Botanik Bahçesi
Botanik Bahçesi ise bulunduğu kentte ve ülkede yetişen ve yetişmeyen bitki örneklerinin bulunduğu bahçedir. Farklı iklim ve topraklarda yetişen bitkilere burada uygun toprak ve iklim koşulları yaratılır, böylece yaşamaları sağlanır.
“Bugüne çok heyecanlı başladım. Fakat ne yazık ki şimdi bu satırları yazarken çok, ama çok üzgün ve öfkeliyim.” Utkan odasına kapanmış, günlüğünü yazıyordu. Bir haftanın bitmesini tüm arkadaşları gibi sabırsızlıkla beklemişti; öğretmenleri sınıfı Botanik Bahçesi’ne götürecekti. Nihayet iple çektikleri Cumartesi’ye bir gün kala akşam babasına sormuştu Utkan: -Botanik ne demek baba? -Botanik bitki bilimi demektir, dedi Karayollarında mühendislik yapmakta olan babası. “Bitkilerin çeşitlerini, aile gruplarını, özelliklerini, yetiştikleri iklim ve toprakları inceler. Botanik Bahçesi ise bulunduğu kentte ve ülkede yetişen ve yetişmeyen bitki örneklerinin bulunduğu bahçedir. Farklı iklim ve topraklarda yetişen bitkilere burada uygun toprak ve iklim koşulları yaratılır, böylece yaşamaları sağlanır. Hayvanat Bahçesi’ni gezmiştik ya seninle, oranın bitkiler için olanı diyebiliriz Botanik Bahçesi’ne. Bir tanım daha yapabiliriz bu bahçeler için: canlı bitkiler müzesi.” Utkan gerekli bilgileri almaktan hoşnut girdiği yatağında heyecandan dönüp durmuştu epey zaman. Sonunda geç saatte uyumuş, ormanda ağaç ve bitkiler arasında geçen düşünden uyandığında sabah olmuştu. Diğer günlerin tersine annesi seslenip yalvarmadan yataktan fırlamıştı. İçi gibi kendisi de kıpır kıpırdı. Çabucak giyindi. Annesinin hazırladığı beslenme çantasını unutup gidecekti neredeyse. “Nedir bu acelen, daha çok erken evladım” diyerek peşinden yetişen annesi çantayı tutuşturmuştu eline. Okula geç kaldığını sanıyordu Utkan, yanılmıştı, arkadaşlarının yarıdan azı ondan önce bahçede toplanmıştı henüz. Hep bir ağızdan konuşarak ve şakalaşıp birbirlerini kovalayarak hem içlerindeki coşkuyu bastırmaya hem de ısınmaya çalışıyorlardı. Hava güneşli ama ayazdı, dondurucuydu. Öğrencilerin tümü gelince, yoklamanın ardından yola çıktılar. Doluştukları servis minibüsünde, öğretmenin tüm uyarılarına karşın zaman zaman itişip kakışmayı ve bağrışmayı sürdürdüler. Bunu önlemek için öğretmenin başlattığı okul şarkısına katıldılar ve hep bir ağızdan söyleyerek vardılar Botanik Bahçesi’ne. Bahçe Ziraat Fakültesi’nin kocaman alanının içindeydi. Açık ve her yanı camla kaplı çok sayıda bölümden oluşuyordu. Açık bölümde Utkan ve arkadaşlarının daha önce kendi kentlerinde, ev ve okul çevresinde gördükleri tanıdık birçok bitki vardı. Bazı bitkileri de daha önce gezilerde, tatillerde gördüklerini anımsadılar. Buradaki bitkilerin çoğunluğu ağaç olanlardı. Kimi bodur, kimi orta boyda, kimi de dev ağaçlardı. Bu yüzlerce çeşit ağaçtan, kışın yaprak dökeni, yemyeşil yapraklarıyla duranı, yaprakları minicik olanı, kocaman olanı, meyvesi yeneni, yenmeyeni vardı. Öğretmen bir yandan ilgili ağaçları elindeki cetvelle işaret ediyor, bir yandan anlatıyordu: Bu ağaç türlerinin hemen hemen tamamı ülkemizde yetişmektedir. Aralarında sakızı, çiçeği, tanesi veya başka bir yeri sanayide kullanılanlar vardır. Kiminden ilaç, kiminden boya, kiminden parfüm yapımında yararlanılmaktadır. Kâğıt, ahşap malzeme, mobilya, odun, kömür... Kısacası ağaçların her şeyinden yararlanabiliyor insanlar. Elbette buradakilerden değil; doğada yetişen binlercesinden. Bu ağaçların oluşturduğu ormanlar ayrıca hem yağmurları çeker hem de toprak kaymalarını ve sürüklenmelerini engeller. Bunun yanında kuşlardan böceklere, vahşi hayvanlara kadar binlerce canlının evi, barınağı olur.” Açık alandan sonra her yanı camdan yapılma kapalı bölmeleri dolaşmaya başladılar. Burada mevsimleri veya iklimleri Türkiye’den farklı başka ülkelerde hatta başka anakaralarda yetişen bitkiler bulunuyordu. Örneğin biz kışı yaşarken mevsimin yaz olduğu ülkelerin, her mevsim sürekli yağış alan tropikal bölgelerin, çöl ve kutupların bitki örnekleri vardı bu bölmelerde. Yetiştiği toprak ve iklime göre ayrı kümelere ayrılan bitkiler uygun yaşam koşullarının sağlandığı bölmelere yerleştirilmişti. Utkan ve arkadaşları, kimi bitkilerin tomurcuklanmış, kimlerininse çiçek açmış olduğunu, bazılarının ham ya da olgun meyveler taşıdığını şaşkınlıkla gözlemlediler. Açık havadakilerin tersine bu bitkilerin çoğunu ilk kez görüyorlardı. Öğretmenleri, bazı bitkilerin anavatanının, dünyanın hangi bölgesi olduğunu tek tek işaret ederek anlattı. Sonra “gördüğünüz gibi çocuklar bunların çoğu doğal koşullarda ülkemizde yetişmez. Ama uygun ortam yaratıldığında pekâlâ yaşayıp çiçeğini de açıyor, meyvesini de veriyor. İşte farklı mevsimde veya iklimde uygun koşulları yapay olarak sağlayıp özellikle sebze yetiştirilen yerlere sera, bu işleme de seracılık denir. Botanik bahçelerinin farkı, olanaklar ölçüsünde yeryüzünde yetişen her bitkiden örnekler barındırmalarıdır” dedi. Dışarısı çok soğuk olduğu için, bahçe bakıcılarının barınağında topladı onları. Ortada kocaman bir soba harıl harıl yanıyordu, içerisi sıcacıktı. Öğretmen sordu: - Bahçeyi beğendiniz mi? - Eveeet! - Peki, dışarıdaki ağaçları anımsıyor musunuz? - Eveeet! - Ağaçlardan dikkatinizi çeken oldu mu? - ...? - Aralarında ilk kez gördükleriniz var mı? - Eveeet! Öğretmen, cetveli sol avucuna hafif hafif vurarak düşündükten sonra üzgün bir sesle anlatmaya başladı: Bu ağaçların hemen hemen tamamının ülkemizde yetiştiğini söylemiştim, anımsarsanız. Aynı anda dört mevsimin yaşandığı bir ülkemiz var. İklim ve toprak elverişli olunca, bizde yetişen bitki türü çok. Bu yönden şanslıyız. Ama şanssız bir yanımız var; bu zenginliği koruyup yaşatmayı bilmiyoruz. Çok geriye gitmeye gerek yok, benim öğrencilik yıllarımda adım başı bu ağaçlardan görebiliyorduk. Parklarda, yol kenarlarında, evlerin avlu ve bahçelerinde bunların yüzlercesi vardı. Eski evler yıkılıp yenilenirken, yeni apartmanlar yapılırken, cadde ve sokaklar genişletilirken bu ağaçlar yok edildi. Yeşil alanlar, kooperatifler ve müteahhitlerce talan edilip üzerlerine beton yığını yapılar dikilirken olan yine ağaçlara oldu. Şimdi, bizden sonraki kuşak sizsiniz ve ağaçların bazılarını ancak botanik bahçelerinde görebiliyorsunuz. Bu bizim için çok acı ve utanç verici. Siz de bizim gibi davranırsanız korkarım sizden sonrakiler bu ağaçların tümünü yalnızca botanik bahçelerinde görebilecekler. Beni daha çok korkutan bir şey var; botanik bahçeleri için ‘canlı bitkiler müzesi’ demiştim ya, umarım ileride bunlar kuru bitki örneklerinin sergilendiği gerçek müzelere dönüşmezler… Utkan ve arkadaşları servis aracına yorgun gibi ağır ve sessiz bindiler. Yolda itişmedikleri gibi gürültü de etmediler. Her biri kendi dünyasında düşüncelerine gömülmüştü. Öğretmen de şarkı söyletme veya fıkra anlattırma gibi bir girişimde bulunmadı. Onları izlemekle yetindi. Minibüsün motor ve lastiklerinden çıkan düzenli homurtuyu ara sıra korna sesi deliyordu. Utkan evini önünde indiğinde akşamüstü olmuştu. Arkasına bakmadan el salladı arkadaşlarına ve koşarak eve daldı. Beslenme çantası ve kabanını koltuğa fırlatıp odasına girdi. Annesinin endişeli sorularına yanıt vermedi. Gördüklerini uzun uzun yazdı günlüğüne. Yazısını şöyle bitirdi: Ağaçları yok edenleri sevmiyorum. Ağaçları korumayanları da sevmiyorum. Bu yüzden artık annemi de babamı da sevmiyorum… Bu kez babası seslenince öfke dolu gözleri yerde, odasından çıktı. Kimseye bakmadan ve konuşmadan akşam yemeği için sofrada yerini aldı. - Utkan, ne oldu oğlum? - Hiiiç? - Nasıl hiç, kavga mı ettin, öğretmen mi kızdı? - Hayır! - Ne oldu peki, biz mi bir şey yaptık? - Evet! - Ne yaptık peki? - Ağaçları yok ettiniz? - Biz mi? - Herkes, tüm büyükler. Babam da yol yapımında çalışıyor... Biraz yatışmıştı. Botanik Bahçesi’nde gördüklerini, öğretmenin anlattıklarını aktardı. Anlatırken gözyaşlarını tutamadı. Biraz sonra annesi de katıldı ona. Üzüntüleri babasına da geçmişti. “Haklısın,” dedi babası. Eliyle gözyaşlarını silip yanağına bir öpücük kondurduktan sonra sürdürdü konuşmasını: Bu tavrından dolayı seni kutluyorum. Doğa ve çevre konusunda yeterince bilgili ve duyarlı yetiştirilmedik biz. Bu nedenle verilen zararlara gerekli tepkiyi gösteremedik. Şimdi biz de sizinle birlikte öğreniyoruz. Biz de yol yaparken olanakların elverdiği ölçüde ağaç kesmemeye çalışıyoruz. Üstelik yol çevrelerinde ve çift yolların arasında sürekli ağaçlandırma yapıyoruz. Çok şükür ki yok edilen ağaçları yeniden üretebilir, eksileni fazlasıyla yerine koyabiliriz. Yeter ki ağacın öneminin bilincinde olalım. Haftaya bir kuruluşun ağaç dikme şöleni var. Sana söz; hep birlikte katılıp ağaç dikeceğiz. - Tamam mı, öfken geçti mi? - Tamam, arkadaşlarım da gelebilir mi? - Arabada iki boş yerimiz var, iki arkadaşın gelebilir. - Yaşasın! Utkan yerinden fırladı. Babasıyla annesinin yanaklarına birer öpücük kondurduktan sonra odasına koştu. Günlüğüne yazdığı “annemi, babamı sevmiyorum”un son sözcüğünü karalayıp tümcesini “çok seviyorum” diye tamamladı. “Haftaya ağaç dikmeye gidiyoruz, çok mutluyum” diye sayfaya son satırı yazdı. Defterini kapayıp masaya döndü ve keyifle yemeğini yemeye koyuldu. (*) Yazarın “Dünya Adlı Gemide” kitabından Ali Günay
Gercekedebiyat.com