Son Dakika



 

Yanlış hikayelerden yola çıkarak doğru hedeflere varılamaz. 21 yüzyılda, ülkemizde parlamenter ve toplumsal muhalefetin hatırı sayılır bölümü iki yanlış hikayenin tuzağına düştü: İlki AKP yönetiminin ilk iktidar yıllarında ekonomik başarılar kazandığına ilişkin olan; ikincisi Cumhuriyet tarihinde dindarlara zulmedildiği şeklindeki şehir efsanesi.

Kimi zaman basit matematik insanı yanılgıya düşmekten korur; ama bizim insanlarımız oldum bittim matematik sevmez: Bir ülkenin üretimi düşerken, emekçi kesimlerin gayrısafi milli hasıladan aldıkları pay her sene azalırken, nasıl olur da aynı kesimlerin alım gücü ve hayat standardı yükselebilir? Ya rakamlarda bir tutarsızlık vardır ya da bu kesimler borçlanarak alım güçlerini yükseltmişlerdir. Başka bir deyişler, dünya kapitalizmi yeni ürettiği teknolojik cicilerine pazar açabilmek için, emekçilere dünya çapında borçlanma olanakları tanımıştır. Peki, borçların ödenme zamanı gelip çatınca ne olacaktır? Ülke yönetiminin bu alım satım pazarındaki başarısı nerededir? Her hangi bir başarıdan söz edilebilir mi? Sokaktaki vatandaşın bu masala kanması yeterince kötüdür; ama ülkeyi yönetmeye talip muhalefetin ve ülkenin beyin takımının bir kısmı inanıyorsa, çok, pek çok kötüdür!

Osmanlının son iki yüz yılı utangaç Batılılaşma adımları atan merkezi yönetimin kökten dincilerle mücadelesiyle geçmiştir. Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı sırasında işgalcilerle işbirliği yapan köktendincilerle elbette uğraşmıştır; ama sıradan yurttaşın ibadetine asla karışmamış; köktendinciliğin üniforması olan cüppe ve sarığı yasayla yasaklamış, ancak kadın giyimine hiçbir yasak getirmemiş, sadece başı dik, alnı ve yüzü açık Cumhuriyet kadını imgesini desteklemiştir. Baş örtme, Anadolu örfünde, dinsel çağrışımlardan çok kadın cinsini ayıp ve hicap kavramlarıyla dizginleyen Doğu Akdeniz, Balkan, Kafkas ataerkilliğinin bir göstergesi olarak yerini almış; bugün sokaklarımızı dolduran ve ‘’türban’’ adıyla anılan ve aslen “Müslüman Kardeşler”  ve “Kara Panterler” gibi dinci örgütlerin kadınlara uygun gördüğü üniforma olan baş örtme türü tarihimizde ve coğrafyamızda asla var olmamıştır.  Bütün eski fotoğraflar tanığımdır. Mafyacıların değil, aydınların örnek alındığı, eğitimin değer taşıdığı bir tarihsel dönemde eğitime ulaşabilen kadınlar doğal olarak ve kadın özgürlüğünün bir ifadesi olarak başların açmışlardır . Fotoğrafa uzak geçmişlerden gelen, köyünü çoktan unutmuş yeni kentlilere bu gerçekleri anlatmaya ne toplumsal ne parlamenter muhalefet gerek görmüştür. Bu ihmalin temelinde bir kısım aydının da ‘’Müslümanlarzulüm gördü’’ şehir efsanesine inanmış olması yatmaktadır. Kulaktan dolma söylentilere kapılmanın temelinde ise kanımca, bilgi ve düşünce eksikliği bulunmaktadır: a) Yakın ve uzak tarihi yeterince bilmemek; b) Yoksul sınıfların ızdırabına yanlış teşhis koymak; ezilmişliğin kapitalist sosyoekonomik yapının doğal sonucu olduğunu kavrayamamak c) Cumhuriyet laikliğinin altını oyan ve  bu ihanetini kılık kıyafet takıntısıyla örtmeye kalkan ‘’12Eylül faşizminin’’ sivil asker yıldızlarının çarpık zihniyetlerini, Cumhuriyet tarihiyle  eş tutabilme yanılgısına düşmek;  d) Kutsal metinlerin kimilerince nasıl yorumlanabileceğinden tamamen habersiz olmak; f) Günümüz dünyasını istila etmiş neoliberalizmin köktendincilikle (hangi din olursa olsun) küresel işbirliğini fark edememek; g)‘’İslam devrimlerinin’’ izlediği aşamalardan habersiz olmak h) Seçimle gelen iktidarların tek adam rejimlerine hangi aşamalardan geçerek ulaştığı tarihsel bilgisinden de habersiz olmak. Liste uzatılabilir. Cumhuriyetin haklı olarak itibarsızlaştığı köktendinci çevrelerden köken almış kimilerinin bu yanılgılara bilerek bilmeyerek düşmesi acıdır; ama anlaşılabilir; ancak ülke geleceğinde söz sahibi olan bilim ve siyaset insanları için bu denli büyük yanılgının hoş görülebilecek yanı yoktur. Bu ülkenin kimi aydınlarının yeterince aydınlanmamış olduğunu söylemek abartı değil, acı bir gerçeği dile getirmektir.

Bir mesele daha vardır ki bunu bilgi noksanlığıyla açıklamak da mümkün değildir. Köktendinciliğin bu ülkede Cumhuriyet boyunca Kubilay’ın kesilen kafasıyla başlayıp,1978 Kahraman Maraş ve Çorum komşu katliamları ve 1993 Sivas aydın katliamı ile seyreden bir utanç tarihi vardır. Bu tarihe, katledilen insanların anılarına  bunca kayıtsızlığı açıklamaya bilgi noksanlığı yetmez; burada ciddi bir vicdan kararması söz konusudur!

Bu iki tuzağa da düşen parlamenter muhalefet, ne İslami neoliberalizmin iyice kuralsızlaşan özelleştirme furyasını, ne arazi ve doğa yağmasını -önlemeyi bırakın- dizginleyebilmiş,  ne dinsel söyleme ve tavırlara kayarak oy almayı umduğu kitlelerde umudunu gerçekleştirebiliştir. Tersine dinciliği iyice yerleştirmeyi hedefleyen iktidara maalesef payanda vazifesi görmüş, ve en acısı eğitimin dincileştirilmesine seyirci kalmıştır.

Yaşadığımız dönemin olağan bir demokrasi ortamıyla örtüşmediğini bir türlü kabul etmek istemeyen parlamenter muhalefet, şimdi de yenilen pehlivan güreşe doymaz örneği yerel seçimlere hazırlanmakta. Kuşkusuz buna diyecek bir şeyimiz olamaz. Gerekli ama eksik bir çaba bu. Gerçekçi ve gerekli olan, kendi burjuvazisini, kendi sözde bilimcilerini, kendi kitle iletişim mekanizmalarını, kendi eğitim sistemini, kendi gençliğini ve belki de kendi milislerini yetiştirmiş ve özellikle seçmen kitlesiyle akılcı düşüncenin ötesinde adeta ‘’büyülü bir atmosferde’’ buluşmuş – büyülü kavramının illa da güzellik içermesi gerekmez–   bir rejimle uzun vadeli demokratik mücadelenin acil bir tür kültür seferberliğinden geçtiğini kavrayıp bunun gereklerini bir an önce hayata geçirmektir. İnsanlarımızı yeniden akılcı düşünceye, sınıf aidiyetine ve evrensel insani değerlere yöneltmeye çabalamaktır. Sarsıcı bir ekonomik bunalımda dahi pek çok insanımızın bunu iktidarın hatalı politikalarına değil, Batılıların, Allahsız solcuların, Kemalistlerin, din düşmanlarının  komplosuna bağlayacağı aklımıza geliyor mu? Gelmeli! 1989 yerel seçimlerini özlemle anmanın faydası yok. Ne Türkiye o Türkiye, ne Dünya o Dünya! AKP iktidarından başka bir dünya tanımamış insanlar dolduruyor bugün Türkiye’yi.

Gidişatı onaylamayan bir çok örgütlenme yurttaşlara, gençlere alternatif eğitim verebilmek için iğneyle kuyu kazıyorlar. Ancak bu çabayı kitleselleştirebilmek için gerekli mali ve örgütsel imkan sadece yerel yönetimlerde var. Öyleyse ne bekliyorlar? Kitaplıklar kurmak için; tiyatroyla, halk oyunlarıyla, resimle uzanabildikleri mahalleleri ilişkiye geçirmek için; parasız alternatif tarih kursları açmak için; resim, fotoğraf, karikatür sergileri düzenlemek için; kent merkezinde değil, lüks otellerde değil, mahallelerde. Üzerlerinde toplumsal uzlaşma olan Nazım Hikmet, Yaşar Kemal gibi, Orhan Kemal gibi Reşat Nuri , Halide Edip gibi değerlerimizin eserlerini parasız dağıtmak için.  Turhan Selçuk’un Abddülcanbaz serisi geliyor aklıma. Ne çok gence –ulaştırılabilirse eğer, saatlerce tarih ve sosyoloji dersinin yerine geçebilir, hem de güldürerek, eğlendirerek. İftar çadırları düzenlediler; güzel; ama sofranın yanında kültür de olmalı. Orta oyunu, kukla, folklor, mim gösterisi, kaldırım resimleri… Sanat aracılığıyla ne çok mesaj verilebilir…Yanlış hikayelerin doğrusu bunca acı tecrübeden sonra nihayet öğrenilebilmişse, kitlelerle sanat ve kültür aracılığıyla paylaşabilir.  Biraz yaratıcı düşünce ve eylem lütfen. Yetkisiz parlamentoda koltuk sahibi olmak size yetebilir; ülkeye yetmiyor.

ERENDİZ ATASÜ

GERCEKEDEBİYAT.COM

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)