Doğu Batı dergisinde Varoluşçuluk
Ankara'da yayınlanan Doğu Batı dergisi son iki sayısını (92-93) Varoluşçuluk sayısı olarak yayınladı. Satışta olan derginin konuyla ilgili sunuş yazısını ve içindekileri yayınlıyoruz.
Varoluşçuluktan bütünlüklü ve yetkin anlamda söz edebilmek hiçbir zaman mümkün olmadı. Ünlü temsilcilerinin bugün tekil düzeyde karşılık görmesi ve hâlâ okunuyor olmalarına karşılık akımın etkisinin sürdüğünü iddia etmek de güçtür. Gelgelelim Varoluşçuluk, düşünce tarihinin en ilginç güzergâhlarından biri olması sebebiyle her zaman dikkatleri üzerinde toplamayı başarmıştır. Koşulları itibarıyla Varoluşçuluk sağlıklı bir ortamda büyüyüp gelişmedi ve anlam yüklü bir dünyayı teneffüs etme şansına sahip olmadı. Doğal olarak saf ve steril kavramlarla burada tutarlı bir tablo sergilemekten ziyade özellikle çağın hastalık ve bunalımlarının –tıpkı dünyanın halihazırda yaşadığı salgın felaketi ve bunun yarattığı olumsuz koşullar gibi– bu tür bir düşünce üzerinde ne tarz etkiler bıraktığına bakmak daha uygun olacaktır. Varoluşçuluk (egzistansiyalizm) bir izm ile tanımlanma tuhaflığını üzerinde taşımıştır ama o felsefi bir sistem kurma çabasında olmadı. Bilakis felsefi sistemlerin saçmalığını daha en baştan dile getirdi. İnsanın dünyayla kurduğu ilişki tarzında temel bir boşluk ve zayıflık gördü. Bu durum insanı her türlü kategori ve nesnelliğin dışında tutmayı zorunlu kılacaktı. Mutlak ve eksiksiz bir bilginin peşinden koşturmak yerine bir “hata felsefesi”nden yola çıkmak varoluşçuluğun özgün taraflarından biri olmuştur. Hata yapan, günahının bilincinde olan, kırılgan bir benliğe sahip, bir zırha bürünmeyen ve hiçbir yere ait olmayan köksüz bir insan tipi ele alınmıştır. Karşımızda sıradan bir birey bulunmaktadır. Aynı zamanda o, “dünyaya fırlatılmışlığı”, “yeryüzüne hiçliği getirmesi”, tek başınalığı, çaresizliği, çevresinde olup bitenlere karşı sürekli bir bulantı duyma hali ve tatminsizliğiyle yepyeni bir kahramandır. Bir Godard filminde (Vivre sa vie) canlandırıldığı üzere bir fahişenin içtenlikli konuşması toplumun sahte değerlerinden, örneğin dünya tasavvuruna ilişkin her türlü bilgi avcılığına soyunmuş birinden çok daha fazla dürüstlük taşımaktadır. Nana “Bence yaptığımız her şey bizim sorumluluğumuzda. Özgürüz. Elimi kaldırıyorum. - Ben sorumluyum. Başımı çeviriyorum. - Ben sorumluyum. Mutsuzum. - Ben sorumluyum. Sigara içiyorum. - Ben sorumluyum, Gözlerimi kapıyorum. - Ben sorumluyum. Bazen sorumluluğumu unutsam da, hayat bu! Kaçışı yok bunun. Sonuçta her şey neyse odur. Mesaj mesajdır. Tabak tabaktır. Adam adamdır. Ve hayat hayattır” derken varoluşçuluğun gösterişsiz bir tarifini sunmaktadır.
İlk bakışta “varoluş” sözcüğü olumlu bir çağrışıma gebedir. Kendini var etme, ortaya koyma, var olmak (exister) gibi insana dair üstün edimler belirir. Varoluşun özden önceye alınması bireye kendini hatırlama, kendi üzerinde düşünme, bir seçimde bulunma, sorumluluk üstlenme gibi imkânlar tanır. Ancak var olmanın koşulu olumsuzlamaktan geçer. Yalnızca her şeyi olumsuzlayarak var olabilirsiniz. Bu diyalektik sürecin de insanı kuşkuculuk, bireycilik, kötümserlik vb. ruh hallerine sürüklemesi, hiçliğe itmesi kaçınılmazdır. Varoluşçuluğun farklı renk ve tonlara bürünmesi, varoluşçu düşünürlerin özgün bakış açılarını yorumlamayı gerekli kılar. Kierkegaard’da birey, Husserl’de anlam, Heidegger’de varlık, Sartre’da özgürlük ve hiçlik, Camus’de saçma ve yabancılaşma konuları öne çıkmaktadır. Varoluşçu düşünürler birbirlerinden kopuk adalara, daha doğrusu bir adalar topluluğuna benzetilebilir. Heidegger’de insan varoluşu merkeze tam olarak yerleşmez, daha çok dünyayı mesken tutmuş Dasein’ın bir yan kuvveti gibi çalışır. Kierkegaard’ın bireyi kaygı ve yoğun ironik göndermelerle varoluş sancısını duyumsar. Kierkegaard’ı izleyen Gabriel Marcel ise “varlığın gizemi” üzerinde duracaktır. Jaspers varlık felsefesinden hareketle felsefi antropolojinin önünü açmıştır. Husserl insan bilincinin “derin yapıları”nı kazıyarak Kant’tan sonraki klasik idealizm anlayışına yeni bir boyut katacaktır. Akımı temsil eden düşünürlerin –her ne kadar kendileri Varoluşçu bir tanımdan sakınsalar da– zamanın ruhuna yönelik eleştirileri ve temel karşı çıkışları onları ortak bir Varoluşçuluk potasında toplayacaktır. Bunun ötesinde, Varoluşçuluğun felsefeyi sokağa taşıdığı tespiti yerinde bir saptamadır. Belki de felsefe tarihinde hiçbir akım Varoluşçuluk kadar popülerleşmemiş, halka inememiştir. Hareketin ortaya çıkış şartlarının ve düşünce tarzının akademik dünyadan farklı bir gelişim göstermesi bunda etkili olmuştur. Felsefe okumaya başlayan lise öğrencisinden daha geniş gruplara varıncaya değin, özgürlük, intihar, ölüm, kaygı, hiçlik, saçma, bulantı vb. temalar hemen her kesimin ilgisini çekmiş, zihinlerde bu kavramlar varoluşçu düşünürlerin yapıtlarıyla özdeş kılınmıştır. Felsefi tezlerin edebiyat, özellikle roman aracılığıyla işlenmesi ve kalabalıkların felsefi meselelere dâhil edilmesi bu akımı neredeyse bir moda haline getirmiştir. Gelinen nokta açısından bakıldığında ise Varoluşçuluğun en güçlü olduğu taraflar aynı zamanda onun en zayıf yanlarıdır. İnsan yenildiği ölçüde bilinç kazanmıştır.* *Doğu Batı dergisi 'Varoluşçuluk 1-2' sayısı sunuş yazısı. Taşkın Takış DOĞU BATI DERGİSİ VAROLUŞÇULUK -1 İÇİNDEKİLER
GİRİŞ-Hasan Bülent Kahraman / Varoluşçuluğun Türkiye Serüveni: Huzursuzluğun Varoluşçuluğu Varoluşçuluğun Huzursuzluğu U/MUTSUZLUK: KIERKEGAARD -Søren Kierkegaard / En Mutsuz Olan ??µ?????????µ???? için Coşkulu Bir Konuşma Cuma Toplantılarında Sonuç Söylevi “İNSAN ÖZGÜRLÜĞE MAHKÛMDUR”: JEAN-PAUL SARTRE HANGİ TAŞI KALDIRSAN JASPERS “ÖZ” VE “VAROLUŞ” VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ EDEBİYAT VAROLUŞÇULUK - II
-Taşkın Takış / Kendini Aldatmak Proust ve Sartre’da Var Olma Deneyimleri -Kemal Bakır / Nikolay A. Berdyaev ve Varoluşsal Felsefi Antropoloji -Ali Osman Gündoğan / Camus, Varoluşçuluk ve Felsefe -Hüseyin Aydoğdu / Dünyanın Teninden Politik Bedene: Merleau-Ponty’nin Politik Ontolojisi -Cansu Özge Özmen / Nascituri Te Salutant -Osman Fırat Baş / Witold Gombrowicz’in Varoluşçuluk Eleştirisi -Hasret Ertürk / Camus’de Ölüm ve İntihar -Mustafa Turan / Bütüncül Bir Filozof Olarak Paul Tillich’in Din Felsefesi ve Varoluşçu Tanrı Anlayışı veya Modern Dönemde Ölen Tanrı’yı Aramak -Hazel E. Barnes / Sartre’ın Ontolojisi: Varlığın Açığa Çıkarılması ve Varlığa Anlam Verilmesi - M. Hanifi Macit / Varoluş Felsefesi, Jean-Paul Sartre ve Tarih Üzerine -Metin Bal / “İyi Bir Kimse Nasıl Olunur?” Sorusuna Sartre’ın Hümanist Ateist Varoluşçu Şeytan ve Yüce Tanrı Oyunu Bağlamında Felsefi Bir Cevap Girişimi -Mehmet Türkan / Sartre’da Özgürlüğün Temeli Olarak Varoluşsal Ontoloji (Dergiyi buradan edinebilirsiniz) Gerçek Edebiyat
-Yasemin Akış / Yaman Benliğin Ölümcül Hastalığı: Umutsuzluk
-Senem Kurtar/ “Özgürlük Tanrı Olma Arzusudur!” Jean-Paul Sartre’ın Mutlak ve Radikal Mücadelesi -Ata Devrim / Sartre’ın Varoluşçuluk Felsefesinin Eleştirisi
-Hilmi Yavuz / Sartre ve ‘Kün’ Emri [Varlık’ın Öz’den Önce Gelişi’nin Eş’ârî ve Mutezile Kelâmına Göre Yeniden İnşası Üzerine Notlar]
-Cem Yavuz - Özgüvarlık ile Panánekomodin ¡
-H. Haluk Erdem / Karl Jaspers ve “Mümkün Varoluş”un Felsefesi
- Necati Erbil Ertürk / Düşman Kardeşler: Bilim ve Varoluşçuluk Neden ve Nasıl Birbirlerine İhtiyaç Duyarlar?
-Kadir Pektezel / Varoluşsal İzdüşümün İmkân Perspektifi
-Ferhat Jak İçöz / Felsefeden Seans Odasına, Oradan da Hayata: Bir Varoluşçuluk Öyküsü
-Pınar Aka / Baudelaire ve Şiirin Varoluş Biçimleri
-Özgür Taburoğlu / Beckett Anlatılarında Varoluş Sorunları
YORUMLAR