haydar-uzunyayla-yeni-kap-11052025120842.jpg


Uygarlığımız, her yüzyıl, bir öncekini aratırcasına daha karmaşık, daha kederli, daha çok sömürüye dayalı,  “Benim kazancım senin kaybın,” ya da “Senin felaketin benim kazancım olacaktır,” kuralı temelinde şekillenmeye başlıyor.

Bundan beş yıl önce Covid-19 salgını sırasında, nereden bulaştıysa virüsten dolayı hasta düşünce, evimin hemen yanındaki eczaneye gitmiş, bir maske –sadece bir tane-  satın almak istediğimi söylemiştim.

Eczacı o anda birdenbire, dışarıdan bakan birinin dikkatini çekecek tarzda geniş bir alana yayılan bakışlarla beni süzmüş ve  “Tamam hocam, hemen getiriyorum,” demişti sıcak bir ilgiyle… Sonrasında ise bana maliyeti 0.50 kuruş olan maskeyi 25 liraya satmıştı. Evet… Tam elli kat fiyatla…

İlişkilerimiz o denli fırsatçılık, o denli eşitsizlik dolu ki ahlak-ahlaksızlık, iyi-kötü, haklı-haksız kavramları karışmış durumda.

Özellikle son birkaç yüzyıldır öylesine derin, karanlık yapılar oluşmuş ki hemen hemen her kültürde, komşusunun felaketinden çıkar devşirmek üzere pusuda bekleyenlerin sayısında gözle görülür artış var.

Bunları günlük yaşamın akışı içinde tanımak da pek zor değildir… Sözgelimi ben kendi adıma salgınlardan, deprem, savaş, yangın, kamu malını yağmalamak ve benzeri olaylardan servet sahibi olanlara tanık oldum. Komşusunun rahatından rahatsız olanları tanıdım.

Yanı başında her gün selamlaştığı arkadaşının evinin, bir orman yangınında yanıp kül olmasından içten içe zevk duyanı gördüm.

Mülakatla saf dışı bırakılan başarılı arkadaşının üzgün halinden derin haz duyanı seyrettim.

Tarihin tozlu sayfalarından, komşu ulusun başına gelen felaket, katliam ve soykırımlardan memnun olan ulusların hezeyanlarını okudum ve bunlar ötekilerinin zararına, kendilerinin yararına şan, şöhret, güç sahibi oldular.

Daha vahimi: Daha çok felaket, daha çok savaş,  daha çok salgın hastalık, ilaç, yağma ve yoksulluk olsun diye gizliden gizli arzu duydular ve bu şekilde yakınlarını, çocuklarını, kardeşlerini beslediler… Çünkü felaketler onlar için servet transferi demektir.

Günümüzde refah, güç ve servet transferi, sadece yaşamak için çalışanların asla ulaşamayacağı bir şey olmuştur.

Tarladaki çiftçi, atölyedeki işçi, iskeledeki amele, masa başındaki memur asla refah ve zenginlikten pay alamaz, çünkü asalağın çalışandan, çalanın çalmayandan, haydudun dürüst olandan fazla itibar gördüğü günler yaşıyoruz.  Doğruluk, bilgelik, bilgi ve sanat çaresiz…

Kaba güç, hak hukuk, adalet ve özgürlüğü tutsak almış durumda… İnsanlığın büyük bölümü gücü elinde tutan asalaklara hizmet etmekle yükümlü kılınmış ve bu büyük bölüm göğsünü gere gere, “Seni rahat ettirmek benim görevim değil,” diyemiyor.

Bundan dolayı da refah ve zenginliği paylaşamıyor.  Aksine paylaşım, asalaklar ve zorbalar tarafından; küresel çapta ise, -dört veya beş yüzyıldan fazla süredir- Kuzeyin, Küresel Güneyi tarumar etme veya sömürmesi üzerinden yapılmaktadır.

Bu yapıların üst noktasında ise devlet/devletler yer alır.  Devlet neredeyse temel görevlerini bir yana bırakmış, yurttaşının sırtından geçinen güce dönüşmüştür…

İhale kapma, vergi salma, değerli nesneler çökme, komisyonculuk, savaştırmak, ayrıştırmak gibi Ali Cengiz oyunlarıyla düzenekler inşa etmekte ve işin feci yanı asalaklığı yasa gücüyle koruma altına almaktadır. -Yani kamu hazinesinden geçinmekle kendilerini yükümlü görenler, servet transferini yasa kamuflajı ile sağlamaktadırlar.-

Şunu görmek zorundayız: Asalaklar ve çapulcular, toplumları ve uygarlıkları çürüten bozulmalara neden olurlar. Bunlar yaşadıkları süre içinde kendi ömürlerini uzatabilirler ama diğer yandan sonraki kuşakların, çocuklarımızın ve torunlarımızın ıstıraplarını artırarak, onları giderek delirten, umutsuz ve belirsiz bir geleceğin içine atmaktadırlar.

İnsanı alçaltan sahip olma dürtüsüdür: Mülkiyet, açgözlülük ve doyumsuzluk…  Bu özelliğimiz kuşkuya yer bırakmayacak kadar gerçektir ama bu gerçek kendi varlığımı korumaya gösterdiğim özeni, komşuma da göstermeye engel değildir. İnsanileşmenin şartlarından biri, sorumluluk ve eşitlik yüklenmektir; kural, hak ve hukuk tanımaktır…

Haydar Uzunyayla
Gercekedebiyat.com    

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler