Yozlaşan bilgi
Bizim her şeyden önce olgunluk, yücelik ve sevgi gibi insanileşme yönlerimizi öne çıkaran berrak su damlalarına ihtiyacımız vardır… Bilginin ve eğitimin amacı patrona kazandırmak değildir sadece… Sadece baskın gücün beklentilerini karşılamak değildir bilgi ve eğitim…
En uygun bilgi, insana olgunluk ve yücelik katan bilgidir. İlk Çağın düşünce ve eğitim dünyasında üretilen bilgi, genel olarak insana olgunluk ve yücelik kazandırmayı hedeflerdi… Bunu, o dönem düşünürlerinin öğretilerinde, felsefe okullarının amaç ve eylem tarzlarında görebiliyoruz. Hatta sanat ve edebiyat eserlerinde de karşılaşabiliyoruz ve bu gelenek sonraki yüzyıllarda da kısmen devam ettirildi. Günümüzde ise bilginin yararlılık ilkesi tamamen farklı bir boyuta evrildi. Olgunluğu ve yüceliği öne çıkaran eğilimleri giderek azaldı ve patrona servet kazandırma aracı haline geldi (Bkz. Dip not)… Başka bir söylemle bilgi “mal” özelliği kazandı ya da bilgi eşittir para, para eşittir bilgi oldu… Öyle ki genellikle bütün bir eğitim süreci boyunca –anaokulundan üniversite mezuniyete kadar- patronun istek ve ihtiyaçlarını gerçekleştirme esası üzerinden üretilmektedir. Bankalar, sermaye grupları, otoritenin uzantısı kurumlar, savaş cepheleri, meclisler, hatta patates ve domates satıcıları bile kilosunu iki liraya aldıkları ürünleri üç katına satabilmek için bilginin ambalajlı gücünü kullanırlar ve onun değerini, ondan aldıkları maddi karşılıkla ölçmektedirler. Eğer bilgi, pazarı büyüten “mal” işlevini üstleniyorsa önemli ve gereklidir. Tersi durumda ise, yani beklentileri karşılamıyorsa referans alınabilecek değer ifade etmez… (Felsefenin bugün içine düştüğü durum tam da budur… Ne kadar bilirsen bil, nasıl yorumlarsan yorumla, ister felsefeci ister bilim insanı ol, patronu hoşnut etmiyorsan, sahip olduğun bilginin niteliği önemsenmez.) Bu talihsizlik ya da bağlamından koparılmış oluşum, çağımızın “Kötü Şöhretli Ejderhası” tarafından her şartta kendi çıkarını ve bekasını korumak üzere geliştirildi. Çünkü patronun güce ve paraya ihtiyacı vardır… Onun için yaşamın tek rengi, tek bilgisi güç ve servettir. Yaşamla ve dünyayla ilgisini servet üzerinden kurar… Hatta şan ve şöhretini bile serveti aracılığıyla gösterir… Böyleyse eğer, bilgi ve eğitim de onun istemleri doğrultusunda üretilmeliydi ve böyle de oldu… Sosyal sorunlar ve yenilenme, politik, ekonomik ve askeri oluşumlar onun güvenliğine yönelik olarak düzenledi ve işin feci yanı söz konusu düzenlemeler yapılırken, bu esnada kahredici başka bir talihsizlik ortaya çıktı: Patron, bilgi ve eğitimi alma- satma işlevi üzerinden pazara çıkarınca, hemen peşinden iyi eğitilmiş, nitelikli, üretken beyne sahip bilgi üreticisini de pazarın parçası olarak “mal” konumuna düşürdü… Onu, varoluşundan ve anlamından uzaklaştırarak, coşkulu yeteneklerini kendi potasında eriterek amansız bir yarışın içine itti… Bu tüketen, hasta eden bir yarıştı… Bu yarışma bilgi üreticisinin hem zihinsel hem bedensel kaybına neden oldu ve zamanla neredeyse ağlamayı, gülmeyi unuttu, kabuğuna çekildi, sessizliğe büründü ve sonuçları ne olursa olsun söyleneni, istenileni yapacak robota dönüştü… Ve ne yazık ki bu hazin tablo bugün de artarak devam ediyor… İyileştirmeyi sağlayan birikimlerimiz yaşamım kıyısına savruluyor, ilkel dürtüler kışkırtılıyor, her adımda yanlış ve tehlikeli olan çekici hale getiriliyor… Peki ne yapmak gerekiyor? Bizim her şeyden önce olgunluk, yücelik ve sevgi gibi insanileşme yönlerimizi öne çıkaran berrak su damlalarına ihtiyacımız vardır… Bilginin ve eğitimin amacı patrona kazandırmak değildir sadece… Sadece baskın gücün beklentilerini karşılamak değildir bilgi ve eğitim… Düşünce ve eğilimlerimizin sınırlarını yüceliğe taşıyacak, “şeytanı ve belayı” davet etmeyecek, sınır çizmeyen, hayatı ve insanı kavramamızı sağlayacak bilgileri olanaklı hale getirmek gerekiyor… Dip not: Patron nitelemesini politikacılar, sermaye grupları, diktatörler, devletler ve uzantısı kurumları kapsayan geniş bir çeper içinde kullanıyorum. Haydar Uzunyayla
Gercekedebiyat.com