unsal-cankaya-fatma-ebe-20251226021452913.jpg


ACI YEŞİL BİBER
(Fatma Ebemin anısına)


kaç adımdı toprağının çevresi
küçücük ayağımla
incitmeden dolaşıp karığında yolduğum otlarını yabani
tulumbamızdan suyu testime çekip hani
ardından damla damla suladığım bahçende yeşerirken domates ,
ötesine diktiğin patlıcanlar salkımca
tombulundan giyinmiş morunu bahçıvanın.

ah yakıyor dillerimi yalan bilmeyen hani
acısıyla yeşil biber maruluyla ezilirken dürümünde yufkamın
emeğinle büyüdüğüm, emeğinle sevindiğim günlerimi özledim.

bir haşlanmış yumurtanın sarısını eklediğin taze yeşil soğanlı
tadımında iştah açan doymalara alıştırdığın çocuk
günlerimi özledim bir de hani.

uykusuz kalışıma yanıp her gecesinde azıtıp gitme diye
er akşamdan tutunup, yalvarıp, eteğine
"ne olur beni de al,imece gecesine"diyerek yanağımdan
dökerken gözyaşımı silişin de aklımda
"ama bu son "deyişin...

aklımda işte hani , fildişi tarağınla kırk beliğe örüşün
kınalı yapıncağa benzeyen saçlarımı
diktiğin üç eteğim, sallanan beliklerle köylü güzeli eden
yemenim oyalanmış salkım salkım üzümle,
küçücük önlüğüme çerez saklamışım ya
tadı damağımdadır kaynatılan hediğin
kazanına ateşi çatmayı da özledim.

ama asıl ben senin türkülü dilleriyle değirmeni çevirip
bulguru ayıklarken imece kızlarına
pişirdiğin pilavla köpürttüğün ayranın yanına yumruk vurup
yakıştırdığın hani, soğanın cücüğünü verişini özledim
yanışı gözlerimin , akışı yaşlarımın işte ol sebeptendir.

Gebze, 30.5.2006
(TMOLOS EDEBİYAT Sayı : 40. TEMMUZ 2015)

26 Aralık 2016.
İlk çocuk yıllarımı yanında geçirdiğim, sonra her yaz yanında kaldığım ve dedemi kaybettiğimiz 1975 yılı 31 aralık gününden sonra sıkça yanına gidip, yalnızlık çekmesin diye sevgiyle sarmaladığım babaannem... Ebem yani. Sevginle sardın bizi. Ayırmıyorum derdin ya... Yine de bilirdik ki ablamın ve ağabeyimin yeri başkaydı sende, annemde de olduğu gibi. Hepimizle gurur duyarken ayırmadığını ise bilirdik elbet oğulların ve kızından torunlarında.
Bugün kırk yıl bitti işte gidişinin üzerinden... Uzun zaman...
Bu kadar yaşamıyor bile bazı insanlar bu çağda... Güya ömürler uzadı deniyor , oysa uzayan ömür değil, ömür törpüsü uzuyor anaların... Evlatları ardına ağlayıp kalıyorlar boyuna...
*
Annemi severdin... Biliyorum... En önce o gidip yattı zaten yanı başınıza... Sizi özlemek var ya... Kıştan çok üşütüyor içimi özleminiz böyle yoğunlaşınca. Gittin, kırk yıl doldu bugün. Yetmiş yaşında varsın ya da yakınsın bu fotoğrafta. Kardeşlerine miras paylarını bağışlamak için tapuya gitmiştin de, o zamandan kalmadır bu fotoğrafın... Sonra, hac için pasaport çıkmıştı, sanırım orada da kullandın. Nasıl duru bir güzelliğin var o yaşında bile... Özlemle. Rahmetin çok olsun ebem...
En çok çocukluğumu özlüyorum böyle acı zamanlarında...



Bu fotoğraflı, şiirli ilk paylaşım sonrası bana da "şiir yazan, kırk yıl sonra güzel anan torunlar" dilediydi lise psikoloji öğretmenim. Nice güzel duygular eklemişti sayfa arkadaşlarım, onu yakından tanımış olan köydeki ya da başka şehirlerdeki, ülkelerdeki akrabalarım. Hep kimseyi incitmediği, yardım severliği vurgulanmıştı.
*
Bundan yedi yıl önce güzel dilekleri olanlara teşekkür için kısa bir not eklemiştim. “Ona emek verdiğimde beni şiirle anımsayan bir-birkaç torun da bana kısmet olsun dileğimin öncüsü hepimize sağlık... Ölmüşlerimi sevgiyle anmayı seviyorum ben... Hüzün eklense de... Özlem yaksa da... Baskın duygum sevgidir hep... İyi ki bizi çok sevdiler, iyi ki onlarla uzun süre yaşayabildik...”
*
Sonra bundan altı yıl önce… Tam da aralık ayının bu zorlu günlerince canımın içi ağabeyime beyindeki tümörü için operasyon yaptırmıştık da, sonra kaynağın akciğer olduğunu, aslında ne kadar geç kaldığımızı öğrenmiştik melaneti tespitte. O zaman en çok sevdiği, yaşayan ilk erkek torun olduğu için göbek adını Yaşar, resmi adını Tunay koydukları ağabeyimi oralardan kollasalar hasta olmazdı sanki diye geçmiş içimden ki sitem etmiştim 26 Aralık 2019 tarihinde” Oralardan gözetsenize bu yandaki sevdiklerinizi...” diye.

26 Aralık 2021 gecesi “45. yıl... ömrümün üçte ikisi... özlediğim yıllarımın sıcacık edeni...” demişim fotoğraf anılar arasından göz önüne düştüğünde. Sonraki yıl “46. yıl… Kaygısız günlerimizin çok sevenlerinden.” dedim. Çünkü bu kez de kara gözlü kardeşim sıkıntılar yaşamaya başlamıştı sağlığında… Ne olduğunu bulamadığı bir yara vardı ağız içinde… Sonrası çığ gibi büyüdü, sel oldu yaktı yıktı bizleri… Onun henüz hastanede, sağ olduğu, ama her şeye rağmen umutlu olduğu günlerde onun umuduna destek olmak istemiş, ebemin fotoğrafı altına yine “Ölmüşlerimi sevgiyle anmayı seviyorum ben... Hüzün eklense de... Özlem yaksa da... Baskın duygum sevgidir hep... İyi ki bizi çok sevdiler, iyi ki onlarla uzun süre yaşayabildik...” demiştim, hani her zaman ölüm son değil, birlikte geçen yıllar çok önemli, sevgi ve özlem yaşanan o yıllar için diye…
Beni çok sevdiğini de o geceki konuşmamızda belki yüzüncü kez söylemişti kardeşim. Sakınmıyordu sevdiğine sevgisini söylerken, bilinmesi ona da çok iyi hissettirdiği için. Sonraki yıl 5 şubat gecesi kaybettik onu… Gördüm… Gözleri açıktı…Ağzı da öyle… Gözlerini ben kapattım uyusun diye… Ağzına dokunmadım, bizlere hâlâ söyleyeceği ne varsa söylemek istiyordur, susmasın diye gittiği yerde…
*
26 Aralık 2024 gecesi eklediğim not” 48. yıl. Zaman akıyor, hızla... Dede, ebe, anne, baba, ağabey ve kardeş... Yüzünü görüp sevgisini aldıklarımız. İki de biz hiç görmeden giden kardeşlerimiz... O tarafta daha çok sayıda şimdi çekirdek ailemiz...” dedim. Ne zaman sorulsa beş kardeşiz derdik hep… Ölenler sanki hiç doğmamış gibi, Bizden önce gittikleri, görmedim, sevmedim, birlikte gülmedik diyeydi belki.
*
Bu gece bir kez daha baktım… Hem onunla hem kendimle konuşur gibi yazdım yine içimden geçenleri.

Kırk dokuzuncu yıl... Ne kadar uzak... Ne kadar taze.
Çünkü üzüntüden öleceğim sanmıştım buz gibi odada başında bekliyorken...
Annem "sobalı odaya gel" dedikçe, "çok üzülme" dedikçe o da içten ağlıyorken, "gelmem" diyordum, ebemin bana yufka açmayı, katmer yapmayı, pişirmeyi, yoğurt mayalamayı, süt makinesinde tereyağını ayırmayı öğrettiği ocaklı odamızda, hasır üzerindeki kilimin üzerinde üzerine çarşaf örtülmüş, karnının üzerine bıçak koyulmuş bir halde yatarken ara ara yüzünü açıp bakıyordum, huzurla uyuyor gibiydi de, yine de yalnız kalmasın istemiştim kalbimdeki o çocuk vefa ile...

Ölmedim. Ölenle ölünmüyor sözünü boşa söylemiyor atalar... Ama çok ciddi hasta oldum. 
Uzunca bir hastane süreci yaşadım... Hastane sonrası uzunca evde tedavi... Ciğerlerim aldığı o hasarla bir daha toparlanamadı tam olarak... Sevince böyle sevmeyi, üzülünce böyle üzülmeyi bırakamadım sonraki yıllarda da... İçten içe yandım da her ölüm bir hasar olarak damga vurdu kalbime.
O ilk hastalık süreci ders olmadı yani. İnsan yedisinde neyse oymuş yine yetmişinde de.

Şimdi yüzünü her gördüğümde beni nasıl da çok sevdiğini anımsıyorum. Onu ne çok sevdiğimi...
Sanki eline bir tepsi alıp başlayacak türküye ve ben beş- altı yaşımla kalkıp o simdi bile anımsadığım güzel sesi ve nağmesiyle " çek deveci develeri engine..." derken engine salınacağım şıkırdayan ellerim, minicik bedenimle, nağmeye uyan ritimli adımlarım, gülümseyen yüzümle...

Sonra karın ağrısı ocağını bana devrediş ritüeli geliyor gözlerimin önüne, o yıl üniversiteli olmak mutluluğu da eklenmişken ömrüme, ocaklığı onun gibi herkese kullanmayacağımı söylesem de bende olduğunu bilip rahatça uyusun istemiştim hacca giderken veda ettiğimizde.
Sonra döndü, Kırk gün sonra da veda etmişti ki -dedemin yılı dolmasına beş gün vardı- çok sevmişler birbirlerini, yıl dolmadan kavuştular diye teselli bulmuştuk iki aile büyüğü peş peşe ölüme gittiğinde.

Rahmetin çoktur ebem... Ardından güzel şeyler söyleyecek insanlar azaldı ama özlemin hep kalbimde.

Gebze, 26.12.2025

Ünsal Çankaya

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler