Son Dakika

mustafa-bilgin-1122024111636.jpg



 Köşe yazarları bazen, “Yazmak için daktilomun (bilgisayarımın) başına oturdum. Ne yazsam?..” gibilerden söze başladıkları olur ya…

Cumhuriyet yazarı Oktay Akbal’ın bir yazısına böyle başladığını hatırlıyorum örneğin… Gündemdeki konuların çokluğundan, yazısına konu seçmekte zorlandığından dem vururken, edebiyat ustalığını konuşturduğu bir köşe yazısını daha bitirmiş, biz okurlarının ağzında bal tadı bırakıp bir yazı gününü “kurtarmıştı” Oktay Akbal.

Bu kez ben, “ne yazsam?” diye düşünürken, geçtiğimiz günlerde öykü ustası Ahmet Yıldız sağ olsun, farkında olmadan bir yazı konusu verdi bana.

Gerçek Edebiyat sitesinde, “Şair Baki’nin romanı yazıldı: Remil” başlığıyla, Meliha Yıldırım’ın romanını tanıttı.

 

Şair Baki…

 Bu isim beni 16. yüzyıldan önce, Ankara Cebeci Ortaokulu’ndaki son yılıma, resim-iş dersine götürdü.

Yaşıyorsa kulakları çınlasın, ismini hatırlayamadığım resim-iş öğretmenimiz, mukavva karton üzerine renkli hamur(macun) malzemeyle tarihi büyüklerin portre resimlerini ödev vermişti. Evlerimizde yapacak bir hafta sonraki derse getirecektik.

 Arkadaşlarımın Fatih Sultan Mehmet’i, Yavuz Sultan Selim’i ya da Kanuni’yi resmetmeyi deneyeceklerini duyumsamış olmalıyım ki, benimki farklı olsun diye bir arayışa girmiştim.

 O yoksun yıllarda, ulaşabildiğimiz sınırlı basılı malzeme içinde bulduğum görseldeki ışık gölge netliği seçimimi belirlemiş olabilir, sonunda tarihimizden bir büyüğü seçmiştim.

Hafta geçti. Dersimizin zamanı geldi. Herkes yaptığı tabloyu sırasının üstüne koydu. Öğretmenimiz not defteri elinde, çalışmalarımıza tek tek not veriyordu. Sıra bana geldi:

 -Kim bu?

 Portresini yaptığım tarihi kişiyi öğretmenim bile tanımamıştı.

 -Baki! dedim.

 Resim-iş öğretmenimiz uzunca bir süre tabloma baktı, tarttı, düşündü…

Daha önce belki de hiç görmediği, bu yüzden emin olamadığı bir portre onu tedirgin etmişti sanki... Çalışmam diğer arkadaşlarıma verdiği notlar gibi, 10 üzerinden en az 8’i hak etse de 6 verdi.

 Koskoca padişahlar yerine, nihayetinde bir “kulu”, bir şairi seçmiştim; “Şair Baki”,  hatta ‘Sultanü-ş Şuara’ diye yanıtlamalıydım, yine de yüksek not vermeyecek olsa da.

 ‘Şairlerin Sultanı’ unvanını yaşarken almış bir büyük şairimiz Baki:

 Bir lebi gonca yüzi gül-zâr dirsen işte sen

Hâr-ı gamda andelib-i zâr dirsen işte ben

 Remil romanında anlatılan Baki, talebelik yıllarında rastlantıyla karşılaştığı genç kadın Nesime’ye duyduğu aşkı anlatıyor.

 

 

Aşk teması şiirde ‘baki’…

“Aşkı” bulmada en şanslı sanatçılar ise şairler…

Uçurumlardan geçerek gelirim sana
Delice, uçarak gelirim sana

Unutup kederle biteni nice kez
Merak merak gelirim sana

İçim şarkılarla dolup taşarken
Dilim dolaşarak gelirim sana

Aklım bir pazar yerinden karışık
Gönlüm tepetaklak gelirim sana

Yeniden öğrenmek için her şeyi
Bildiklerimi unutarak gelirim sana

Dünyaya henüz gelenden farksız
Çığlık çığlık, çırılçıplak gelirim sana

Kopar diye beni köklerimden yine
Uçur diye ey aşk, gelirim sana

“Yeni Aşka Gazel” adlı bu çalışmasında şair Baki’ye, “ şair Bakilere”,  kültür tarihimize çağdaş bir yorumla selam yollayan Ataol Behramoğlu bir şiir toplantısında; “Şiirin hayatına doğrudan, somut olarak güzellik kattığını düşünen biri var mı aranızda, diye sordu izleyicilere.

 Salona belki de tek takım elbisesiyle gelen biri el kaldırıp söz aldı… Zamanında mesleğindeki göreceli yükselişinin, şiir seven bir amirinin kendisindeki şiir sevgisini fark etmesinden kaynaklandığından söz etti.

 Bu yanıttan yeterince hoşnut olmayan Behramoğlu:

 -Aşk olsun beyefendi, dedi, siz el kaldırınca bir gönül ilişkinizde çok işinize yarayan bir şiirden bahsedeceksiniz sandım” diye şaka yaptı.

 -Bahsetmediysem, hiç olmadığı anlamına mı gelir efendim!” diyerek,  hepimizi güldüren hoş bir sada bıraktı salona bu şiir dostu beyefendi.

 Bitirirken; “Ee, bu yazının ‘karikatürlü anısı’ nerede”, diye soran olursa, şöyle anlatayım efendim...

 Ataol Behramoğlu Cumhuriyet’teki köşesinde bir gün, şiir ile karikatürü, meramını en özlü, en kestirme yoldan söyleyen iki sanat dalı olarak çok yakın gördüğünü yazmıştı.

 E-posta adresine aynı fikirde olduğumu belirterek, kutlamıştım…

-İyi bir karikatür, şiirin son dizesidir, diye, her fırsatta yazdığımı, söylediğimi eklemiştim…

 Yazım burada bitti... Oktay Akbal gibi ağızda bal tadı bırakmam zor biliyorum, ama böylece ben bir yazıyı daha “kurtarmış” oldum işte! 

Mustafa Bilgin
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler