onur-bilge-kula-homeros-2492024135104.jpg


Yunan ve Truvalı kahramanların çok boyutlu yazgılarını betimleyen bu yapıt, Alexandre Farnoux’nun nitelemesiyle, bir “anlatılar anlatısıdır1 (Farnoux 2011, s. 16). Kültür bilimsel bakımdan açımlamaya elverişli olan bu niteleme, İlyada’nın anlatı geleneklerinin özümsenmesinin, bireşimlenmesinin ve Truva Savaşı bağlamında özgünleştirilerek yeniden üretiminin anlatımıdır.  

Homeros’un anlatı yetkinliği, savaşın anlatıldığı bölümlerle, “tartışma sahnelerini, kanlı ayrıntılarla tatlı duyguları, bireysel edimlerle toplu devinimleri sıralamasında” ortaya çıkar. Ayrıca bu şiirsel yapıtın gücü, “savaş sahnelerini tekdüzelikten uzak biçimde anlatmasından ve yalnızca ölü saymakla yetinmeyip, insan ruhundaki çelişkili devinimleri, öfkeyi ve bağışlayıcılığı, gözüdönmüşlüğü ve acımayı, başkaldırıyı ve boyun eğmeyi” dramatik bir bütünlük içinde betimlemesinde aramak gerekir. 

Odysseia ise yirmi dört bölüm ve yaklaşık on iki bin dizeden oluşur. Bu yapıtta Yunan kahramanların en kurnazı Odysseus’un eve dönüş amacıyla on yıl süren deniz yolculuğunun özellikle son kırık günü ve onun oğlu Telemakhos’un, Penelope’nin çevresini saran çıkarcılardan kurtulması için babasını arama yolculuğu öykülenir. Başlıca anlatı uzamı, bu kahramanın yurdu olan İthaka Adası’dır. Yapıt orada başlar ve orada biter.   

İNSANLIĞI ANLATILAŞTIRAN HOMEROS

Homeros’un iyi ve kötü yönleriyle insanlaştırdığı tanrılar, her iki yapıtta da ön çıkar. İlyada’da insanlar gibi yaralanan tanrılar, insanlara özgü olan “öfke, sevgi, bağlılık, dostluk, özveri, kıskançlık ve hınç” gibi duygularla devinirler. Bu yapıtta tanrılar iki öbekte toplanır: Troyalılar, Apollon, Aphrodite ve Ares’in desteğini arar. Buna karşın, Yunanlar, Hera, Poseidon ve Athena’ya bel bağlar. Tanrıların desteği, “cesaretlendirme, kehanet (kuşlar, düşler), aldatma ya da Paris’i Menelaos’un darbelerinden kurtaran Aphrodithe gibi, doğrudan işe karışma” biçiminde gerçekleşir. Tanrılar, insanlar gibi, sıkça toplanır, tartışır. İnsanlarla tanrılar arasındaki bağlantı, bazen akrabalık ilişkileriyle güçlenir. Örneğin, Aphrodithe Aineias’ın; Thetis ise Akhilleus’un annesidir. 

Homeros, sıra dışı kahramanların insansal özelliklerini, böylece de güçlü ve güçsüz yönleriyle, öldürme ve bağışlama gibi köklü ve karmaşık duygularıyla insanı betimler. Kahramanlarını yalın ama evrensel duygularla devindirir. Böylece insanlık durumlarını çok katmanlaştırır ve insanı, özüne ilişkin düşünüme çağırır. Homeros’un, kültür tarihi bakımından öne çıkarılması gereken bir başka anlatı özelliği, o dönemdeki toplumların politik-kültürel yapısını gösteren durumları ve olayları da betimlemesidir. İnsanlar ve tanrıları, meclisleri, kurulları toplaması ve tartışmalar yaptırtması, buna örnek gösterilebilir. İnsanlar, soylulukları, yiğitlikleri ve toplumsal konumlarıyla, tanrılar ise, saygınlıklarıyla bir birinden ayrılır.  

ANLATI SANATININ KURUCUSU HOMERİN YURDU ANADOLU’DUR

Batı yazın bilim çevrelerince, dünya anlatı sanatının, dolayısıyla da yazının/edebiyatın kurucusu olarak görülen Homeros, yapıtlarında, örneğin, İlyada’da günlük yaşam kültürünü serimler. Bu yapıtta kahramanlar yemek yapar, etrafı düzenler, diğer günlük işleri yapar. Ayrıca, Akhilleus’un çam kütüklerinden yontulmuş, çatısı sazdan barakası örneğinde görüldüğü gibi, yaşam alanları betimlenir. Bu kapsamda üretim ya da yok edim amaçlı kullanılan yalın nesneler ve malzemeler anlatıya katılır.  

Homeros, Yunanların Truva’daki donanmalarını koruma uğraşlarını çok zengin ve katmanlı bir sözcük ve deyişlerle betimler. Bazı araştırmacılarca, Homeros hem Batı yazın tarihinde “en büyük bilmecelerden biri” olarak, hem de Aristoteles ile birlikte “Yunan kültürünün kurucusu” olarak nitelendirilir; çünkü Aristoteles, Homeros’u Yunan yazınının “ana kaynağı” olarak değerlendirmiştir.  Homeros’un kimliğiyle ilgili olarak Antik Çağda “on kadar yaşamöyküsü ya da kısa tanıtma metni” yazılmıştır. Homeros gibi Anadolulu (Halikanarsos/Bodrum) olan tarihin kurucusu Herodot ve Thukydides’in yapıtlarında “birkaç bölüm ya da anıt yazısı” vardır. Herodot’a ait olduğu öne sürülen yaşamöyküsüne göre, Homeros Smyrna’da/İzmir’de doğmuştur. Efesli Zenodotos, ilk Homer araştırmacısıdır. Onun öğrencisi olan İstanbullu Aristofanes, bu araştırmaları sürdürmüştür. Francesco Petrarca’nın Homer’i Avrupa’ya tanıtan kişi olduğu kabul edilir.       

“Kör” ve/veya “rehine” anlamına gelen Homeros’a ilişkin birkaç bölüm, birkaç anıt yazısı” vardır. “Ozanlar ozanı” diye adlandırılan bu ozanın “körlüğü”, “Akdeniz’den, Anadolu’dan İspanya’ya” değin uzanan gezileriyle ve “geçimini sağlamak için ezberden şiir okumasıyla” ünlenmiştir (Farnoux 2011, s. 31- 33)). İlyada ve Odysseus’u Khios (Kos) adasında dillendirdiği ve Truva Savaşı sırasında “Doğu’nun uzak bir ülkesi Bakriane’de” yaşadığı için, bu savaşa ilişkin “hiçbir şey bilmediği” de öne sürülür.  

BODRUMLU HERODOT’UN ANLATIMIYLA HOMEROS

Bodrumlu Herodot, Homeros’un kendisinden “dört yüz yıl önceyaşadığını yazar. Yaşadığı tarihe ilişkin başka öne-sürümler de bulunmaktadır. Bu nedenle, Homeros’un anlattığı olayların gerçekleştiği “çağda” mı yaşadığı, yoksa “tanıklıklara göre mi” o olayları anlattığı hep sorgulanır (Farnoux 2011, s. 34- 35). Öte yandan, “özgün elyazmalarının hiçbiri bulunmadığından”, Homeros’un gerçekte kim olduğu tartışması sürüp giden bir konudur. İlyada ve Odysseia adlı bilinen yapıtlara sonradan eklenen bölümler olduğu ve bu yapıtların biçem ve konu açısından tek bir ozanın ürünü olmayacak denli çeşitlilikler içerdiği öne sürülür. 

Anadolu’da Bergama/Bergamon Kütüphanesinde çalışan Demetrios, Homeros’un dizeleri üzerine “otuz kitap” yayımlamıştır. M.Ö. III. yüzyılın sonunda bir Mısır papirüsünde Odysseia’nın 9. ve 10. bölümlerinin bulunduğu belirlenmiştir. Platon’un da sözünü ettiği Khioslu Homerosoğulları olarak anılan bir küme ozanın, bu yapıtları/şiirleri ezbere okuyup aktarırken, bazı değişikler yaptıkları da varsayılır. İtalya’da Homeros ve yapıtlarını tanıtanların başında Petrarca ve Boccaccio gelir. Yunanca bilen Boccaccio’un “Latinler arasında ilk ben anlayabildim İlyada’yı” dediği öne sürülür. İlyada ve Odysseia’nın ilk baskıları 1488’de Florans’da gerçekleştirilir (Farnoux 2011, s. 36- 41)).      

İlyada’nın 1583’te Fransızca çevirisi yayımlanır. Montaigne, Homaros’u “her konuda eksiksiz bilgisi olan usta” diye nitelendirir. XVII. yüzyıldan sonra Aubignac Baş keşişi, İlyada’nın birtakım gezgin ozanların derlemesinden oluşan bir halk şiiri” olduğunu öne sürer. 19. yüzyılın sonunda Homer’i güncelleştiren Friedrich August Wolf 1795’de yazdığı Homer’e Giriş” (Prolegomena zu Homeros) adlı denemesinde Homeros’un şiirlerinin “yazılı olarak değil, sözlü olarak ve parçalar bütünleştirilerek”  düzenlendiğini ve özellikle İskenderiyeli bilginlerce “derlenip ayıklandığını öne sürmüştür.2 Lamartine XIX. yüzyılın başında Homeros’un yaşamöyküsünü yazar. Flaubert ‘Yerleşik Düşünceler Sözlüğü’ adlı yapıtında “Homeros asla var olmadı” savını ortaya atar (Farnoux 2011, s. 46- 47).  

HOMER, ANADOLU ANLATI BİRİKİMİNIN ÜRÜNÜDÜR

Walter Burkert “Yunanlar ve Doğu”3 (Griechen und der Orient, 2003) adlı kitabında birçok araştırmacının dile getirdiği şu görüşleri öne çıkarır: Yunanlar, Doğu’nun kültürüyle birlikte alfabesini de almış ve geliştirmiştir. Tanrıları insanlaştıran Homer, Doğu ve Anadolu söylencelerini yapıtlarına içkinleştirmiştir.   

Homeros’un varlığını kanıtlamak için, anlattığı ülkeler ve kentler, “özellikle de Anadolu’da Priamos’un krallığının bulunduğu kent” Truva araştırılmaya başlanır. Lady Montagu (1689- 1762), “Edirne’de gözlemlediği Türk geleneklerini, Homeros destanlarının inandırıcılığı konusunda daha kesin bir kanıt” olarak değerlendirir. Lady Montagu, Homeros destanlarını İngilizceye çeviren Alexander Pope’a, dokuma tezgâhlarında giysi işleyen kadınların, “Helena ile Andromakhe betimlemesini” anımsattığını yazar. İstanbul’daki İngiliz büyükelçisinin eşi olan, akıllı ve iyi gözlem yapan Lady Montagu 1717’de A. Pope’e Edirne’den şunları da yazar: “Homeros’unuzu keyifle okudum. Güzelliğini tam kavrayamadığım pek çok parçayı şimdi anlıyorum; çünkü eski zamanların birçok alışkanlığı, örneğin, giysileri korunuyor burada. Öylesine uzak bir geçmişin anılarını, başka her hangi bir ülkeden çok burada bulmak şaşırtmıyor artık beni” (aktaran Farnoux 2011, s. 50- 52).  

Tarihsel-düşünsel bakımdan güvenilir kaynak olan Bodrumlu Herodot’a göre, Homer İzmirlidir. Homer’in ve sözlü olarak aktardığı şiirsel anlatıların büyük ölçüde Anadolu ya da Doğu kültür öğeleriyle örülü olduğu sağlam gerekçelerle öne sürülmektedir. Bu gerekçeler arasında şunları öne çıkarmak yararlı olabilir: Homer’in İlyada’da anlatılaştırdığı “toplumsal yapılar”, örneğin “harem” ya da Priamos’un haremi, Doğulu egemenlere özgü saygınlık göstergesi sayılan geleneksel bir kurumdur. Bu yapıtta kralın bir harem ile donatılması, anlatıcının Doğulu bir egemeni betimlemek istemesi olarak değerlendirilebilir. Bunun yanı sıra, egemenlere özgü “büyük aile”, yine Anadolu’ya özgü toplumsal bir görüngüdür. Ayrıca, Priamos’un söylencesel hazinesi ve kralın yanı sıra yaşlı bilgeler kurulu da Doğu’ya özgü öğelerdir. İlyada’da anlatılan birçok toplumsal-kültürel öğe için, Lidyalılar, Likyalılar ve Firiklerin örnek ya da esin kaynağı olduğu söylenebilir 

İlyada’da anlatılaştırılan bazı kültürel-toplumsal olaylar, denizci halkların Batı Anadolu’ya yerleşmeleri ve ticaretin o dönemde Filistin ve Suriye’de gelişmiş olması ve bunun yol açtığı ilişkiler önemlidir. Yunanların, Homer döneminde alfabelerini aldıkları Fenikelileri “Doğulular” olarak nitelendirdiği de göz önünde tutulmalıdır. İlyada, bazı yönleriyle Asur metinlerinde anlatılan Gılgamış’tan alınmıştır ya da esinlenmiştir4 (Deger-Jalkotzky, 1979, s. 25- 31). Avusturyalı kültür ve yazın araştırmacısı Raoul Schrott Homer’in kültür çevrelerinin kesişme noktasının, bu nedenle de anlatılarının odak noktasının Kilikya olduğunu gerekçeleriyle açıklar.      

Ilyada’da anlatılanlardan yola çıkan Heinrich Schliemann 1871- 1890 arasında sürdürdüğü kazılarla üst üste kurulan dokuz kenti açığa çıkarmıştır. Priamos’un hazinlerini de ortaya çıkaran H. Schliemann Homeros’un Truva’ya savaştan “çok sonra geldiğini” düşünür. Tübingen Üniversitesi’nden Manfred Korfmann yönetiminde gerçekleştirilen kazıda “Truva VI” ortaya çıkarılmıştır. Destanda anlatılan Truvalıların, “Hititlerle ilişkili olan Luvi halkı olduğu” savı güçlendirilir. Schliemann bulduğu Priamos’un hazinelerinin, Homeros’un İlyada’da Priamos’un konutuna yerleştirdiği gibi, ahşap bir sandıkta bulunduğunu” aktarır (Farnoux 2011, s. 56- 59). 

Homeros, British Museum'daki orijinal heykeli 

Bütün anlatımlar, Homeros destanlarının uzamının Anadolu ve Akdeniz çevresi olduğunu ortaya koymaktadır. Sözlü anlatım yoluyla dilden dile aktarılan ve her aktarımda belli ölçülerde yeniden yapılandırılan bu destanlar, anımsama kültürünün de başlıca öğelerini oluşturmaktadır. M.Ö. iki bin yılında “Yakındoğu’da özellikle Babil’de Gılgamış Destanı gibi mitsel anlatılar” çok yaygındır. Yüzyıllar içerisinde çeşitli olaylarla ilgili anlatımlarla oluşturulan ve varsıllaştırılan bu anlatı birikimi ya da geleneği,  Anadolu ve Ege’de yaygınlaşan sözlü anlatı geleneğini de birlikte biçimlendirmiştir. Homeros’a mal edilen İlyada, Anadolu anlatı geleneğinin bir ürünü olarak nitelendirilebilir. Sözlü anlatım, dolayısıyla da destan “bir olaydan ya da bir dönemden daha çok paylaşılan canlı bir belleğin tanıklığıdır” (Farnoux, 2011. S. 72- 74). Anadolu’da güçlenerek varlığını sürdüren halk ozanları ve halk yazını da bu güçlü kaynaktan beslenerek, hem içerik ve biçim bakımından boyutlanmıştır, hem de süreklileşmiştir. Türküler bunun somut kanıtıdır.    

HOMEROSA DUYULAN İLGİ FiLHELENiZM İLE BAĞLANTILI OLABiLiR

Homeros için “başta İzmir, İskenderiye” olmak üzere, birçok yerde “tapınak” yapılmıştır. Onun adı etrafında bir tapınma oluşturulduğu söylenebilir. Şu anıt yazısı buna kanıt olarak gösterilebilir: “Homeros tanrıysa, ölümsüzler gibi onurlandırılsın; ama tanrı değilse, tanrı yerine konulsun.” Herakleitos, ‘Homeros Alegorileri’ adlı denemesinde Homeros için şöyle demektedir: “Onu bıraktığımız anda özlemeye başlarız yeniden; onunla ilişkimiz yaşamla birlikte sona erer.” Platon’a göre, Homeros, “Yunanların eğitmenidir.” Herodot’un vurgulamasıyla, Yunanlar, “Homeros’un yapıtını tanrıların mitolojisini ve tanrı bilimi yansıtan ‘kutsal kitaplar’ olarak görmekle kalmaz, yaşamın tüm koşullarına uyan bir özdeyişler ve atasözleri derlemesi gibi” değerlendirirler. Böyle yüceltilen Homeros yapıtları/şiirleri “değerli bir toplumsal yaşamın biçimlerini kazandırmakla kalmaz. Özellikle saygın bir geçmiş edinmek ya da istenen bir geleceğin umudunu” yeşertmenin de kaynağı olarak görülür.  

Helenistik dönemde İzmir’de basılan paraların üstünde “Homeros’un portresi” yer almıştır. Homeros kültürel belleği öyle derinden etkilemiştir ki, “Perslerle savaş, Truva Savaşı’nın devamı gibi” algılanmıştır. MÖ. V. yüzyıldan kalma vazoların üstlerindeki resimlerde Truvalılar gülünç biçimde Doğulu, barbar giysilerine” büründürülmüştür. Büyük İskender, ordularını savaşa isteklendirmek için, Homeros adından yararlanmıştır. Fatih Sultan Mehmet 1453’te İstanbul’u aldığında, Truvalıların “öcünü aldığını ve Priamos’un ardılı olduğunu” düşünmüştür. Montaine ‘Denemeler, II, XXXVI bölümünde “XVI. yüzyıl toplumunda Homeros’tan sürekli söz edildiğini” yazar ve şunları ekler: “Troya, Helena ve savaşları belki de olmuş şeyler değildir; ama onları bildiğimiz kadar neyi biliriz? Çocuklarımıza hala Homeros’un üç bin yıl önce uydurduğu adları veriyoruz. Hektor’u Akhilieus’u kim tanımaz. Ulusların birçoğu kaynaklarını bu masallarda arıyor” (Farnoux 2011, s. 81- 84). 

XIX. yüzyılda Homeros-severlik yeni düşünsel-yazınsal içeriklerle boyutlandırılır. Örneğin, Chateaubriand Homeros gibi insanlığın kültürel birikimini boyutlandıranlar için şunları yazar: “Her şey onların renkleriyle boyanır; izleri kazanmıştır her yere; halkların geleneksel söz dağarını genişleten sözcükler üretip dururlar; sözleri atasözü olur. Kurgusal kahramanları, kalıtçıları olan, soyu sopu belli, gerçek kişilere dönüşür. Bin bir türlü düşüncenin filizlenmesine neden olan düşünceler ekerler; tüm sanatlara düş gücü, konu ve biçem sağlarlar; yapıtları insan zihninin hazinesi, kaynağıdır” (aktaran: Farnoux, 2011, s. 86).  

Homeros ve ona mal edilen anlatılar, tarihsel belleği biçimlendirir. Ona öykünülerek başka tavırlar ve davranışlara gerekçe bulunur. Örneğin, ünlü filhelenist Lord Byron, Homeros’un yiğitleri gibi giyinerek, Yunanların Osmanlı egemenliğine karşı başkaldırısına katılmıştır. “Kızıl tepelikli tolga, halkalı zırh, madeni baldır zırhı ve çıplak uyluğuna çarpan kısa kılıç” ile donanmıştır. Homeros destanlarından esinlenerek, 8 Temmuz 1822’de bir deniz kazasında ölen arkadaşı ozan Shelly’nin cesedini İtalya’da bir kumsalda yakmıştır (Farnoux 2011, s. 92). 

Bu açıklamalar ışığında şu sorular sorulabilir: Homeros niçin her çağda güncel bir yazar olarak kalır ya da güncelleştirilir? Niçin, başta yazın olmak üzere, hemen bütün sanat dallarında yeniden üretilir? Acaba bütün bu soruların yanıtı, Platon ve Aristoteles’in “en eski dramatik yazar” ya da anlatıcı diye nitelendirdiği Homeros’un “en az on kentte” doğduğunun öne sürülmesinde, kozmopolit, bir başka deyişle, dünya yurttaşı olarak nitelendirilen bir anlatıcı olmasında ve bütün dünyanın ozanı olarak görülmesinde aranabilir mi? 

HOMER YAŞAR KEMAL ve EPİK ANLATI, HER ŞEYİ ÇOĞULLAŞTIRIR

“Homer benim büyüğümdür” (Alain Bosquet, 2001, s. 152) diyen Yaşar Kemal ile Homer arasındaki benzerliklerden biri, bu iki anlatıcının anlatılarında geleneksel ile evrenseli bireşimlemeleridir. Ayrıca, Yaşar Kemal’in Homer, “eski Yunan’ın çağlar boyu süren koşullarının bir sonucudur” saptamasıyla, Avusturyalı kültür ve yazın tarihi araştırmacısı Schrott’unİlias, Doğu ve Yunan öğelerin bireşimidir” sözü birlikte değerlendirilebilir. Bu Avusturyalı araştırmacı “Olanlar Kilikya’da Oldu” adlı yazısında “Homer’in ekmeği Kilikya unundandır” belirlemesini yapar. Bu bağlamda Halet Çambel’in büyük özverisi ve katkısıyla ortaya çıkarılan Karatepe’nin Kilikya’nın tarih boyunca odak noktası olduğunu ve Yaşar Kemal yaşamının da burada geçtiğini göz önünde tutmak gerekir.  

Bu kapsamda başta Yaşar Kemal’in çok önemsediği Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Nazım Hikmet ve yerel anlatının simgesi olan Karacaoğlan olmak üzere, özellikle Homer’in kurucusu olduğu epik anlatı geleneği öne çıkarılmalıdır. Yaşar Kemal, kendisi gibi kapsayıcı bir Anadolulu olan Homer’i çok önemser; batı edebiyatının da kurucusu olarak görülen bu büyük epik anlatıcıyı hemen her konuşması ve yazında adıyla ve öncüsü ve örnek aldığı anlatıcı anlamında “Benim büyüğümdür” diye anar. ‘Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor’ adlı kitabında, Alain Bosquet’ye “Homeros, bugün dünyaya gelseydi, belki de Faulkner gibi söylerdi” demiştir (2001, s. 152).5  Söz konusu nedenle, Anadolu halk edebiyatı birikimi kapsamında Homer, Yaşar Kemal araştırmalarında önemli bir temel olarak görülmelidir.  

Sanat filozofu Theodor Adorno, “Epik Naiflik” adlı denemesinde Homer’in “Odysee” adlı söylencesel anlatısından bir bölüm aktarır (XXIII, s. 210 vd.) ve aktarılan bölümde anlatıcının, “denizin sahildeki kayalara sürekli çarpışını, suyun kıyıyı aşıp geri dönüşünü, sağlam/kalıcı olanı, derin bir renk içinde görülür duruma getirmek için, sabırla betimlediğini” belirtir. Adorno’ya göre, “bu tür coşku, epik anlatının sesidir ve bu seste tek-anlamlı olan ve kalıcı olan, yeniden ayrılmak için, çok-anlamlı olanla, yitip gidenle buluşur.” Bu filozofun aynı yerdeki belirlemesiyle, destan, “anlatılmaya değer bir şeyi, diğer şeylere benzemeyeni, adı sayesinde aktarılmayı hak eden şeyi” anlatır. Her türlü epik anlatı, “anakronik öğe içerir.”  

Epik anlatı, çoğunlukla “geçmişin” veya gelenekselin içinde biçimlenir; ama geçmişe saplanıp kalmaz; geleneksel ile günceli buluşturur ve harmanlar.  Geleneksel ile güncelin harmanlanımı, Homer’den Yaşar Kemal’e hemen bütün epik anlatıcılarda görülebilir. Adorno’nun aynı yerdeki belirlemesiyle, Homer’in epik anlatısının “arkaizmi, felaketi önlemesi için, esin tanrıçasının çağrılışında”; Goethe’ninkiyse,  “burjuva ilişkileri/koşulları, sanki bir ad gibi, başka bir sözcükle karıştırılması olanaksız olan sözcüğü açık gerçeklik gibi” görmesinde somutlaşır.”6  

Adorno’nun “epik naifliğe” ilişkin bu tutarlı belirlemeleri, birçok yönüyle Yaşar Kemal’in anlatı anlayışına da uyarlanabilir. Yaşar Kemal’in özellikle “İnce Memed” dörtlemesinde “epik naiflik” belirgindir. Ayrıca bu yapıtta kalıcı olanla yitip gidenin birleşmesi ve ayrılması sık görülebilir. Bu estetik anlayış ve yazınsal anlatım, romanı çekici ve kalıcı kılan etmenlerin başında gelir.  

Hakikati dile getirmeyi ve savunmayı, ahlakın ve erdemin önkoşulu olarak gören Sokrates ‘Savunma’sında Homer’i “bütün Helenler için bilginin ana kaynaklarından biri” olarak niteler7 (2015, s. 13). Sokrates’in Homer’e gönderme olarak “bütün hakikat” anlatımına yer vermesi, aynı zamanda Homer’in epik anlatı geleneğini önemsediğinin bir göstergesidir. Platon’un anlatımıyla, Sokrates 'Savunma'sında şunları söylemiştir: Öz-saygısı olan insan "yaşam ve ölüm riskinin hesabını yapmaz; bu tür insan, kişinin ne yaptığına değil, hakça olanı mı, yoksa olmayanı yaptığına, yapılanların iyi birisinin mi, yoksa kötü birisinin mi işleri olduğuna" bakar. Bu bakımdan Truva’da ölen “yarı tanrılar ve diğerleri, Thetis’in rüsvay olup sağ kalmaktansa, tehlikeyi hiçe sayan oğlu” hafife alınamaz. Burada aktarıldığına göre, tanrıça Thetis, Hektor'u öldürmeye niyetlenen oğluna şöyle seslenir: "Evladım, Patroklos'un öldürülmesinin öcünü almak için Hektor'u öldürürsen, sen de öleceksin." Fakat oğlu "ölümü ve tehlikeyi hiçe sayar"; dostunun "öcünü almadan korkak biri gibi yaşamak", onu daha fazla korkutur. Bu nedenle şöyle der: "Hemen ölebilirim; hele zulmedene hak ettiği cezayı de"; aksi halde "burada alay konusu olarak kalamaz. Sokrates de bu kahraman gibi ölümü göze alıp felsefe yapmaya kararlıdır. Kendini ve başkalarını "sınaması buyrulunca", korkup başını alıp gitmeyi bir felaket olarak değerlendirir ve ekler: Böyle yaptığım takdirde, "ölümden korkmuş, bilge olmadığım halde, kendimi bilge sanmış olurdum"8 (2015, s. 79- 81).  

Yaşar Kemal'in tasarımladığı İnce Memed figürü de böyle değil midir? İnce Memed de ahlak ve insanlık adına yapması gerekeni, ölümü göze almak pahasına yapar. Başka insanlara yapılan zulme katlanamaz; ölümü göze alarak bütün gücüyle direnir. Roman bütün derinliğiyle ve karmaşıklığıyla insanı anlatır. Livaneli'nin deyişiyle, Truva'nın "gururlu kralı Priamus'un, düşmanına giderek, onun ellerine ayaklarına sarılarak, oğlu Hektor'un istemesi" bambaşka bir derinliktir ve gerçek anlamıyla 'trajik öğedir."   

YAŞAR KEMAL’E GÖRE HOMER ve YEREL-EVRENSEL DİYALEKTIĞI

Her yazınsal ürünü, üretildiği ortam gereği 'yerel' olarak değerlendiren Yaşar Kemal, “eski Yunanın çağlar boyunca süren koşullarının bir sonucu” olarak değerlendirdiği Homer'i bile “yerel bir sanatçı” olarak adlandırır.9 Yazar, Alain Bosquet'yle söyleşisinde “yerel çevre ve koşulları, insan gerçeğine ulaşabilmenin yolu” olarak değerlendirir. 

Yaşar Kemal, “yerel” ile “evrenselin” harmanlandığı Anadolu anlatı birikimini ve çok-katmanlılığını benimsemek ve yapıtlarında anlatılaştırmakla, yukarıda görüşlerine yer verdiğim Avusturyalı araştırmacı ve yazar Raoul Schrott tarafından Kilikya-Karatepe, bir başka deyişle, Çukurova anlatı biçemini kalıcılaştırdığı öne sürülen Homer'in ardılı, yazınsal beğenisinin sürdürücüsü olarak görülebilir.  

Yaratan öznenin kendinden çıkarak, betimlediği nesneye ulaşması anlamında özgünlük,  yerellik ve evrensellik kavram çifti bağlamında da konulaştırılabilir. Her yazınsal ürünü üretildiği ortam gereği 'yerel' olarak değerlendiren Yaşar Kemal’in, Homer’i “eski Yunanın çağlar boyunca süren koşullarının bir sonucu” olarak nitelendirmesi İlgi çekicidir. Bu bağlamda öz ile dış ya da yabancı ilişkisi irdelenebilir. Özgünlüğü yaratan özne, ilkin kendinden çıkarak, betimlediği nesneye ulaşır; betimlemeyi olanaklılaştıran izlenimlerle yine kendine, özüne döner. Söz konusu izlenimleri özünde harmanlayarak, yoğurarak, biçemsel belirginliğiyle tanınabilir olan özgünlüğü ortaya çıkarır. Bu düşünsel, yazınsal süreç, Yaşar Kemal'in toplu üretiminin tümünde görülebilir.  

Alfred Kurella “Öz ve Yabancı- Sosyalist Hümanizme Katkılar”10 adlı önemli çalışmasında Karl Marx’ın “yabancılaş(tır)ım” kuramı bağlamında, “öz” ile “yabancının” etkileşimi olmaksızın, hiçbir düşünsel ilerleme olamayacağını ortaya koymuştur. 

Bu bağlamda, yazarı içinde bulunduğu kültürel ve sosyal ortamın bir türevi olarak nitelendiren Yaşar Kemal'e göre “gerçek sanatçı yereldir.” Bu nedenle de Tolstoy, Kafka, Faulkner, Nazım Hikmet, J. P. Sartre yereldir; çünkü “bütün gerçek yaratışlar yereldir; bütün köklü, sağlam yaratışlar yereldir. Köklü yaratışların temelinde yoğun bir kişi yaşantısı ile yoğun bir çevre, yoğun bir halk yaşantısı”11 vardır. 

Yaşar Kemal’in yapıtları, epik anlatının simgesidir. Bu nedenle, Yaşar Kemal araştırmaları kapsamında epik anlatının ve Avrupalılarca Batı yazının kurucusu olarak nitelenen Homer ve yapıtları önemsenmelidir. Burada şu yazınsal ilkeyi vurgulamak gerekir: Yazın ve dil tarihçileri arasında yürütülen Homer’in yeri-yurdu ile ilgili olan ve epik anlatının kurucusunun biçem özelliklerini temel alan tartışma henüz sonuçlanmamıştır; sonuçlanacak gibi de değildir.    

HOMER DOĞU’NUN MU BATI’NIN MI ÇOCUĞUDUR?

Avusturyalı yazar ve yazınbilimci Raoul Schrott, Homer’in ‘İlyada’ adlı ünlü yapıtının “Doğu ve Yunan etkilerinin bireşimi” olduğunu savlar ve bu savını ‘Olanlar, Kilikya’da Oldu’ adlı yazısında, Batı edebiyatının kurucusu “Homer’in ekmeği, Kilikya unundandır12 belirlemesiyle, sanıldığı gibi, İyonyalı değil, Kilikyalı olduğunu öne sürer. Kilikya o zamanlar “halkların, söylencelerin, eski ve yeni yazı kültürlerinin bir birine karıştığı”13 bir yaşam alanıdır. Asur devletinin hizmetinde bir yazıcı olan Homer ‘İlias’ı “Yunan söylencelerini ve eski Doğu destanlarını” bütünleştirmek suretiyle oluşturmuştur.  

Raoul Schrott’in öne sürümüyle, “belki de Homer’in sadece annesi Yunanlıdır; babasıysa Mezopotamyalıdır, Arami ya da Fenikelidir.” Öte yandan, Wolfgang Büschel’in de belirttiği gibi, Raoul Schrott’un Homer ile ilgili öne-sürümleri tümüyle kurgu da olabilir. Nitekim Büschel’in aktarımıyla, Schrott, İlyada hakkında “binlerce sayfayı dolduran yorumları” okuduğunu dile getirmekte ve “bunlardan bana en iyi görünenleri seçiyorum. Bunları yeniden yazınsallaştırmak istiyorum” demektedir. Ayrıca Basel Üniversitesi eski diller filolojisi profesörü Joachim Latacz da ‘Akzente’ adlı dergide yayımladığı yazısında Schrott’u eleştiren Büschel’in aktarımıyla, “Schrott bugünkü dile, dolayısıyla da bugünkü düşünceye yakın olan bir İlias istemektedir.” Profesör Latacz, Schrott’u “yazınsallaştırmada çok ileri gitmek ve anlamı çarpıtmak ile” suçlamaktadır.  

İlyadanın sürekli güncelleştirilmesi, Büschel’in anlatımıyla, “öldü denilen hümanist eğitimin bir kahramanının yeniden tahtına çıkmasıdır.” Henüz tam olarak bilinmeyen bu büyük anlatıcıda, insanı veya okuyucuyu büyüleyen şey, onun “yazınının inanılmaz ölçüde uzakları etkilemesidir. Bu edebiyatın gücü, “insanların ölümüne direnmedir.” Eğer bu ozan, diyesi Homer, “söylenen şarkıları yazılılaştırmasa”, hem anlatı geleneği, hem de edebiyatın gücü yitip giderdi. Homer, İlias’ın oluşumunu sağlayan şiirsel anlatı birikimini, Yunanların “Fenikelilerden alıp uyarladıkları” yazıyla kalıcılaştırmıştır. İsa’dan önce 750- 650 yılları arasında yaşadığı varsayılan bu büyük epik anlatıcı, MÖ. 1200- 800 arasındaki “karanlık yüzyılları” anlatılaştırmıştır. Ölümünden sonra her Yunan kenti, Homer’in “yurdu” olduğunu öne sürmüştür.  

Büschel’in anılan yazısındaki anlatımıyla, Schrott ayrıca İlias ile “Gılgamış destanı arasında koşutluklar” görmektedir. Schrott’ın savlamasıyla, söz konusu koşutluklar, “Homer’in Truva’sının topoğrafyası, kahramanının adlarını, kurban ve şölen alışkanlıklarına değin birçok şeyi” kapsamaktadır. Bütün bunlar Kilikya’ya ve Homer’in o zamanlar bir “dünya gücü” olan Asur devletinin üst düzey bir görevlisi olarak bütün kaynaklara ulaşabilen Homer’i imlemektedir. Ayrıca, her şey Truva söylencesine uygun düşmektedir.  

Burada başlam açıp, kısaca anımsatmakta yarar olabilir: Akad çivi yazısı ile yazılan Gılgamış destanı, tarihin en eski yazılı destanıdır. Uruk kralı Gılgamış'ın ölümsüzlüğü arayışının öyküsünün anlatıldığı bu destan aynı zamanda Nuh Tufanı'nın en eski sürümünün boş olduğunu ve tanrısal öğütlerle, insanın ancak büyük bir ad bırakmakla ölümsüzlüğe erişebileceğini anlatır. Sümerlerce yazılan Gılgamış destanı, Mezopotamya’daki en eski yazınsal yapıttır. Gılgamış destanının önemli özelliklerinden biri de, anlattığı "tufan" öyküsünün, küçük değişimlerle üç büyük dinin kutsal kitaplarında yer almasıdır.  

Homer tartışmasına dönelim. Münihli eski çağ tarihçisi Christian Meier de, Büschel’in nitelemesiyle, “Biz, Doğu’nun mu, yoksa Batı’nın mı çocuklarıyız?” sorusunu sormakta ve “Batı’nın çocuklarıyız elbette” diye kendi sorusunu yanıtlamaktadır. Christian Meier’e göre, “Doğu despotizm demektir; Yunanlar ise, özgürlüğü” bulmuştur. Avrupa, “Doğulu bir hadımın kaleminden çıkan bir şiir değildir.” Bütün bunlar, Avrupalılar açısından çok önemli bir soruyu, “Biz kimiz?” sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Doğu’nun “Yunanları etkilediği” kesindir; çünkü İsa’dan 800 yıl önce “Doğu’nun yüksek kültürü başattır.” Bu bakımdan Avrupalılar, Büschel’in de dediği gibi, “eski Doğu’nun çocuklarıdır.”  Fakat sonra yaklaşık 2500 yıldan beri bilinen Homer ortaya çıkmış ve “her şeyi yeniden yapmıştır.” Avrupa bu dönemde ve Homer ile “başlar”; çünkü “her zaman sadece etkileri ve ilintileri görmek, bütün hakikati” oluşturmaz. Bazen “Kolomb, Luther, Rönesans örneğinde olduğu gibi, daha önce hiç görülmemiş yeni bir şey ortaya çıkar” ve dünya birkaç yılda başkalaşır. Bu bakımdan, Homer “ilk büyük patlamadır.” Büschel’in değerlendirmesiyle, zaten Schrott da Homer’in “1000 yıl eski Gılgamış malzemesini kullandığını”, ancak o malzemenin “ötesine geçtiğini”, bu malzemeden “tümüyle yeni bir şey, yeni bir dünya” yarattığını yadsımamaktadır. Özetle ve özlü anlatımla şu belirleme yapılabilir: Anadolu’da odaklaşan anlatı birikiminden esinlenen Homer, yapıtlarında insanlığın durumlarını, dolayısıyla da hem Doğulu, hem de Batılı insanları anlatılaştırmıştır.     

Prof. Dr. Onur Bilge Kula 
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler