CHP ve Altıok’un belirginleşmesi / Prof. Dr. Onur Bilge Kula
CHP’nin 19 Mayıs 2025 İzmir buluşması nedeniyle, Altıok ilkelerinin düşünsel özünü ve amacını belirginleştirmek, bu ilkelerin güncel yorumu açısından yararlı olabilir.
Mustafa Kemal, CHP’nin öncüsü olan ve 9 Eylül 1923’te kurulan Halk Fırkası’nın tüzüğünde partinin görevi ve amacını şöyle belirler: Halk Fırkası’nın görevi, “ulusal egemenliğin halk tarafından halk için gerçekleştirilmesine öncülük etmek”, “Türkiye’yi çağdaş bir devlet durumuna yükseltmek” ve “bütün güçlerin üzerine hukukun egemenliğini kurmaktır.” Atatürk’ün 1923’te yazdığı tüzükten de görüleceğini gibi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Altıok’u, tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik ülküsünden doğmuş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaşlaşması ve uygarlık değerlerini yaşam tarzına dönüştürmesi sürecinde belirginleşmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Altıok’u, Türkiye toplumunun sosyal yapısının çözümlemesine, ulusal gereksinmelere ve uluslararası yönelimlere dayandırmıştır. Dolayısıyla Altıok, toplumsal yapının değişimine koşut olarak sürekli gelişim ve değişim içindedir. Devrimcilik ilkesi, hem bu değişim ve gelişimden kökenlenir hem de değişim ve gelişime yol gösterir. Mustafa Kemal, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 15-20 Ekim 1927’de gerçekleştirilen İkinci Kurultayında Türk ulusunun bağımsızlaşma, özgürleşme ve çağdaşlaşma atılımlarını özetler ve Program Bildirgesi’nde “cumhuriyetçilik, laiklik, halkçılık ve milliyetçilik”, ilkelerini, CHP’nin temel ilkeleri olarak tanımlar. Atatürk, çağdaş Türkiye’nin ayırıcı özelliği olan laiklik ilkesini 1 Mart 1924’te TBMM’nde yaptığı açış konuşmasında dile getirir ve şu belirlemeleri yapar: İslam dini, politika aracı olmaktan kurtarılmalıdır. Din ve vicdan, “muğlak ve değişken olan, her türlü çıkar ve tutkuların sahnesi olan politikanın” dışına çıkarılmalıdır. Tutarlı toplumsal bir çözümlemeyle, o dönemde sınıfsal ayrımlaşma olmadığını ve bütün halkın çıkarlarının ortak olduğunu vurgulayan Atatürk’ün anlatımıyla, yeni kurulacak fabrikalarda “kendi işçilerimiz” çalışmalıdır. Tüm halk, mutlu yaşayabilmek için, çalışarak ve bol üreterek varsıllaşmalıdır. Dolayısıyla, yeni ekonomi programı, bütün halk için “Emek Misakı Millisi”, bir başka anlatımla, “ulusal emek andı” olmalıdır. Böyle bir ulusal emek birliği anlayışına dayanan program etrafında toplanma ise, ulusun birliğini, dayanışmasını, ilerlemesini ve çağdaşlaşmasını sağlayabilecek bir fırka, parti oluşumuna yol açmalıdır (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 15, s. 146- 147). Altıok içinde yer alan devrimcilik ilkesi, diğer ilkeleri belirleyen bir nitelik taşır. Mustafa Kemal, 5 Şubat 1924'te İstanbul gazetecilerine yaptığı konuşmada, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu "büyük ve önemli bir devrim" olarak niteler. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, "ulusumuzun demokratik bir yönetim kurmasını" olanaklı kılmıştır. Ulusal bağımsızlık, Cumhuriyet’i ve demokratik yönetimi ortaya çıkarmıştır. Cumhuriyet ve demokratik yönetim ise, yeni atılımları, yeni devrimleri ortaya çıkaracaktır. Cumhuriyet yeni devrimlerin, kısacası sürekli devrimciliğin güç kaynağıdır. Türkiye'nin bağımsızlığının ve halkın egemenliğinin korunması ise, kadın erkek ayrımı yapmaksızın, tüm halkın, bu devrimci oluşumu sürdürmesine bağlıdır. Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet Halk Partisi'nin II. Büyük Kongresi’nde Büyük Nutku'nu okuduktan sonra ayrılırken, Ankara Palas Oteli önünde. (15.10.1927) Devrimcilik ilkesi, sürekli bir gelişim ve değişim projesidir. Halkın/ulusun egemenleşmesi, uygarlaşması, gelişmesi ve yükselmesi ise, ancak erkekler ve kadınların toplum yaşamına, üretime katılmasıyla, kısacası her bakımdan eşitleşmesiyle olanaklıdır. Mustafa Kemal Atatürk'ün 2 Şubat 1923'te İzmir'de halka yaptığı konuşmadaki saptamasıyla, "Türk toplumsal yaşamında kadınlar her zaman bilim, bilgelik, erdem ve eylem bakımından erkeklerden bir zerre geriye kalmamış, belki daha ileri gitmiştir." Türk kadınlarının "bilimde ve erdemde çok ileri gitmiş olduklarını tarih" göstermektedir. "Adam olmak istiyoruz" ve anneler "bizi adam edecek" insanlardır. Fransız gazeteci Maurice Pernot’ya verdiği demeçte (29 Ekim 1923) Atatürk’ün belirlemesiyle, ülkeler çeşitlidir; fakat “uygarlık birdir” ve her ulus “ilerlemek için bu tek uygarlığa” katılmak zorundadır. Osmanlı İmparatorluğu, başarılarından ötürü mağrurlanarak, “kendisini Avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği için” çökmüştür. Türk halkı düşünce ve eğilim olarak “bir Avrupa Türkiye’si, daha doğrusu Batı’ya yönelmiş bir Türkiye” istemektedir. Bu istek, tarihsel bir yönelimi anlatmaktadır; çünkü Atatürk’ün deyişiyle, “biz daima Batı’ya doğru yürüdük.” Son dönemlerde Doğu’ya çekilme belirtileri olmuştur; ancak “bedenlerimiz Doğu’da ise de düşüncelerimiz Batı’ya doğru yönelik kalmıştır.” Atatürk, 2 Şubat 1924’te İstanbul gazetecilerine yaptığı konuşmada ulusun “demokratik bir yönetim” kurmak suretiyle, yurdu kurtardığını ile getirir. Bir uygarlaşma ve çağdaşlaşma projesi olan Cumhuriyet’in, ulusun “sürekli ilerleme ve gelişme yeteneğini” temel aldığını vurgular. 1 Mart 1924’te TBMM’de yaptığı konuşmada, ülkenin her alanda gerçekleştirdiği ilerlemelerin bir dökümünü yapar ve yargı reformuyla “her uygar ülkede olan adli anlayışın, ülkenin gereksinmelerine uyan esaslarının” uygulamaya koyulacağını belirtir. Aynı konuşmada “basın özgürlüğü” konusuna özel bir önem veren Atatürk’ün belirlemesiyle, basına “Cumhuriyet’in gelişme ve ilerlemesinde” çok önemli bir görev düşmektedir. Basın “tam özgür” olmalıdır. Ancak basın, bu tam ve geniş özgürlüğü, ülkenin kalkınması sürecinde duyarlılıkla kullanmalıdır. Basın özgürlüğünden “doğan sakıncalar, yine bizzat basın özgürlüğüyle giderilmelidir.” Atatürk’ün 4 Haziran 1933’te yaptığı “İnkılâp Hakkında” adlı konuşmasındaki belirlemesiyle, “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz Cumhuriyet’i kurduk; o on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe gerçekleştirmelidir.” Çağdaş Türkiye’nin ilerleme ve uygarlaşma atılımlarının anlatımı olan devrimcilik, Atatürk’ün tanımlamasıyla, “Türk ulusunu son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak, yerlerine ulusun en yüksek uygarlık gereklerine göre ilerlemesini sağlayacak kurumları koymaktır.” Bir başka konuşmasında “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar, yıllarca süren savaş. Bunlardan sonra içerde ve dışarıda saygı duyulan yeni bir yurt, yeni bir toplum, yeni bir devlet ve bunları başarmak için sürekli devrimler. İşte Türk Devriminin kısaca anlatımı budur” sözleriyle, devrimcilik ilkesini açıklar. Atatürk’ün belirlemesiyle, devrimcilik “yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin tek amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümüyle çağdaş ve bütün anlam ve görünüşü ile uygar bir toplum durumuna ulaştırmaktır.” Bu belirlemelerden de görüleceği gibi, Atatürk, devrimleri bitimsiz bir süreç olarak kavrar ve şunu söyler: “Ben Erzurum’dan İzmir’e sağ elimde tabanca, sol elimde idam sehpasıyla geldim, devrimler yalnızca başlar, bitişi diye bir şey yoktur.” Atatürk, devrimcilik ilkesini şöyle açıklar: “Kurduğumuz ilkeler, bugünün gereklerine göre ulusumuzun uygarlık yolunda gelişmesi için yararlı bulduğumuz girişimlerdir. Ancak, toplumsal yapı sürekli gelişen ve evrime yönelmesi zorunlu olan bir durumdur. Bilim ve teknik, sürekli yeniliğe ve buluşlara açıktır. İşte bu durum karşısında, insanların istek ve gereksinmeleri, hem maddi hem manevi alanda sürekli çoğalan bir biçimde gelişir. Tarihsel akış içinde, hiçbir ilke, dogma olarak kendini koruyamaz. Türk ulusu, yaşadığı çağın uygarlık düzeyinin gereklerini yerine getirmek zorundadır. Devrimcilik ilkesine bağlı kalınmalı ve ulusal bütünlüğümüzü, ulusal çıkarlarımızı, büyük bir titizlik ve özenle korumaktır.” Atatürk’ün ölümünden yaklaşık iki ay önce yayımlanan “Cumhuriyet Halk Partisi- On Beşinci Yıl Kitabı”[1] adlı kapsamlı çalışmada devrimcilik ilkesi, “Partinin doğduğu günden beri belli başlı” ilke olarak nitelendirilir. Ayrıca, yine bu kitapta 10 Mayıs 1931’de Ankara’da toplanan üçüncü büyük kongresinde “Parti, devlet ve devrim yaşamımız için temel olan bütün ana fikirlerin ilk defa parti programında bir araya getirildiği” vurgulanır (s. 7). Ana fikirlerle anlatılmak istenilen CHP’nin Altıok’u burada teker teker sayılır. Bütün bu açıklamaların ışığında şu saptama yapılabilir: CHP’nin oluşumunu, temel düşünsel ve siyasal ilkelerini belirleyen ALTIOK, aslında bütünlüklü bir uygarlaşma, kalkınma ve özgürleşme tasarımı ve atılımıdır. Bu nitelikleri nedeniyle de sürekli güncelleştirilmeye elverişlidir. Devrimcilik ilkesi, söz konusu güncelleştirme çalışmasına yol göstermektedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün anlatımıyla, özgürlüğün güvencesi olan bağımsızlığın ve egemenliğin korunması için gerekli politik bir örgüt ve kurumlar bütünü olan devlet, ulusun her bakımdan kalkınması, gelişmesi ve yükselmesinin aracıdır. Atatürk’ün 2 Şubat 1923'te İzmir'deki söylevine göre, ulaşım alt yapısı ve araçları yoktur. Örneğin, "Konya ve daha birçok hazinenin" ürettiği şeyler, başka yerlere taşınamamaktadır. Ayrıca, üretim araçları ve teknolojisi olmadığı için yeterli üretim de yoktur. Bu yoklukları ortadan kaldırmak için, "en son uygarlık ve gelişmişlik derecesine ulaşmaya karar vermek" gerekir. D evlet, en son uygarlık ve gelişmişlik düzeyine ulaşmaya hizmet etmelidir. Dolayısıyla, devletçilik, ekonomi başta olmak üzere, en son uygarlık ve gelişmişlik derecesine yükselmeyi sağlayan kurumların, politikaların ve önlemlerin tümüdür. Devlet ve devletçilik, Atatürk'ün deyişiyle, "dünya ile rekabet edebilecek tarzda hareket etmenin" koşullarını yaratmanın yolu ve yöntemidir. "Yeni Türkiye devleti, bir halk devletidir, halkın devletidir" belirlemesi, halkçılık ile devletçilik arasında yakın ilişkinin anlatımıdır. Bu belirlemeler uyarınca, devletçilik ilkesinin o dönemde tüm ulusun ivedi gereksinmelerini karşılamak üzere geliştirildiğini açıkça gösterir. CHP’nin devletçiliği, özel girişimciliği dışlamadığı gibi destekler. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlarla, çağdaş Türkiye devletinin, tam bağımsızlığın güvencesi olan çağdaş bir ekonominin temellerinin yanı sıra, uluslararası çağdaş hukukun ilkelerine dayandırılması amaçlanmıştır. Böylece hem ekonomik kalkınma, hem de yurttaşların hukuksal haklarını elde etme savaşımında özerk öznelere dönüşmeleri sağlanmak istenmiştir. Bu, aynı zamanda çağdaşlaşma, bilimselleşme ve sekülerleşme adımıdır. Kısacası, önemli bir Aydınlanma atılımıdır. Bu çerçevede uygulanan karma ekonomik modelin yapı taşlarından biri olan “devletçilik”, ülkenin sosyal politikasında izlenecek yol ve yöntemlerin belirlenmesi, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın devlet eliyle gerçekleştirilmesidir. Devletçilik ilkesi, özel girişimcilerin yapamayacağı işlerin devlet tarafından yapılmasını öngörür. Bu ilke, ekonomik kalkınmada özel girişimcilerin yanı sıra devletin de yatırımlar yapmasını öngören karma sistemi ele alan, sosyal güvenliğin sağlanmasını devletin görevi kabul eden bir Atatürk ilkesidir. 1931’da etkinleştirilen devletçilik ilkesi uyarınca, ilk kez beş yıllık kalkınma planları çıkarılmış ve planlı ekonomiye geçiş süreci başlamıştır. Kısa zamanda özellikle devlet olanaklarıyla sanayi yatırımları başlamış, halkın refah düzeyi yükseltilmiştir. Devletçilik ilkesinin eğitici ve öğretici niteliği kapsamında, ülkedeki teknik eleman açığının kapatılması ve eksikliklerin giderilmesine çalışılmıştır. Ekonomik kalkınmada bölgeler arasındaki farklılıkların giderilmesi için çalışmalar başlatılmış ve bu hedef doğrultusunda önemli mesafeler kat edilmesi sağlanmıştır. Sağlık, eğitim, bayındırlık, kültür ve sanat alanlarında halkın gereksinimlerini karşılayabilecek önlemlerin alınmasını amaçlayan Devletçilik, halkçılık ilkesinin edimselleştirilmesinin zorunlu sonuçlarından biridir; çünkü bu ilke uyarınca, devlet, güçsüzlerin, güçlüler karşısında uğrayabileceği sakıncaları gidermeyi amaçlar. “CHP On Beşinci Yıl Kitabı”ndaki özlü nitelemeyle, devletçilik, “devletin kuruculuğu ve yapıcılığı” anlayışını yansıtır. Mustafa Kemal Atatürk 2 Şubat 1923'te İzmir'de halka verdiği söylevde, bağımsızlığı ve koşulsuz egemenliği elde etmek için, bütün güçleri birleştirmek ve “bütün gücü halkta aramak” gerektiğini vurgular; çünkü halk, her türlü gücün, oluşumun ve kararın kaynağıdır. Her türlü devrimci atılımın taşıyıcı gücü olan halk olmadan, başarı olmaz. Atatürk’ün deyişiyle, halkın bütün gücünü "tek bir noktada birleştirmek" ve yaratıcılığını harekete geçirmek amacıyla, Sivas Kongresi düzenlenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet Halk Partisi'nin II. Büyük Kongresi’nde Büyük Nutku'nu okuduktan sonra ayrılırken, Ankara Palas Oteli önünde. (15.10.1927) Erzurum Kongresi'nde dile getirilen bağımsızlık ve koşulsuz egemenlik ülküsü, Sivas Kongresi'nde kesin karar ve eylem planı durumuna getirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk 1923'te yaptığı toplumsal çözümlemesinde, toplumun önemli bir bölümünün "çiftçiler ve çobanlardan" oluştuğunu, tarımsal üretimi artırmak için, makineleşmenin zorunluluğunu vurgular. Ulusu oluşturan "asıl kitle, çiftçi ve çobandır"; çiftçiler ve çobanlar, halkın %80'ini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, “Halk Fırkası denildiği zaman, bu asli kitle kastedilmektedir." Fakat çiftçi ve çobanların haklarını temin etmek, "diğer sınıfların" zararına yol açmamalıdır. Öte yandan, bir fabrika yapmak için gerekli ekonomik gücü olan büyük sermaye sahibi de yoktur. Türkiye'de, zengin denilen insanlar, "uygar ulusların orta zenginlerinden de aşağıdadır." Emekçiye/işçiye gelince, Mustafa Kemal Atatürk'ün 2 Şubat 1923 İzmir konuşmasındaki çözümlemesi uyarınca, İstanbul başta olmak üzere, memleketin en gelişmiş kentlerindeki işçi/emekçi sayısı, "belki yirmi bini geçmez." Bu yirmi bin amelenin, "emekçinin tarlada çalışan köylüden ne farkı var?" diye soran Atatürk'ün deyişiyle, "biz emekçinin/amelenin çıkarı hilafına çalışmayı, genel çıkarlara karşıt görürüz." Dolayısıyla, emekçinin yaşam koşullarını düzeltmek için, fabrikalar yapmak gerekir. Bu yapılmazsa, sadece emekçiler zarar görmez; "ülke ve ulusun genel refahı" zarar görür. Dolayısıyla amele de "halkın içindedir." Görüleceği üzere, CHP baştan beri çalışan ve üreten toplum kesimlerinin yanında yer almış, onların yaşam koşullarının iyileştirilmesi için uğraşmıştır. Bunların yanı sıra, Mustafa Kemal Atatürk’ün saptamasıyla, çok az sayıda "aydın ve ulema" denilen insan vardır. Bunlar da "başlı başına bir çıkar ve bir sınıf" oluşturmaz. Teknik meslek sahiplerinin durumu da aynıdır. Dolayısıyla, bu ortak çıkarların tümünü gözeten ve "tam bağımsızlık ve koşulsuz egemenlik" ilkelerine dayanan bir politik parti kurulmalıdır. Bu politik kuruluş, Halk Fırkası olmalıdır ve "bütün ulusu kapsamalıdır." Halk Fırkası, ulusu "sınıflara ayırmaksızın, refah düzeyini yükseltmeli, ülkeyi bayındırlaştırmalıdır." Dolayısıyla, "hiç kimse, bu siyasi fırkanın, şu veya bu sınıfın çıkar aracı" olacağını düşünmemelidir. Atatürk’ün toplumsal-kültürel yapının çözümlemesine dayanan belirlemesiyle, devlet, “asıl unsur olan çiftçiyi ve çobanı” korumak ve güçlendirmek zorundadır. Bunları güçlendirmek, sözle olmaz “bilimin, tekniğin ve çağın emrettiği araçlara ve nedenlere eylemli” olarak girişmekle olur. Yeni Türkiye devleti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok daha güçlüdür; çünkü bilim, teknik, akıl ve mantığı öne çıkarmaktadır. Hakikati gösteren etmenler de bunlardır (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 14, s. 363). Ekonomik gelişme ve başarı için “el emeği” yeterli olamaz; “makinelerden yararlanmak” gerekir. Çağdaş ilerleme neyi gerektiriyorsa, o yapılacaktır. Bu kapsamda her türlü çağdaş tarım araç-gereçleri ülkeye getirilecek, çiftçilerin kullanımına sunulacaktır. İnsan gücünü, “makine ile” desteklemek zorunludur. Devlet yönetiminde, kalkınmada, gelir dağılımında, bütün olanakların kullanılmasında, halkın yararının gözetilmesi öncelik taşır. Halkçılık ilkesi uyarınca, Türkiye yurttaşları ayrımsız olarak yasa önünde eşittir. Halk, devlet yönetimine eşit katılım olanağına sahiptir. Atatürk’ün belirlemesiyle halkçılık, her türlü gücün, yetkinin ve egemenliğin halkın elinde bulunmasıdır. Dolayısıyla, halkçılık, toplumsal dayanışmanın, ekonomik kalkınmanın, sekülerleşmenin, demokratikleşmenin ve çağdaşlaşmanın itici gücüdür. Cumhuriyet yönetimin temeli olan halkçılık, yoksul halk kesimlerinin uygar yurttaşlar durumuna gelmeleri, kadın erkek eşitliğinin sağlanması ve kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesine ortam hazırlamıştır. Sosyal adalete, sosyal güvenliğe ve adaletli gelir dağılımına önem verilmesini sağlamıştır. Mustafa Kemal “Seçim Hakkında Beyanname” (8 Nisan 1923) adlı bildirgesinde TBMM’nin ulusal egemenlik ilkesine dayanan “bir halk devleti ve hükümeti” oluşturduğunu vurgular. Ulusal egemenlik ilkesine dayanan “halk devleti ve yönetimi” anlatımı, Atatürk’ün başta halkçılık ve devletçilik olmak üzere, Halk Fırkası’nın bütün ilkelerini birlikte düşündüğünü ve tasarımladığını göstermektedir. Bu ilkeler, her alanda tam bağımsızlığın ve özgürlüğün güvencelerini oluşturmaktadır. Atatürk, Meclis Başkanlığı’na Seçilmesi üzerine, TBMM'de yaptığı (13 Ağustos 1923) konuşmada, kendi nitelemesiyle, çağdaş Türkiye'yi "Yeni Türkiye devleti, bir halk devletidir, halkın devletidir" sözleriyle tanımlar. “CHP On Beşinci Yıl Kitabı”nda halkçılık “demokratlık”, “ulusun genel hakları dışında hiçbir bireye ya da topluluğa ayrıcalık tanımamak” ve “sınıf mücadeleleri kabul etmemek” (s. 11) olarak nitelendirilir. Bu önemli belirlemeler uyarınca, hem halkçılık, hem de devletçilik ilkesi açısından oluşturucudur. Atatürk’ün bu belirlemelerinden çıkarılması gereken başlıca sonuç, CHP’nin dayandığı temel ilkelerin, toplumun sosyolojik çözümlemesinden türetildiği gerçeğidir. Bu, yeni koşullara göre güncelleştirilmesi gereken bilimsel ve akılcı bir yöntemdir. Kısacası, Altıok, toplumsal çözümlemeden türetilmiştir ve yeni toplumsal koşullara ve gereksinmelere göre biçimlendirilebilir. Mustafa Kemal Atatürk 2 Şubat 1923'te İzmir'de halka verdiği uzun söylevde Turancılık ve milliyetçilik arasında bağlantı kurarak, bu tür siyaset tarzının "hayali" olduğunu, tarihin gösterdiğini belirtir. Atatürk’ün anılan konuşmasındaki anlatımıyla, bu kadar "geniş bir sahada bulunan muhtelif Türk parçalarını aynı zihniyetle bir noktada birleştirerek" yönetmek olanaksızdır. Ayrıca, İslam dünyasını birleştirmeyi amaçlayan politika tarzı da gerçekçi olmadığı için başarısızlığa uğramıştır. Çünkü “İslam dünyasını bir noktadan yönetmek" de olanaksızdır. Her ikisinin de olanaksızlığını tarih kanıtlamıştır. Yapılması gereken, ulus ve İslam dini kavramlarını, toplumsal gelişmenin önünü açacak, uygar dünyayla bütünleştirecek yeni bir anlayışla yorumlamaktır. Bu yeni anlayışta, Atatürk’ün deyişiyle, "hem dini siyaset vardır, hem de milli siyaset vardır.” Dolayısıyla, karma ve uygulanabilir bir politika izlenmelidir. Bu karma siyaset tarzının en belirgin dayanağı veya kaynağı, "akıl ve bilim" olmak zorundadır. İslamcı siyaset başarısızdır; çünkü "bütün İslam dünyası tutsaktır, sefildir ve mutluluktan yoksundur.” Çağdaş politika, ulus egemenliğine dayanır. Ulus egemenliğiyse, bağımsızlığın ve özgürlüğün güvencesidir. Ulus, asli unsurdur. Dolayısıyla, yapılması gereken, politikayı asli unsur üzerine kurmak ve onu uygar dünyanın düzeyine çıkarmaktır. Atatürk'ün 2 Şubat 1923'teki konuşmasındaki belirlemesiyle, "Milli seciyeyi" korumak ve yükseltmek gerekir. Bu ise, "milliyetperverlik", bir başka anlatımla, ulusseverlik demektir; çünkü "Türkiye halkı", duygularını ve yazgısını birleştirmiş insanlardan oluşur. Bu insanlar içinde "ırk bakımından muhtelif olanlar vardır." Fakat "muhtelif ırkta bulunanlardan birinin diğeri üzerinde, onun milliyetini mahvedecek bir davada bulunmasına gerek yoktur." Bu belirlemelerden de görüleceği üzere, Mustafa Kemal Atatürk'ün ulusçuluk yerine "ulusseverlik" kavramını yeğlediği açıktır. Bu yeğlemenin başlıca nedeni, milliyetçilik kavramının sınırlayıcılığını ve politik amaçlarla araçsallaştırılabileceğini görmüş olmasıdır. Atatürk’ün anlatımıyla, ülkemizin uygarlığın gerektirdiği düzeye çıkabilmesi için, yalnız ulusun “sermayesi, bilimi ve tekniği” yetmez. Bu nedenle, dış ya da yabancı sermayeye ve uzmanlığa gereksinme vardır. Bu noktada “dar bir ulusseverlikten çıkıyoruz; biraz daha geniş ulussever oluyoruz.” Yeni Türkiye’nin bağımsızlığı, ulusun egemenliği ve çıkarları, “bütün yaşamsal araçları ve yetenekleri” korunmak, geliştirilmek ve sağlamlaştırılmak koşuluyla, “yabancı sermayeden yararlanılabilir.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 14, s. 361- 362). Bu açıklamalardan da görüleceği üzere, Mustafa Kemal, milliyetçiliği, ulusal bilinci güçlendirerek, ülkenin bağımsızlığını ve halkın egemenliğini sağlamanın yolu ve her türlü sorunu, ulusal bağımsızlığın geçerli olduğu sınırlar içerisinde çözme anlayışı olarak tanımlar. Öte yandan, ulus duygusu önemlidir; çünkü bu duygu, Atatürk’ün deyişiyle, "başlı başına bir topluma güç ve sağlamlık kazandıran ve yaşam yeteneğini genişleten bir keyfiyettir." Bu duyguyu taşımayan bir halk/ulus, "devlet yapamaz." Mustafa Kemal Atatürk, 13 Temmuz 1923’te Amerikalı gazeteci Marcoson’a “Panturanizm, Doğu ovalarında mahvolup gitti” der ve şunları ekler: “Bizim milliyetçiliğimiz, ticarette açık kapıyı, ekonominin yeniden canlandırılmasını, bir anayurtta şekil bulan, memleketi üzerinde gerçek bir yurtseverliktir." “CHP On Beşinci Yıl” adlı kitaptaki anlatımla, CHP, Türkiye dışındaki Türkleri “kardeşlik duygusu ile sever” ancak; onları “kendi politik uğraş sınırlarının dışında tutar.” Yeni Tük milliyetçiliği anlayışı uyarınca, “Türk ulusu, büyük insanlık ailesinin yüksek ve onurlu bir parçasıdır” (s. 10). Bu açıklamalardan da açıkça görüleceği gibi, Atatürk’ün belirlediği CHP’nin milliyetçilik ilkesi, salt ulusseverlik, yurtseverliktir. Bu ilkenin ırkçılık ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu ilkeyi ve Atatürk’ü ırkçılık ile ilişkilendirenler ödünsüzce sorgulanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve cumhuriyet yönetimini “temel devrim” diye nitelediği Atatürk’ün 2 Şubat 1923'te İzmir'de yaptığı konuşmadaki vurgulamasıyla, "yeni Türkiye devletini" idare eden güç, TBMM'dir. Cumhuriyet hükümetinin amacı, "toplumun varlığını korumak” ve o toplumu her bakımdan kalkındırmaktır. Cumhuriyet Hükümeti, "toplumsal bir gereksinmenin" zorunlu gereğidir. Cumhuriyet hükümeti, "ulusun egemenliğini, ulusa vermenin" aracıdır. Atatürk anılan konuşmadaki "Demokrasi, insan soyunun umududur" sözüyle, cumhuriyet ile demokrasi arasındaki güçlü bağı dile getirmiştir. Buna göre, Cumhuriyet, demokrasinin geliştiği ortamdır. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in güçlenmesi, demokrasinin gelişmesine bağlıdır. Cumhuriyet, demokrasiyi; demokrasi cumhuriyeti gerektirir. Bir başka anlatımla, bu iki ilke, ancak birlikte var olabilir. Mustafa Kemal, ayrıca Türkiye'nin "kendi ekonomik ve politik yazgısını kendisi belirlemek ister” belirlemesini yapar ve bu öz-belirleyim ilkesini "yeni Türk demokrasisinin tüm yapısı" olarak tanımlar. Görüleceği üzere, cumhuriyet, ulusal bağımsızlık ve özgürlüğün, özgür bir geleceğin önkoşuludur. Mustafa Kemal 9 Eylül 1923'te "Halk Fırkası Nizamnamesi" Halk Fırkası'nın başlıca amacını, “ulusal egemenliğin halk tarafından ve halk için gerçekleştirilmesine rehberlik etmek ve Türkiye'yi çağdaş bir devlet durumuna yükseltmek ve Türkiye'de bütün güçlerin üzerinde yasaları/hukuku egemen kılmaya çalışmak" olarak belirlenmiştir. Bu belirlemeye göre, ulusal egemenlik, toplumun bütününün yönetime katılması, siyasal kararları belirlemesi demektir. Dolayısıyla, CHP’nin öncelikli görevi, halkın yönetime katılımını, Türkiye’nin uygarlaşmasını, ilerlemesini ve hukuk devletinin kurulmasını sağlayarak, hakların ve özgürlüklerin yaşam tarzına dönüşmesinin koşullarını yaratmaktır. Bu kapsamda partinin programı ve ilkelerine ilişkin farklı düşünenlerin "fırkanın kongrelerinde mutlak bir serbesti ve özgürlükle görüşlerini açıklayabilmeleri" ve karşı çıktıkları maddeleri değiştirebilecekleri veya kaldırabilecekleri belirtilir. Bu belirleme uyarınca, mutlak özgürlük, parti içi sorunların çözümü için de gereklidir. Mustafa Kemal Atatürk, 22 Eylül 1923 günü bir Alman gazetesinin (Neue Freie Presse) muhabirine yaptığı açıklamada Cumhuriyet'i Yeni Türkiye Anayasası’nın birinci maddesinde yer alan "Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur!" ilkesi uyarınca, “kapsamlı bir yenileşme" girişimi olarak tanımlar. Cumhuriyet’i, kapsamlı bir yenileşme olarak tanımlamak demek, en genel anlamıyla ilkeli bir yenilikçilik ve devrimcilik demektir. Cumhuriyet, ulusal kurtuluşu da sağlayan devrimci atılımın ürünüdür ve bundan sonraki uygarlaşma atılımlarının kaynağıdır. 5 Şubat 1924'te İstanbul gazetecilerine yaptığı konuşmada Cumhuriyet'in gerekleri arasında "ulusun ruhunu, ilerleme ve gelişme yeteneğini" sayar. Bu belirlemenin anlamı açıktır: Cumhuriyetin başlıca dayanağı, tüm ulusun ilerlemesi ve gelişmesidir. İlerleme ve gelişmenin olmadığı yerde, cumhuriyet yerleşemez, demokrasiyle taçlanamaz. Anadolu kültürünün içerdiği eleştirel akıl birikiminin ve çoğulcu yapısının bir ürünü olan laiklik, modern Türkiye'nin kuruluşunu olanaklılaştıran görkemli düşünsel bireşimin hazırlayıcısı, taşıyıcısı ve geliştiricisidir. Anadolu’da düşüncenin, aklın, bilincin ve ahlakın gelişmesine, özgürleşmesine koşut olarak geliştirilen laik birikim, çağdaş Türkiye kültürünün güçlü bir kaynağıdır. Dolayısıyla, laiklik ilkesinin dayanağı ve kaynağı, her türlü çeşitliliği, insancıl bir yaklaşımla bağdaştıran, yeni bireşimlere ulaştıran Anadolu kültür birikimidir. İslam düşüncesinin önemli katkısıyla belirginleşen laik birikim, dünyasal ve insansal sorunlara, dünyasal ve insansal çözümler üretebilmenin yöntemidir; çoğulculuğun ve toleransın hem kaynağı, hem de güvencesidir. Türkiye’nin çağdaşlaşmasını ve uygarlaşmasını ilerleten de önemli ölçüde söz konusu birikimdir. Öncelikle eleştirel aklın bir türevi olan laik birikim, insanın kendi yarattığı bağımlılıkları yenerek, uygarlaşma ve özgürleşme çabasının ürünüdür. Güncel sorunları, tarihsel deneyimlerden yola çıkarak çözmeyi ilke edinen Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte, Anadolu kültürünün içerdiği laik düşünce birikiminin güncelleştirilmesini ve yaşam tarzına dönüştürülmesini en önemli görevler arasında görmüş ve gerekli önlemlerin alınmasına özen göstermiştir. Bu bağlamda 1 Mart 1924 konuşmasında dile getirdiği laiklik, devlet yönetimiyle din işlerini bir birinden ayırmak suretiyle, İslam dininin siyasallaştırılmasının veya araçsallaştırılmasının önlenmesi bakımından vazgeçilmezdir. Mustafa Kemal Atatürk’ün ve onun izleyicilerinin sarsılmaz bilinci ve anlayışı uyarınca, Cumhuriyet devrimi, eğitimi laikleştirmeden gerçekleşemez; eğitim sisteminin laikleştirilmesi, her aşamada bilimsel ve üretken eğitimin güvencesidir. Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te Darülfünun Heyeti’ne yaptığı teşekkür konuşmasında “demokrasi ve Cumhuriyet ilkelerinin mutlak surette uygulanması, ulusun bilim ve uygarlık yolunda layık olduğu düzeye ulaştırılması” için zorunlu olduğunu özellikle vurgulamıştır. Mustafa Kemal Atatürk aradan on yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra 29 Ekim 1933’te “Onuncu Yıl Nutku”nda da aynı ilkeyi dile getirmiştir. Nutuk’ta “yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en uygar ülkeleri düzeyine” yükseltme ve ulusal kültürü “çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma” hedefini yinelemiştir. Bu konuşmada yer alan Türk ulusunun “yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet bilimdir” sözü her zaman yol göstericidir. Çünkü laiklik, devlet ve din işlerinin ayrı tutulmasının yanı sıra, eleştirel aklın ve bilimin yol göstericiliğinde, uygarlaşma ve çağdaşlaşma yolunda sürekli ilerleme savaşımıdır. “CHP On Beşinci Yıl Kitabı” adlı kitaptaki anlatımla, “Türkiye Cumhuriyeti, dinleri ve dinsel kurallardan değil, salt yaşamı ve yaşamın olumlu gerekleri ve gereksinmelerini” temel alan bir devlettir. “Devlet ve dünya işlerinde dinin hiçbir yeri ve etkisi yoktur” (s. 12). Bu belirleme uyarınca, dünyasal sorunları dünyasal yöntemlerle çözme anlayışına dayanan “laiklik”, bugün ve her zaman çoğulcu demokrasi ve Türkiye’nin iç barışının dayanağı, bütünlüğünün çimentosudur. CHP Türkiye’de laikliğin bilinçli, kararlı savunucusu ve biricik güvencesidir. CHP kuruluşundan beri Türkiye Cumhuriyeti’nin her bakımdan kalkınması, bilim ve üretken aklın yol göstericiliğinde uygar dünyayla bütünleşmesinin itici gücü ve güvencesi olmayı amaçladığını sürekli vurgulamıştır. Bilimsel ve laik eğitim-öğretimin kitleselleştirilmesi, hukuk devleti ilkesinin yerleştirilmesi, kadın erkek eşitliğinin sağlanması, ulusal egemenlik, bağımsızlık ve özgürlük düşüncesinin kökleşmesi, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için her türlü atılımın ve yeniliğin yapılması, CHP’nin varlık nedenidir. Mustafa Kemal Atatürk 10 Mayıs 1931’de partinin üçüncü büyük kongresinde yaptığı konuşmasındaki belirlemeleri uyarınca, Cumhuriyet Halk Fırkası, iç politikada “ulusun esas eğilimine dayanan” ve “ülkeyi çağdaş bir devlet” düzeyine yükseltmeyi amaçlayan cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik ve devrimcilik ilkelerini edimselleştirmeye çalışır. Türkiye’nin “bütünlüğüne inanan yurttaşlar için Cumhuriyet’in genel, eşit bağlayıcılığı” ilkesi geçerlidir. “Laik, cumhuriyetçi ve devrimci” Fırka, bir başka deyişle, CHP devrimleri korumaya kararlıdır. “Uygar ve çağdaş bir devlet” için gerekli olan yasalar kabul edilmiştir ve bunlar edimselleştirilmektedir. Anılan açış konuşmasında eğitimde gerçekleştirilen Latin Alfabesinin kabulünü, diyesi, Yazı Devrimi’ni “en önemli olay” olarak niteleyen Mustafa Kemal Atatürk, bu önemli olayın “tarihimizdeki dönüm noktalarından biri olarak sürekli anılacağını” ve Türkçenin “bağımsız kimliğine kavuşacağını, yetkinleşerek uygar bir amaca ulaşacağını” vurgulamıştır. CHP, Atatürk’ün belirlemesiyle, kadının “toplumsal yaşamda layık olduğu yüksek konuma” ulaşması için yoğun olarak çalışmaktadır. Dil Devrimi ve daha sonra açılan ve özellikle kırsal kesimde yaşayan halk çocuklarının eğitimini öne çıkaran Köy Enstitüleri, dünya başvuru yapıtlarında yer alan Çağdaş Türkiye’nin iki köklü kazanımıdır. Dil Devrimi, en önemli devrimdir; çünkü ortak iletişim dili, Altıok’u oluşturan ilke ve devrimlerin eleştirel irdelenmesi ve edimselleştirilmesinin biricik dolayımıdır. Anılan Programın birinci bölümünde Anayasa’da anlatımını bulan “bireysel ve toplumsal özgürlük, eşitlik ve mülkiyet haklarının korunması”; yurttaşların “özgür seçim hakkının, demokrasinin hakiki gereklerinden olduğu” vurgulanmıştır. Böylece ulusal egemenliğin ve bağımsızlığın güvencesi olan Cumhuriyet’in demokrasiyle bütünleştirilmesinin altı çizilmiştir. Programın ikinci bölümünde ayrıca ulusal istenç ve egemenlik kavramı, “devletin yurttaşa ve yurttaşın devlete karşı görevlerinin hakkıyla yapılmasını” düzenleyen temel ilke olarak tanımlanmıştır. Kimseye ayrıcalık tanınmayacağı, yasa önünde “mutlak eşitlik” ve devlet yönetiminde “bütün yasal düzenlemelerin, bilim ve çağdaş uygarlık” ilkesine göre yapılması bir kez daha vurgulanmıştır. Programın “Ulusal Öğretim ve Eğitim” bölümündeki belirlemeyle, “eğitim politikasının temel taşı, bilgisizliğin yok edilmesidir.” Bütün eğitim aşamalarında “cumhuriyetçi ve laik yurttaş yetiştirmek” zorunludur. Meslek ve sanat okulları, “memleketin gereksinmesine” yanıt verecek şekilde çoğaltılacaktır. Üniversiteler geliştirilecek, “güzel sanatlar”ın yaygınlaşması desteklenecektir. Türkçenin “ulusal, yetkin ve sağlam bir dil durumuna gelmesi için” gerekli önemler alınacaktır. Bu kararlar uyarınca, ulusal düzeyde iletişim ve eğitim dili olan Türkçenin bilim ve sanat dili olarak yetkinleşmesini sağlamaya yönelik önlemler alınmıştır. Ayrıca, çoğulcu düşüncenin temeli olan kitap yayımının çoğaltılması ve çeşitlendirilmesi özendirilmiştir. Böylece, toplum yaşamında bilim, eleştirel akıl ve çağdaş uygarlık ilkelerinin gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda eğitim-öğretim düzenin bilimsel, akılcı ve çağdaş ilkelere göre düzenlenmiş ve tüm yurttaşların eğitim olanaklarından eşit olarak yararlanması sağlanmıştır. [1] Türkiye Büyük Millet Meclisi (1938): “Cumhuriyet Halk Partisi- On Beşinci Yıl Kitabı”; Ankara Prof. Dr. Onur Bilge KulaALTIOK’UN BELİRGİNLEŞME SÜRECİ
DEVRİMCİLİK
DEVLETÇİLİK
HALKÇILIK
MİLLİYETÇİLİK
CUMHURİYETÇİLİK
LAİKLİK
ALTIOK’UN AMACI TÜRKİYE’Yİ EŞİTLİK ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİYİ EDİMSELLEŞTİREN BİR DEVLET YAPMAKTIR
Gercekedebiyat.com