Atatürk: Sanat ilerleme ve uygarlaşmanın itici gücüdür / Prof. Dr. Onur Bilge Kula
Atatürk'ün sanat anlayışını açıkladığı Bursa Şark Sinemasındaki Konuşmada öne çıkardığı sanat. Atatürk'ün açıkladığı en mutlu olduğu an.
Atatürk’ün sanat anlayışı, halktan gelen soruları yanıtladığı “Bursa Şark Sineması’ndaki Konuşması” (22 Ocak 1923) kapsamında görülebilir. Bu konuşmada soru ve açıklamalardan biri, sanatla, özellikle de heykel sanatı ile ilgilidir. Atatürk bu konuda şunları söyler: “Dünyada ileri, gelişmiş ve uygar olmak isteyen ve buna kesin karar vermiş olan her ulus mutlaka heykel yapar, heykeltıraş yetiştirir. Heykelin yapılması, korunması, dine aykırıdır diyenler, şeri hükümleri ne de dinin hakiki felsefesini” incelemiştir. Peygamber döneminde “putlar vardı”; o bakımdan önce insanların “o tapınamaya değer olmayan” taş parçacıklarından kurtulması gerekmiştir. Ancak İslam’ın gerçeklerinin anlaşıldığı bugün “aydın insanların taş parçalarına, heykellere tapacağını sanmak, İslam’a hakaret etmek” demektir. Dolayısıyla, “ileri ulusumuz, uygar yetenekli ulusumuz, ilerlemenin şekillerinden biri olan heykeltıraşlığı en büyük ölçüde ilerletecek” ve ülkemiz her köşesi “atalarımızın ve bundan sonra yetişecek değerli evlatlarımızın anılarını güzel heykellerle” dünyaya gösterecektir. Ulusumuzun iki güçlü öğesi “dili ve dinidir.” Hiçbir güç, hiçbir etki, hiçbir tahakküm ve istibdat, ulusun bu “iki erdemini, gönlünden ve vicdanından söküp alamamıştır ve alamaz.” Heykel ya da benzeri şeyleri yapmak, ulusun “dininde bir eksiklik” yaratamaz. “Duyumsamasını, inceliğini ruhunu yüceltmek için yapılması gereken şeylerde tembellik eden ulus, uygarlığın gereklerinden” uzaklaşır. Sanatın ulusu yetkinleştirdiğini düşünen Atatürk’ün anlatımıyla, “Resim yapmayan, heykel yapmayan, güzel sanatları anlamayan bir ulusun noksanı var demektir.” Böyle bir ulusun “ilerleme yolunda yeri yoktur.” Buna karşın, Türk ulusu, bütün özellikleriyle “en uygar, en gelişmiş ulus olmaya layıktır ve olacaktır.” (Cilt 14, s. 360- 361) Atatürk ile ilgili en büyük yanılgı ya da yanılsama, ulus ve ulusçuluk kavramlarında somutlaşmaktadır. Bunun çok çeşitli nedenleri olabilir; ancak başlıca nedeni, ulus ve ulus devlet kavramlarını anlamamak ya da bilerek ya da bilmeyerek anlamazdan gelmek ve çarpıtma isteğidir. Atatürk’ün çözümlemesiyle, Ülke “baştan sona haraptır; yol yoktur; kentler haraptır; köyler perişandır; sanayi geridir; yeterince fabrika yoktur. Madenlerimizi işletemiyoruz. İnsanlarımızı uygarlık yolunda çok geri bırakılmıştır; “geçim düzeyleri acınacak ölçüde” düşüktür. Bu nedenle yapılması gerekenler bellidir: Ülke ve halk kalkınmasını ve varsıllaşmasını sağlamaktır. Ülkemizin uygarlığın gerektirdiği düzeye çıkabilmesi için, yalnız ulusun “sermayesi, bilimi ve tekniği” yetmez. Bu nedenle, “dış ya da yabancı sermayeye ve uzmanlığa gereksinme vardır.” Bu noktada “dar bir ulusseverlikten çıkıyoruz; biraz daha geniş ulussever oluyoruz.” Yeni Türkiye’nin bağımsızlığı, ulusun egemenliği ve çıkarları, “bütün yaşamsal araçları ve yetenekleri” korunmak, geliştirilmek ve sağlamlaştırılmak koşuluyla, “yabancı sermayeden yararlanılabilir.” (cilt 14, s. 361- 362). Devlet, “asıl unsur olan çiftçiyi ve çobanı” güçlendirmek zorundadır. Bunları güçlendirmek, sözle olmaz; “bilimin, tekniğin ve çağın gerektirdiği araçlara ve nedenlere eylemli” olarak girişmekle olur. Güçlü olmak, ilerlemek ve uygarlaşmak, aklın özgürleşmesi ve üretkenleşmesiyle olanaklıdır. Aydınlanmanın itici gücü olan aklın özgürleşmesi, bilimsel ilerlemenin de önkoşuludur. Bu ilkeyi çok iyi bilen Atatürk’ün saptamasıyla, “Yeni Türkiye devleti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok daha güçlüdür; çünkü bilim, teknik, akıl ve mantığı” öne çıkarmaktadır. Hakikati gösteren etmenler de bunlardır (s. 363). Atatürk’ün açımlamasıyla, daha önce ulusun görevinin “herhangi bir padişahın hırs ve hevesini, herhangi bir serdarın geniş ve şaşalı yaşamını” sağlamak olduğu sanılmıştır. Artık bu anlayış değişmiştir. Bugün bütün halk “benliğinin” ayrımındadır; yazgısına ve geleceğine egemendir. “Tekrar Viyana’ya gitmek, Mısır’ı fethetmek, Hindistan’da imparatorluk kurmak gibi hayaller kapılacak kimse kalmamıştır.” Ulusun tüm bilinci, çalışması, “ülkenin gelişmesi ve refahına” yöneliktir (cilt, 14, s. 364). Nüfusu artırmanın zorunluluğunu bir kez daha yineleyen Atatürk’e göre, çiftçileri “hoşnut etmek için, çalışmasında başarılı olmaları için” elbette onlara yardım edilecektir. Nüfusu çoğaltmak ise, herkesin zenginleşmesiyle olanaklıdır. Bu ise, ekonomik başarıyla olanaklıdır. Ekonomik gelişme ve başarı için “el emeği” yeterli olamaz; “makinelerden yararlanmak” gerekir. Çağdaşlaşma ve ilerleme neyi gerektiriyorsa, o yapılacaktır. Bu kapsamda her türlü çağdaş tarım araç-gereçleri ülkeye getirilecek, çiftçilerin kullanımına sunulacaktır. İnsan gücünü, “makine ile” desteklemek zorunludur. Öte yandan yalnız çalışmak ve çağdaş tarım araç-gereçlerine sahip olmak yeterli değildir. Çalışmanın “yolunu” bilmek gerekir. Bunun için çiftçilere bilim ve tekniğin kullanımının öğretilmesi zorunludur. Çağdaş ve düzenli bir devlet aygıtı, “eski yasalarla” işleyemez. Adaletin hızlı dağıtımını ve edimselleşmesini sağlamak zorunludur. “Adaletle hüküm uygulamayan hükümet çok kötüdür.” Bu nedenle, Yeni Türkiye artık “zamanı ve gereksinmeleri gözetmeyen” Mecelle’nin hükümlerine bağlı kalamaz. “En uygar uluslar düzeyinde hukuk hükümleri iyileştirilecektir.” Bağımsızlık, özgürlük ve ilerleme kavramlarını öne çıkaran Atatürk’ün tutarlı anlatımıyla, “bir hükümet, yönetim, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük, her şey adaletle ayaktadır” (cilt 14, s. 365- 366). Atatürk’ün ‘İzmir Hükümet Konağı’nda Nutuk’taki1 (27 Ocak 1923) anlatımıyla, bir ulusun başarısı, “mutlaka bütün ulusal güçlerin bir yönde” toplanması ve yürümesiyle olanaklıdır. Yeni Türkiye’nin başarısı, diyesi, Kurtuluş Savaşı’nı kazanması, “ulusal güçlerin birleşmesi ve işbirliği” yapmasıyla sağlanmıştır. İzmir’de ulusal güçler bir “namus cephesi” kurmuştur. Namus cephesi “hiçbir zaman yıkılmaz, yenilmez” (cilt 14, s. 396- 397). Mustafa Kemal Atatürk ‘Amerikan Ulusuna Bildirge ve The New York Herald Gazetesi Muhabiri İle Söyleşi’de2 (23 Ocak 1923) demokrasi anlayışını belirginleştirir. Türk ulusunun da “özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi” uğruna savaşım verdiğini dile getiren Atatürk’ün anlatımıyla, Türkiye’nin “gelecekteki yönetim şekli sözcüğün tam anlamıyla demokratik olacaktır.” Egemenlik, halkın olacak ve halkın seçtiği üyelerden oluşan Ulusal Meclis tarafından uygulanacaktır. Türk ulusu, “bir yüzyıldan beri demokratik temeller üzerine kendi yönetimini kurmak için dehşetli çalışmaktadır.” Öz anlatımıyla, Atatürk’ün “en ciddi emeli, Türkiye’nin öz kültürü ile uygun düştüğü derecede Batı uygarlığından ve Batı bilimi ve ticari ilerlemesinden” yararlanmasıdır. Yüzyıllardır geri bıraktırılan Türkiye, “Batı’nın çağdaş uygarlığında ne varsa kabul ederek, kendi eski kültürünü yetkinleştirme konusunda özgür olacaktır.” Türkiye’nin bütün yurttaşları, dolayısıyla “Türkiye’deki tüm Hıristiyanlar, Müslümanlarla eşit hukuk ve korumaya” sahip olacaklardır. İnançlarından dolayı “baskı” görmeyeceklerdir. Ayrıca Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan biri, “kadın ve erkek arasında yasal ve toplumsal tam eşitliği” sağlamaktır. Kadınlar, “Bağımsızlık Savaşı sırasında cesaret ve özverinin en üstün özelliklerini” sergilemiştir. Eğitim ve bilim öğrenmeye çok isteklidirler ve hatta “şimdiden bilim ve edebiyat sahalarında başarılar” kazanmaktadırlar. Kadınlar da artık “Anadolu’nun her yanında pek çok sanayi kuruluşlarında” çalışmaktadırlar. Kadının “zorla köşeye çekilmesinin, aile yaşamını mahvettiği yerde hiçbir ilerleme olanaklı değildir.” Silahsızlanma ve sürekli barış, Atatürk’ün değerlendirmesi uyarınca, “ancak ve ancak büyük devletlerin devlet adamlarının, büyük ve küçük bütün uluslarının bağımsızlık ve gelişme haklarına eşit surette sahip olduklarını kabul etmeyi öğrendikleri zaman olanaklı olacaktır.” “Bağımsızlık ve özgürlük, benim karakterimdir” diyen Atatürk’ün deyişiyle, “Yaşamımın en mutlu anı, Yunan ordularını Afyonkarahisar ve Dumlupınar Meydan Muharebelerinde yok ettiğim ve ülkemin kurtulduğunu bildiğim andı.” Atatürk’e göre, Türk halkı “özgürlüğüne öyle bir tutkuyla bağlıdır ki, onu korumak için her türlü özveriyi yapmaya hazırdır.” Türk halkının en iyi özelliği, “verdiği sözlere bağlılığı, arkadaşlarına olan vefası ve ülkesinin bağımsızlığına olan sarsılmaz düşkünlüğüdür” (Cilt 15, s. 20- 24). 1 Yayıma hazırlayanlar: Nejat Kaymaz vd. (2007): Atatürk’ün Bütün Eserleri’; cilt 14 (1922- 1923), Kaynak Yayınları, İstanbul 2 Yayıma hazırlayanlar: Nejat Kaymaz vd. (2010): ‘Atatürk’ün Bütün Eserleri’; cilt 15 (1923), Kaynak Yayınları İstanbul Prof. Dr. Onur Bilge Kula DAR ULUSSEVERLIĞI AŞMAK
Gercekedebiyat.com