bir-varmis-bir-yokmus-469613.webp


43 yıl önce…

12 Eylül 1980 darbesinden 4 ay 3 gün sonra, 15 Ocak 1981 günü sislerin dağılmasını bekleyen Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren Konya’da kürsüye çıktı:

“Bize Allah razı olsun, bunları düzeltiyorsunuz diyeceklerine, acaba ne zaman gidecekler bunlar’ diye dört gözle bakıyorlar.

Gideceğiz… Gideceğiz… Onlar tencereyi pislemişlerdi. Biz temizledik. Yeniden tencereyi verelim, yeniden pislesinler. İstedikleri bu…”

Devlet Başkanı Evren kürsüde konuşurken Türk halkı ilk kez bu düzeyde bir asker-politikacı görüyordu.

27 Mayıs’ta da askerler özellikle Anayasa’ya evet kampanyasında yurdu gezip politik konuşmalar yapmışlardı, fakat bu olay sınırlı kalmıştı. Şimdi, Orgeneral Evren en yüksek iradeyi temsil eden ve kullanan kişi olarak üniformasıyla halkı meydana topluyor ve siyasi konuşma yapıyordu.

Evren Konya’da Milli Güvenlik Konseyi’nin uygulayacağı politikayı çok net bir biçimde ortaya koymuştu. Politikacılar ve liderler bekledikleri mesajı almışlardı.

Kurucu Meclis, Anayasayı yapacak, seçim kanunu ile siyasi partiler kanunu yeniden hazırlanacaktı. Evren, “Memleketin bir daha bu hale düşmemesi için çıkarılması lazım gelen bütün kanunları çıkartacağız. Ondan sonra Atatürk ilkelerine bağlı bir yönetime devredeceğiz.” Diyordu.

Kurucu Meclis’te partili üye olmayacaktı. Devlet Başkanı bunu önemle vurguladıktan sonra gazetelere büyük harflerle manşet olan sözleri söyledi:

“Heveslenmesinler. Memleketi bu hale getirenlere tekrar memleketi teslim etmeyiz. Efendim, politikacı zor yetişirmiş, kolay yetişmezmiş. Bu memlekette çok büyük politikacılar daha yetişir. Bu memleketten çok büyükler çıkmıştır. Merak etmeyin.”

Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Evren’in bu konuşmasından sonra Türkiye’nin siyasi hayatının nasıl şekilleneceği aşağı yukarı belli oldu.

Yeni Anayasa ile yeni bir demokratik düzen kurulacaktı. Bu Anayasaya göre yeni demokratik hayat başlayacaktı. Bunun 12 Eylül’ün devamı olacağı, en azından izlerini taşıyacağı anlaşılıyordu. Yeni demokratik düzenin sorumluluğunu yeni partiler, yeni politikacılar üzerine alacaktı. Tabii yeni partiler, yeni politikacılar ortaya çıkarılırken yeni liderler de hazırlanacaktı.

Evren Konya’da “memleketin Atatürk ilkelerine bağlı bir yönetime devredileceğini” söylerken aklında ne Turgut Özal vardı ne de Turgut Sunalp…

Askerler siyaseti istedikleri planlamaya hazırlarken iktidar olacak siyasi partinin liderini de tayin edeceklerdi. Asker bir anlamda, “ben anarşiyi durduracağım. Devleti yeniden işler vaziyete getireceğim, kanunları düzelteceğim. Görevimin başına döneceğim.” Diyordu. Söylenen hep buydu. Ama, tüpten çıkan macun yerine girmiyordu. Yavaş yavaş oturduğu yere ısınıyor, Makyavel’in sözlerini hatırlatıyordu:

“Zapt ettiği şehri yıkmayan kendi felaketini beklemelidir.”

Darbenin üzerinden üç ay geçtikten sonra, artık Milli Güvenlik Konseyi yerine ısınmaya başlamıştı. İlk günlerin tedirginliği yoktu. Cunta, adı konulmadan oluşmuştu. Cunta mensupları “beşi bir yerde” adıyla anılıyordu.

Kenan Evren başkanlığındaki Milli Güvenlik Konseyi ve Bülent Ulusu başbakanlığındaki yeni hükümet, Danışma Meclisi’nden çıkan kanunların ardından, 6 Kasım 1983’te ilk genel seçimlerin yapılmasını kararlaştırdı. 12 Eylül darbesinin ardından ilk seçim yapılacaktı ama bu seçime sadece MGK’nın onayından geçen 3 partinin girmesine izin verildi. Bülent Ulusu kabinesinin eski başbakan yardımcısı Turgut Özal’ın kurduğu ‘Arı’ amblemli Anavatan Partisi (ANAP), emekli Orgeneral Turgut Sunalp’in ‘Horoz’ amblemli Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) ve İsmet İnönü’nün Özel Kalem Müdürü ve Başbakanlık Müsteşarı Necdet Calp’in ‘Güneş’ motifli Halkçı Parti (HP) yarışacaktı. Özal, “4 eğilim” diye yola çıkmış, Sunalp mevcut askeri yönetimin fikirlerini ilke edinmiş, Calp ise sosyal demokrat oylara talip olmuştu.

Her üç siyasi parti lideri üzerinde çeşitli değerlendirmeler yapılırken TRT Genel Müdürü Macit Akman, televizyonda liderlerin katılacağı bir dizi açık oturum yapılacağını açıkladı.

Yeni partileri ve yeni liderleri tanıtmak amacıyla televizyonda düzenlenen açık oturumların ve basın toplantısı programlarının ilki 21 Ekim gecesi yayınlandı. Sandığa 15 gün kala 22 Ekim 1983 günü ise seçimlerin kaderini değiştiren bir gelişme yaşandı. 3 lider TRT'de açık oturuma çıktı.

Oturum yöneticisi TRT Parlamento Haberleri eski müdürü ve eski Kontenjan Senatörü Hüsamettin Çelebi’nin yanında Turgut Sunalp, Necdet Calp ve Turgut Özal konuşmacı olarak sıralanmışlardı. Sakin geçen ilk dakikalardan sonra Çelebi’nin Özal’a yönelttiği “vaatlerinizi nasıl hangi kaynakla gerçekleştireceksiniz” sorusuna Özal’ın “İstanbul Boğaz Köprüsü’nü satacağım” cevabı ortamı gerdi. Başını Özal’ın bulunduğu tarafa çeviren Calp:

“Bu hikâyeyi ben 1946’dan bu yana dinliyorum. O zamandan beri KİT’ler satılığa çıkarıldı. Hani, alınmadı. Bu hikâye işi bilmeyenlerin olabilirmiş ihtimaline karşı yine bilmeyenlere bir tesir etmek bir şeyler söylüyorum demek için söylediği şeylerdir. Köprüyü satacaklar, kime satacaklar, işçi mi alacak, memur mu alacak bunu, dul ve yetim mi alacak? Hayır, üst düzeydeki geliri olan insanlar alacak. Halkımın malının gelirini niye onlara vereyim ben. Olmaz öyle şey.”

Çelebi: “Peki, teşekkür ederim efendim. Sayın Özal bir şey mi söylemek istiyorsunuz?”

Özal: “Satarız hem de çok iyi satarız, alan da çıkar.”

Calp: “Satamazsınız beyefendi.”

Özal: “Satarız gayet rahat satarız.”

Calp: “Lafta satarsınız.”

Özal: “Gelirini satıyoruz sonuçta.”

Calp: “Kaç yıllık geliri satıyorsunuz ilanihaye mi?”

Özal: “O fiyata.”

Calp: “Güldürmeyin…”

TRT’nin tekel olduğu siyah-beyaz televizyonumuz bu açık oturum yayınıyla 47 milyonu ekran başına kilitlemişti. Ertesi gün basın, Sunalp’in çekingen, Calp’in sinirli, Özal’ın politik olduğunu yazdı. Bu açık oturumda halkın alışık olduğu siyasetçi ve lider tipine en fazla yakışan Turgut Özal’dı. Sonradan Konsey’in talimatı ile yapıldığı öğrenilen televizyon programlarından en karlı çıkan kişi Özal oldu. ANAP Genel Başkanı, televizyonu çok iyi kullanarak, “Ekonomiyi ben bilirim. Enflasyonu indirecek tek kişi benim” havasını yaymayı çok iyi becerdi. Seçimi ââara farkla kazandı. Karizmatik bir kişiliği olmamasına rağmen HP Genel Başkanı Necdet Calp, yüzde 30 oy oranını yakalaması ile dikkat çekti. Arkasında Cunta’nın desteği olan MDP Genel Başkanı ise umduğunu bulamadı.

Özal Başbakan olduktan sonra sözünü unutuverdi. İstanbul Boğaz Köprüsü’nü satmak yerine kârını hisse senetleriyle vatandaşa sattı. Demirel’in 1991 seçimlerinde seçim meydanlarında köprü ücretlerini yarı yarıya indireceğim vaadi de hayal oldu. Yıllar sonra İstanbul’un iki yakasına yapılan iki köprü ile Çanakkale Boğazı’nı birleştiren köprü ise satılmaları bir yana vatandaşın vergilerinin müttehitlere aktarılması biçiminde yeni bir ekonomik modele öncelik etti.

Evren’e dönecek olursak; 1998 yılında “Atatürk” adlı yağlı boya tablosunun 105 milyar liraya satılmasıyla dönemin yaşayan en pahalı Türk ressamı olarak ününe ün kattı. Ne var ki, 18 Haziran 2014 tarihinde Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından; 12 Eylül 1980’de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e muhtıra vermek, T.C. Anayasası’nı ve Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçundan müebbet hapis cezası verilmesine ve orgenerallik rütbesinin erliğe düşürülmesine karar verildi. Bir yıl sonra, 2015’te hayata veda etti, Devlet Mezarlığı’na defnedildi.

Selim Esen
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler