100. Yılda çağdaşlaşma - modernleşme açısından şi̇i̇ri̇mi̇z
Cumhuriyetimizin 100. yılında edebiyatımız üzerine yeterince çalışma yapıl(a)mamıştır. Yapılan 'işler' de bu konuda ehil görünüp çapı yetmeyen kişilerin elinde eksik kalmıştır. Antalya Edebiyat Günleri'de yapılan bu konuşma deşifrasyonu, oldukça keskin ve dolu ender değerlendirmeler içermektedir.
Kurtuluş ve Kuruluş (Türkiye Cumhuriyeti) Osmanlıya göre modernleşme çizgimizde nasıl bir ‘kestirme’ ise, şiirimizin modernleşmesi için de öyledir. Ancak burada biri tarihsel olarak Batı dünyasında gerçekleşen “öncü-modernleşme” ikincisi de aynı çağda olsalar da bu tarihsel dönüşüme geç kalanların ona yetişmek üzere giriştiği “geç modernleşme” olarak iki farklı kavramdan söz ettiğimizi hatırda tutmalıyız. Tarihsel ya da öncü Batı modernleşmenin öncü kültürel görünümünün rönesansla bağlantılı olarak “klasizm” olduğu söylenebilir. Aklın, bilimin mutlak egemenliği, mükemmelin soyut kuralları, klasik dönemin eserlerinin yeniden yaratılması gibi görüngüleri olan bir dönemdir bu. Bundan sonra romantizm; coşkun ve sübjektif bir insani başkaldırı ya da rasyonel, kurallı ve kalıplı olandan bir kaçış olarak kendini göstermiş ve devamındaki anti-burjuva ve estetist bir geri çekilme olarak nitelenebilecek olan modernizmlere (‘avant-garde’, ‘de caddence’, ‘kitsch’ ve ‘postmodern’e) yol açmıştır. Geç modernleşen ülkelerde sanat ise ardışık ve birbirinin olumlu ya da olumsuz inkârı şeklinde ilerleyen tarihsel/öncü modern sanat akım ve anlayışlarının en azından klasizm, romantizm ve sembolizm biçimleri ile aynı anda karşılaşıp etkileşime girmişlerdir. Geç modernleşen ülkelerin ilklerinden olan ülkemizdeki modernleşme için de bu söylediklerimiz geçerlidir. Şiirimizin modernleşme gayreti Osmanlı’nın son döneminde başlamıştır ve tıpkı modernleşmenin politik, düşünsel, ekonomik boyutlarında olduğu gibi bir arayış, gel git, yerine göre de bir özenti ve çözülüş olarak yaşanmıştır. Kurtuluş ve kuruluş arifesindeki şiirimiz, moderne öykünen, deforme olmuş bir haldeydi denilebilir. Bu dönemden bize, şiirimizin iki ‘barok inci’sinden ilki olarak gördüğümüz Tevfik Fikret kalmıştır. Fikret, geleneksel şiir biçemine modern içerik arayışları yükleyerek onu Yahya Kemal’den başkasının restore edemeyeceği ölçüde çatlatmıştır. Bu şiir, Cumhuriyet kuşakları ile çok hızlı bir şekilde çağdaşlaşma-modernleşme yoluna sokulmuştur. Girilen bu yolun esas olarak, özenme ve deformasyon halinden çıkış ve kendini buluş-kuruş anlamına geldiği söylenebilir. 2 Bu sırada şiirimizin üç ana yatakta yeniden filizlendiğini söylemek yanlış olmayacaktır düşüncesindeyiz. Bunlardan ilki, geçmişte kalan görkem ve mükemmelliği anış, arayış nostaljisi olarak yorumlanabilecek 18. yüzyıl neo-klasizmi; ikincisi, eski, klasik ölçü ve dekordan uzakta, bireysel ve özgür bir kendini ifade coşkusunun, toplum (buna ulus da diyebilirsiniz), doğa (buna memleket de diyebilirsiniz), geleneksel halk kaynakları (destan, türkü, masal) ve tekil insana (yurttaş) yönelen 19. yüzyıl romantizmi; üçüncüsü ise, 19. yüzyıl sonları ile 20 yüzyıl başlarının, anlatımcı ve açıklaycı olmaktan uzaklaşarak özel semboller, insani ruh halleri ve musiki-şiir yakınlığına yönelen, böylece, şiiri bir bakıma saflaştırarak, kendinden sonraki ekspresyonist ve modernist akımların yolunu açacak olan sembolizmdir. Neo-Klasik yönelimi kendi başına Yahya Kemal temsil eder. Yahya Kemal şiiri bir bakıma kırılan eşyanın altınla onarılması olan ‘kintsugi’ sanatını andırır. İkinci olarak, kendi aralarındaki başka açılardan ortaya konulabilecek farklılıkları gözden ırak tutmamak koşulu ile Haşim, Necip Fazıl, Tanpınar, Dranas, Cahit Sıtkı adları ile temsil edilebilecek bir sembolist ana damara işaret edebiliriz şiirimizde. Bu iki grubunun dışında kalan yaygın, çoklu, etkin ve ardışık romantizmler ise hem daha kalabalık hem daha güçlü hem de daha karmaşıktır. Hececiler dahil olmak üzere, Nazım Hikmet, Garip, 40 ve 60 Toplumcu akım romantikleri olarak nirengiler oluşturabileceğimiz, bunlarla sınırlı olmayan, oldukça geniş ve sürekliliği olan bir romantik hat vardır şiirimizde. Aslında bu üç yatak, bir yerden sonra ya da bir başka bakışa göre ikiye de indirgenebilir: Bu halde biri, neoklasik-sembolist hat, öteki de romantik- gerçekçi hat olacaktır. 1950’li yıllara gelindiğinde, bir yandan Nazım Hikmet bir yandan da Orhan Veli ana kırılmaları üstünden geniş ve boyutlu bir romantik-gerçekçi kendine özgülük edinmiş olan şiirimiz, tarihsel modernleşmenin otantik akımları ile etkileşimini -ister bilerek ister farkında olmayarak- henüz bütünüyle tamamlamamış görünümündedir. Bunu, ilerleyen yıllarda modern sanat akımlarından en çağdaşı olan ‘modernizm’ referansını da müktesabatına önemli ölçüde katarak bu yıllarda yapar. Tarihsel modernleşmenin otantik-ardışık-farklı sanat akımları ile esaslı bir kültürleşmenin sonuncusu diyebileceğimiz ve varlığını önemli ölçüde bunlardan ‘modernizm’le yoğun bir etkileşme borçlu olan İkinci Yeni’yi, ihtiyatlı bir şekilde, şiirimizin çağdaşlaşma sürecindeki ana akımlardan biri olan sembolist damarın modernist devamı saymak mümkündür. Modern şiirimize kaynaklar/yataklar bakımından böyle bir göz attıktan sonra bir de ona özel bir tarihsel dönem perspektifinden bakmanın önemli bir tamamlayıcılık sağlayacağını düşünüyoruz: Bu da sözünü ettiğimiz akımların birbiri ile ciddi bir etkileşim yaşadıkları ve dolaysıyla kendi çizgilerine göre de dönüşüm geçirdikleri 60-80 aralığıdır. 80 öncesinde, farklı geleneklerden ve dönemlerden beslenerek kazanılmış eş zamanlı ya da ardışık akım, benzerlik ya da türdeşlikler, aydınlanmacı-sol-yurtsever-hümanist kültürel ve ahlaki üstünlüğün önemli bir yer tuttuğu tarihsel-toplumsal-siyasal koşulların çağrısına yanıt vererek, birbirine karışıp sentezlenmiş ve şiirimizi çağdaş dünya şiiri hizasına gelebilme ve kendisi olabilme açılarından tarihi bir doruğa ulaştırmıştır. Çağdaş Türk Şiiri’nin yaşadığı, çağdaş dünya şiiriyle hizalanma ve kendisi olma süreci bakımından nitelikli ve yoğun hamlelerin görüldüğü 1960-80 aralığı; akımların, kuşakların ve görece bağımsız şair kişiliklerin konsolidasyonu üstünden geçmişe göre bir üst sentezlenme evresi olmuştur. Bu dönemde, her ikisi de daha çok Nazım Hikmet ve bir ölçüde de Orhan Veli şiiri üzerinden devrimci-romantik-gerçekçi nitelikler edinmiş olan 40-60 Toplumcu şiir çizgisi ile onlara göre batı-modernist akımları ile daha doğrudan etkileşim içinde olan İkinci Yeni şiir çizgisi birbirine karışmış ve böylece, bu tarihten önceki ‘kendilik’lerini aşmışlardır. Toplandılar (T. Uyar), Sonrası Kalır (E. Cansever), Beni Öp Sonra Doğur Beni (C. Süreya) gibi kitaplar, bu sentezleme ya da konsolidasyonun önemli örnekleri arasında yer almışlardır. Burada 40 şiirinin 60 şiiri içinde ve her ikisinin de bu dönemdeki görkemli konsolidasyon içinde önemli vektörler olduğunu belirtmeliyiz: Ataol Behramoğlu’nun, bu tarihsellik içinde Ne Yağmurlar Ne Şiirler adlı kitabına kadar (bu kitap dahil) önemli bir payı vardır. İsmet Özel, büyük ölçüde bu sentezi takip ederken bile sahip olduğu ‘eksantirik’ sapma açısının iyice büyümesine ve oradan başka görünen bir ontolojik varoluşa ve şiire göçmesinden önce (Cinayetler Kitabı, ihtiyatla bir milat olarak alınabilir) aynı derecede önemlidir. İkinci Yeni, özellikle 60-80 aralığında 40-60 Toplumcuları ile etkileşime girerek kendini aştığında, şiirimizin sadece tarihsel modernleşmenin ana sanat akımları ile etkileşimini tamamladığını değil, genel anlamıyla modernleşme sürecini de tamamladığını ve deyim uygunsa ‘tam olarak’ kendisi olduğunu söyleyebiliriz. 3 Burada, hem bu sentezlemenin görece özerk vektörleri hem de bir bakıma meyveleri olarak bu dönemdeki akım üstü/dışı şairleri de şiirimizin kendi olma sürecindeki rolleri bakımından özel olarak anmak gerekir. Şiirimizin dünya şiiri ile hizalı bir etkileşim içinde fakat aktarmacılığa kapılmadan dilsel-biçimsel yenilik yapabilme ve özgün bir şiir evreni kurabilme düzeyine çok büyük ölçüde eriştiğini bu şair kişiliklerde rahatlıkla izleyebiliriz. Bunların başında bir akım olarak bile andığımız/anabileceğimiz Nazım Hikmet gelir. Nazım Hikmet kendinden önceki Yahya Kemal’i ve sonrasındaki Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı anımsatan türden fakat çok daha büyük bir ayrıksılık ve tek başınalıkla, geleneksel ile çağdaş/modern olanı sentezleyen, yurtsever ve toplumcu bir romantizm seli (akımı diyemedim nedense) olarak görülebilir şiirimizde. Bu sel, referans kabul ettiği veya etkilendiği tarihsel modernleşme sanat akımları ile sembolist öbekte saydığımız şairler ölçüsünde Ortodoks/sadık ilişki içinde olmayan bir şiirdir. Batı, modernist akımının estetist kapanmasına; önceleri fütürist, devamında da sosyalist gerçekçi referanslarla açılan kanallarla etkileşen bir tepki vermiş ve çok geniş anlamda, yurtsever-devrimci ve evrensel romantizm olarak niteleyebileceğimiz özgün bir şiir yazmıştır. Bütün dönüştürücülüğüne karşın bu şiir, kendi tarih, coğrafya ve kültürünün ayırt edici özelliklerini güçlü bir şekilde bünyesinde taşımayı sürdürür. Genellikle Birinci Yeni akımı olarak nitelendirilen şiir, aslında Orhan Veli Şiiridir. Akımın öncülerinden sayılan öteki iki şair (Anday ve Rıfat) onun yol arkadaşlarıdır. Bu iki şair, şiir tarihimizdeki değerli konumlarını 60-80 konsolidasyonuna doğru ve onun içinde gerçekleştirebildikleri dönüşümleri sayesinde edinmişleridir. Orhan Veli, Tevfik Fikret’in divan şirine yaptığının bir benzerini sembolist ve onun etkisindeki olan şiire yönelik olarak yapmıştır. Tarihsel ortaya çıkışının diriliğinden ve yaşamsallığından yoksun olduğu için zamanının duyarlığını karşılamakta zorlanan bu şiirsel söylemle alay ederken, yeni, gerçekçi, romantik ve halkçı bir duyarlık teklif etmiştir. Bu teklif şiirin, genel kabul görmüş zihin ve duyarlık tarafından ayaklarına takılmış bukağılarından kurtarılması girişimidir ve büyük bir başarıya ulaşmıştır. Başarısı, teklif edilen şiirin okurda bulduğu karşılık kadar sonrasındaki şiir için açtığı geniş alandan gelir. Bu büyük hamledeki şairanelikten soyunma, yalınlaşma ve yerine göre kabalaşmaktan korkmama hali, Tevfik Fikret’te olduğu gibi, kendi tarihselliğinde, yeterince estetiktir. Tevfik Fikret, Cumhuriyet öncesinin, Orhan Veli de Cumhuriyet şiirimizin barok incisidir. Her iki dönüştürücünün onlarla doğrudan hesaplaşan çok yakın tarihsel ardılları dışında bu özellikleri bakımından küçümsenerek eleştirilmesi anakronizmdir. Şiirimizin kendisi olarak modernleşmesini tamamladığı dönemde -hem bu sürecin meyveleri hem de ağaçları olabilmiş çok ve değerli kişilik şairlerimiz vardır. Ben burada Ceyhun Atuf Kansu, Cahit Külebi, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Nectigil, Ahmet Arif, Enver Gökçe, Garip sonrası Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday, Atila İlhan ve Can Yücel’i anmakla yetineceğim. Bunlardan Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ı 60-80 sentezlemesinin hem ürünü hem de onu tahkim eden şairler olarak anabiliriz. Her ikisi de modernist akımı da içine alan modern şiirin bütün olanaklarını kullanarak, lirik-epik-düşünsel geçişli bir sentez şiirine ulaşabilmişlerdir. Oktay Rifat’ta bu daha çok birey, doğa, gündelik hayat iken, Melih Cevdet, bu bağlamda Yahya Kemal’i -deyim uygunsa- ‘tashih’ edercesine görkemli eski Doğu-Osmanlı yerine antikiteye yönelmiştir. Bu bakımdan, Yahya Kemal’e neoklasik diyebilmemizi sağlayan referanslardan biri olan geçmişte kalan görkem, güzellik ve düşünceyi anış, arayış referansı, farklılaşarak da olsa, Anday’da da vardır. Ancak o bunu sözcüğün gerçek anlamıyla modern bir şiir dil ve biçemi ile başarmıştır. Necatigil modernist demenin şablonculuk olacağı, onun şair kişiliğini daraltacağı bir modern şiir arayışının, kendi başına ve kendine göre de da var olabilen, ancak yine de dönemi ile etkileşime oldukça açık kalarak şiirimizde iz ve etki bırakabilen bir temsilcisidir. Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Ceyhun Atuf Kansu ise, bir yerlerden birbirlerine benzerler. Onları yakınlaştıran en önemli şey, Cumhuriyet’in kendini kurma-oluşturma misyonunu kendilerine ‘mesele’ edinmiş olmalarıdır Biri Anadolucu, halkçı ve yerine göre yurttaş sadeliğini öne çıkaran modern-lirik bir şiir kurarken, öteki, yurtsever-epik olana kut ve gizem dolayımları ekleyerek adeta seküler bir tefekkürü poetikasına yedirebilen çok özgün bir şiir yazmıştır. Can Yücel Fransız şiirini de bilen, tanıyan fakat modernleşen şiirimiz üzerinde baskın etkisi olan bu hattının/egemen söyleminin dışından Anglo-Sakson anlatımcı şiirden beslenen bir şiir kurmuştur başlangıçta ve giderek bu şiiri büsbütün kendileştirmiş, yerlileştirmiştir. Bu kendileştirme ve yerlileştirmenin, onun Hoca Nasrettin’den Nef’iye, oradan Neyzen’e uzanan bir tarihsel yatakta olması ile çok ilgisi vardır elbette. Bir de 60- 80 aralığındaki çağrıya tereddütsüz kulak verenlerden olmasının… Birinci Yeni’den sonra, bu defa şiiri -genellikle diyelim!- harcamadan, bunun aksine çağdaşı olduğu şiirin bütün boyutlarını gereğince içererek ironik bir estetiği şiirimize armağan etmiştir. İroninin şiirimize çağdaş bir şekilde girmesi çağdaşlaşmasını tamamlanmasının olmazsa olmazdır düşüncesindeyim. Bu anlamla Metin Eloğlu’nu da onunla, bir hiyerarşi sırasına sokmadan, anmalıyız. Benim Can Yücel’i seçmem 60-80 sentezlenmesinin ana referaslarından biri olmasındandır. Can Yücel’in daha güçlüsüne Nazım’da rastladığımız modern bir yerliliği vardır. Atila İlhan, modern birey-bohem duyarlığını, yiten bir uygarlık/ya da yaşantı nostaljisini, kuruluş-kurtuluş yurtseverliği ile bundan ayrılmayan bir sol-hümanizmi şiirinde bir arada taşıyabilen özel bir şairdir. Bu bakımdan onu, aynı zamanda başka başka şiir türlerini yazabilen (sınırlı heteronomik özellik taşıyan) bir şair olarak özel olarak anmalıyız. Nazım Hikmet ile Enver Gökçe-Ahmet Arif ikilisinde gördüğümüz modern ile gelenek, yerlilik ile evrensellik ilişkisini bağdaştırma çaba ve başarısını Atila İlhan şiirinde de görürüz. Bu bakımdan İkinci Yenin şiirinin toplumcu romantik şiirle dolayısı ile içinde İlhan’ın da bulunduğu kişilik şairleriyle harmanlanmadan önceki varoluşçu-nihilist-estetist şiiriyle farklılaşan, hatta çatışan bir şiiri vardır. Şiirimizin figüratif bir dil edinmesinde, imgenin şiirdeki öneminin anlaşılmasında İlhan’ın İkinci Yeni şairlerinden hiç de geri kalmayacak özel bir payı vardır. 1970 kuşağında anılabilecek şairler, büyük çoğunluğu ile önce 40-60 toplumcu gerçekçi şiirinin uzantısı, sonra 60-80 sentezlenmesinin katılımcıları ve en sonunda da -hâlâ şiir yazıyor iseler- 80’le başlayan ‘İkinci Yeni’ye ricat’ kervanının yolcuları olmuşlardır. Bu bakımdan 1980 sonrasında kendilerini olumlu anlamda inkâr ederek özgün şiirlerini oluşturabilmiş nadir sayıdaki şair dışında, bu kuşaktan şiirimize sözü edilecek çok önemli bir miras kalmamıştır. 1980 miladı; 60-80 aralığında gerçekleştiğini söylediğimiz sentezlenmenin tamamlanması ve ardından kendini tekrarının ya da tıkanma, yayılma veya ‘irtifa kaybetmesinin’ başlangıcı olarak görülebilir. Anılan doruktan sonra şiirimiz; yolunu eski hız ve belirginliği ile açamamış, bunun yerine, geniş kesimi ile -onu mazur gören bir dille ‘reenkarnasyon’, yargılayan bir dille ise, ‘ricat’ diyebileceğimiz- başka bir sürece girmiştir. Bu reenkarnasyon ya da ricatın yöneldiği yer bir yanıyla az önce sözünü ettiğimiz sentezin dışlar göründüğü -aslında daha çok ardında bıraktığı- bir kesimidir şiirimizin: Bir yanıyla, neoklasik Yahya Kemal, sembolist Ahmet Haşim, Cahit Sıtkı ve Ahmet Muhiptir; öteki yanıyla da ilginç bir şekilde, andığımız bireşim üstünden ve bizzat kurucuları eliyle çoktan aşılmış/geride bırakılmış olan İkinci Yeni’dir. 80 sonrası yazılan ve bir akım olarak 80 Şiiri olarak nitelendirilebilecek yaygın şiirin çok büyük bir kısmının restorasyoncu görünse de daha çok gerilek ve türdeş olduğunu düşünüyorum. Şiirimizdeki bu ağır güncel kütlenin, bu -deyim uygunsa- kalabalık ‘topluluğun’ bir fenomen olduğu kesin olmakla birlikte, modern şiirimizde kendinden önceye göre ileri bir hamle olamadığını düşünüyorum. Bu yüzden, 1980 sonrası şiirimiz, akımlar ve kuşaklar üzerinden değil, farklı bağlamlarda benzerlik ve zenginlikleri temsil eden şair-kişilikler üzerinden ilerlemektedir. Bu kişilikler, yaşları ve yakın oldukları şiir akımlarından çok, 1980 öncesinde doruğa ulaşmış çağdaş şiir sentezimizi zenginleştirip zenginleştirmediklerine, daha ileri taşıyıp taşımadıklarına ve doğallıkla da ‘retro’ bir şiir yazıp yazmadıklarına göre değerlendirilecektir. Ferruh TunçİKİ MODERNLEŞME
BATI MODERNLEŞMESİNİN KRONOLOJİK ADIMLARI: KLASİK, ROMANTİK, MODERN…
GEÇ MODERNLEŞEN ÜLKE SANATLARININ TARİHSEL SIRALI MODERN SANAT AKIMLARININ TAMAMI İLE BİRLİKTE VE AYNI ZAMANDA YÜZLEŞMESİ
CUMHURİYET’LE İVMELENEN MODENRNLEŞME-ÇAĞDAŞLAŞMA, KENDİ OLMA SÜRECİ
ÜÇ KANALDAN İLERLEYEN BİR SÜREÇ: NEO KLASİK, SEMBOLİST VE ROMANTİK
1950’LER ve SONRASINDA GERÇEKLEŞEN MODERNİST ‘İKMAL’
60-80 ARALIĞINDA GERÇEKLEŞEN SENTEZLENME İLE MODENLEŞMENİN TAMAMLANMASI YA DA KENDİSİ OLAN ŞİİRİMİZ
KİŞİLİK ŞAİRLERİ
NAZIM HİKMET
ORHAN VELİ
KANSU, KÜLEBİ, DAĞLARCA, NECATİGİL, GÖKÇE, ARİF, RİFAT, ANDAY, İLHAN, YÜCEL
BİR ARA CÜMLE OLARAK 70 KUŞAĞI
1980 MİLADI, 80 KUŞAĞI
Gercekedebiyat.com