalcılık yorumu olarak en uç, Osmanlıcılığa ve muhafazakarlığa kayan en sorunlu ve tartışmalı örneğidir.

KEMAL TAHİR ve AYDINLAR

Aslında Kemal Tahir ve Benzeri aydın ve sanatçılar, en başta Kemalizmin aydınlanmacı ulusal sentezini ve bu düşünce ve pratiğe kaynaklık eden ve Niyazi Berkes'in geliştirip teorileştirdiği Gökalp ve Akçura'nın Batı'ya karşı ikili yaklaşımını, yani aydınlanmacı-devrimci Batı'yı savunan, emperyalist gerici Batı'ya karşı çıkan tavırlarını anlayabilselerdi söz konusu hatalara düşmeyebilirlerdi. Çünkü, gerek Jön Türklerin ve gerekse onların en seçkin önderlerinden olan Mustafa Kemal'in, yüz yıllık Cumhuriyet ilke ve değerlerine damgasını vuran kurucu iradelerini belirleyen şey, Batı'nın ikili karakterini doğru kavramış ve ona göre siyaset geliştirmiş olmalarıdır.

Onlar, J. J. Rouseau'dan esinli Fransız Devrimi ile başlayan aydınlanmacı, jakoben devrimci Batı'nın düşünce ve ideallerine sahip çıkarken kapitalizmin emperyalist gerici Batısına karşı savaştılar. İşte, Kemal Tahir ve Cemil Meriç gibi düşünenler ve onların son karşıdevrim yıllarında bir hayli çoğalan sağdan Osmanlıcı yorumcu ve ardılları, Kemalizmin aklı ve bilimi esas alan Jakoben, zorlayıcı uygulamalarını elit bir kadronun halka karşı dayatmacılık olarak değerlendirip karşı çıkarken, Osmanlıcı-Siyasal İslamcı gericiliğin mevzisine savruldular. Evrensel nitelikteki aydınlanmacı Batı mirasını savunmada ısrar etmedikleri için, doğrudan veya dolaylı olarak muhafazakar ve İslamcı kesimlerin, hatta aynı tutumu daha da geliştirerek emperyalist bir projeye eklemleyen neoliberal Şerif Mardinlerin teorilerine malzeme oldular.

Kemal Tahir'in Kemalist Devrime kuşkuyla bakan, Latin Alfabesine geçişi ve dilde sadeleşmeyi, Köy Enstitülerini bir çok kritik noktada eleştiren ve karşı çıkan tezleri de, Kemalizmin jakoben uygulamaları da, son 50 yıllık karşıdevrim sürecinde enine boyuna sınandı. Geldiğimiz eşikte, bu kadar deneyimden sonra şu soruyu duyarlı Cumhuriyetçi okur ve aydın sanırım doğru yanıtlayacaktır. Bu kadar iddialı ve abartılı ve toptancı Batı karşıtlığına, Cumhuriyeti Osmanlıdan bir kopuş değil devamlılık içinde gören “yerlici” (ulusalcı demiyorum, çünkü burada da tartışma var) -Osmanlıcı “özgünlük” çabasına karşın Kemal Tahir mi daha tutarlı antiemperyalist ve ulusalcı, yoksa Kemalistler mi? Kemalistler mi daha halkçı ve sosyalist, Kemal Tahir mi? Köy Enstitülerinden yetişenler mi daha çağdaş, antiemperyalist ve ulusalcı, yoksa büyük halkçı-devrimci atılıma karşı en azgın saldırıları yürütenler ve onlara doğrudan veya dolaylı gerekçe hazırlayanlar mı?

Kemal Tahir'e soldan, ama büyük ölçüde biçimci, şabloncu ve sonuç olarak Batı merkezci eleştirilerin benim açımdan ve bugün de aynı ezberi sürdüren anlayışların bir özgünlüğü ve değeri yoktur. Ulusal kültüre ve özgünlüğe, dolayısıyla ulusal bağımsızlığa yabancı bir içeriğe sahiptirler. Şu bir gerçektir ki, ne Kemal Tahir ve benzerlerinin tezleri, ne de onu ilericilik ve sol adına eleştirenlerin düşünceleri Türk Devriminin gerçekliğini yansıtıyor. Türk toplumunun çağdaş gerçeklikte en özgün ve yaratıcı düşüncesi ve eylemi Kemalizmde somutlaşmıştır.

Batı'nın emperyalizmine karşı yine Batı'nın geliştirdiği aydınlanmacı ve ulusalcı düşünce ve değerleri en iyi kavrayan ve uygulayan, bu nedenle Batı'ya karşı ikili bir tavır alan Kemalizmdir. Onun bu niteliğini yeterince kavramayan bir düşünce ve sanat-edebiyat, nereden bakarsak bakalım, estetik ve sanatsal niteliği konusunda sorunludur.

(Devam edecek)

Mehmet Ulusoy
Gercekedebiyat.com

 

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler