Yazar ve şairler, yaşarken en acımasız davrandığımız toplum kesimlerimiz  Bir zamanlar bu dünyadan göçen yazar ve şairlerimiz için, toplum olarak  "Ancak göçtükten sonra anı(msı)yoruz" denirdi.

Daha sonra bu durumu da arar olduk: Çoğu yazar ve şairimiz göçünce de anımsanmaz oldu. Melih Cevdet Anday göçtüğünde tüm şiirlerinin toplandığı Sözcükler kitabı iki yıl öyle ilk baskıda kalmıştı. (Özellikle son bir yılda yeniden bir kadirbilirlik, bir saygı, sevgi ortamının oluşmaya başlaması sevindirici.)

EDEBİYATIN İPİNİ BIRAKMAYANLAR

Edebiyatımız bazı bankaların, bazı "medya" kuruluşlarının kurduğu ve kurumlaştırdığı, ya da bazı yazar ve şairlerin kurduğu ve ender olarak başardığı yayınevlerinin etrafında dönüyor. Ancak bundan başka bir büyük alan var ki gerçek edebiyatın nabzının attığı alandır.

Edebiyat ilişkilerinin "has"ının her gün yaşatıldığı, bir kitabın, bir şairin, bir şiirin, bir dizenin, bir imgenin tartışılması için masalarda buluşulan, bir edebiyat kültür iklimi yaratılan bu alanın sahibi tek tek edebiyat insanlarıdır.

Rus edebiyatı da bu iklim etrafında gelişmiştir. Yazar şair ve eleştirmenler tek tek ya da ikili olarak bir ışık yaymışlardır, kurdukları bir dergiyle, bir yayıneviyle; Belinski-Nekrasov bir derginin etrafındaydılar örneğin. İngiltere'de Eliot-Ezra Pound da böyledir. 

Ülkemizde ikiyüzün üzerinde debiyat dergisi çıkıyor, binin üzerinde şair var deniyor. Eğer değerli eleştirmen Tuncer Uçarol şimdi beynindeki tümorla uğraşıyor olmasaydı bunu sayardı; eminim.

Ancak bu sayı herkesin sandığı gibi fazla değildir. Yarısı genç 75 milyon nüfuslu ve 18 milyon öğrencisi olan bir ülkede on binlerce şair ve binlerce edebiyat dergisinin çıkması gerekir. Sağlıklı bir edebiyat bunu gerektirir.

İşte biraz da bu nedenle yaşayan, yaşarken önemli yapıtlar yaratan, edebiyatımızın hücrelerine bıkmadan usanmadan büyük bir özveriyle su taşıyan, edebiyatın ipini bırakmayan önemli iki şairimizden söz etmek istiyorum: Veysel Çolak ve Abdülkadir Budak.

BİR KÜLTÜR MERKEZİ OLARAK VEYSEL ÇOLAK

22 Ağustos Rize/İkizdere doğumlu Veysel Çolak yıllardır şiir ve şiir üzerine yazılar yazıyor. Böyle bir inatla yıllardır Dize dergisini de çıkarıyor. İzmir'de yaşıyor.

Yaşadığı kenti değiştirmeye de niyeti yok. Karşıyaka belediyesi Ziya Gökalp Kültür Merkezi'nde kurduğu "Edebiyat Atölyesi"nde onlarca genç şair ve yazarla sürekli çalışıyor; dersler veriyor, seminerler düzenliyor, şiir yazıyor, şiir eleştiriyor.

Türk edebiyatını soluyor sürekli; hep edebiyattan nefes alıyor; hangi dergide kim hangi şiiri, yazıyı yazmış, yeni özgün bir şiir dikkatini mi çekti, izini sürüyor, atölyedeki şairlerin bir şiiri inceleyemediğini gördüğünde hemen bir şiir inceleme yarışması düzenliyor örneğin; ömrü edebiyatla geçmiş Tarık Dursun K. unutulmaya mı yüz tuttu, hemen Tarık Dursun K. Öykü Ödülü koyuyor... "İzmir" adı geçince orada bir Veysel Çolak'ın yaşadığını biliyorsunuz; tuhaf bir huzur doluyor, bir güç doluyor içinize.

Bu tip şairler birer edebiyat adamıdırlar. Kendilerinin şiirinden çok Türk şiirini düşünürler, çalıştıkları kitabı bırakıp başkalarının yetenekleri üzerine kendilerini rahatlıkla kurban ederler. Bu büyük bir erdemdir. Edebebiyat denen bir kadir bilmez dev karşısında ancak insanın insanlaşma serüveninin sessiz temsilcilerinin işi olabilir. Bu seçilmişler devrimcidirler.

İşte bunun için dünyanın en büyük devrimcileri şairlerdir denir. "Hayat" karşısında insanın insan yanını diri tutan birer "Üç yüz Spartalı"dırlar.

Veysel Çolak bu durumu şu alçakgönüllü tümcelerle açıklıyor: "Eğer şairseniz, şiirin sorunlarıyla ilgiliyseniz, poetik aranışları da hep gündeminizde bulundurmak zorundasınız. Benim eylem noktam bu. Hiç kimse şiirden ödün verme hakkına sahip değildir. Hiç kimse şiirin geri çekilmesine 'icazet' veremez."

ŞÜKRAN KURDAKUL NE DEMİŞTİ?

Veysel Çolak'ın ilk şiiri 1973'de Demokrat İzmir gazetesinde çıktı. 1974'de Milliyet Sanat dergisinin düzenlediği "Yılın En Başarılı Genç Şairi" yarışmasında finale kalan dört şairden biri oldu. O günden bu güne "orada" bıkmayan bir inatla öğütüyor değirmeninde.

Ataol Behramoğlu onu, "Yeni kuşağın, şiir dili oldukça kişisel ve güç anlaşılır bir temsilcisi" olarak gösterdi. Şükran Kurdakul, "Coşkunun, sevginin, yaşama bakış biçimlerinin, başkaldırının, çelişkileri bilinçle yorumlamanın yarattığı bir ortamda kuşağın ortak dilinden arınarak kendi dilini yaratma becerisini gösterdi" diyor.

Veysel Çolak, Metin Cengiz, Seyyit Nezir, Hüseyin Haydar ve Tuğrul Keskin'le Aralık 1978'de yayınladıkları "Yenibütüncü Şiir Manifestosu" 12 Eylül karanlığındaki sanat ve edebiyatın bir başkaldırısı, bir yol arama çığlığıydı. Türk edebiyatında etki yapan son manifesto oldu.

Dize dergisini çıkaralı neredeyse yirmi yıl oluyor. İçi dolu turşucuk bu dergiyi öğretmen maaşından keserek çıkardı. Şiir üzerine düşünen genç/yaşlı her yazarın yazabildiği derginin neredeyse tüm sayfalarını kendisi hazırladı. Basımı ve dağıtımına kadar yapılması gereken bütün işleri kendisi yapıyor. Bir Karadenizli çalışkanlığı ve sorumluluk duygusunu taşıdığından eminim.

İlk şiir kitabı "Terin Yaktığı Bir Yaradan"dan (1978, Cem Yayınevi, İst. 128 s.), son şiir kitabı "O Zaman Bitti"ye kadar (Hayal Yayınları, Şubat 2013, İst. 78 sayfa) on sekiz şiir kitabı yayınladı. Eleştiri kitapları deneme tadındadır. Şiirin ve ayrılmaz parçası imgenin satır aralarında dolaştığı denemeleri, felsefenin ve zavallı insan tekinin çaresizliğinin şiire değdiği tüm ılık noktalarda gezinir.

ABDÜLKADİR BUDAK'IN DURAĞI

Yaşayan edebiyatımızın bir durağı da Sincan İstasyonu'ndadır. Abdülkadir Budak, Ankara'da Dışkapı Yıba Çarşısı'ndaki kitapçı dükkanının önüne sandalye atmış oturan Fazıl Hüsnü Dağlarca gibidir. Cemal Süreya'nın Anakara'daki devamıdır.

Çantasında şiir kitapları ama arasında mutlaka kendisinin de bir şiir kitabı olan Türkçe var oldukça yaşayacak bir büyük şair Karanfil Sokağı'nı her gün şöyle bir turlar.

Mutlaka birisiyle bir edebiyat konuşması için evden kalkıp gelmiştir. Abdülkadir Budak, ömrünü şiire ve edebiyata vermiş bir büyük edebiyat işçisidir.

23 Nisan 1952’de Sivas’ın Hafik ilçesinde doğdu. 1959’da Ankara'ya geldiler. İlk ve Ortaokulu burada okudu. Sincan Lisesi mezunu. Maddi olanaksızlar yüzünden yüksek öğrenimini yapamadan hayata atılmak durumunda kaldı, devlet memuru oldu.

Kayseri’de bulunduğu sıralarda şair arkadaşlarıyla birlikte Ozanca ve Hakimiyet Sanat dergilerini çıkardı. Bunlara Ankara'da Şiir Odası (2000) ve halen çıkardığı Türkiye'nin en önemli edebiyat dergisi olan Sincan İstasyonu adlı edebiyat dergileri de eklendi (2007).

Budak, “Gül” ve “Leylâ” ağırlıklı olmak üzere, geleneksel halk hikâyelerini yeni bir bakışla yorumlayarak, kültürümüzün tarihsel duraklarını modern şiirin olanaklarıyla başarıyla buluşturdu. Şiirine kendisinin bile ayırımında olmadığı oranda zenginlik katatan bu özelliği kimsenin taklit edemeyeceği ve nerede görülse Abdülkadir Budak şiiridir denecek bir özellik kazandırmıştır.

Ailece şair diyebileceğimiz Abdülkadir Budak bir okul olmuştur. İlk şiir kitabı "Geçti İlk Yaz Denemesi"nden (1978) sonra son şiir kitabı "Okyanus Görmüş Gemi"yle on beş şiir kitabı yazan şair, aynı zamanda "Ayna Sandım Şiiri", "Ya Şiir Olmasaydı", "Şiir Desenli Yazılar", "Şiirin Rayları" adlı düzyazıları her şairin mutlaka okuması gereken yazılardır.

Son şiir kitabı Okyanus Görmüş Gemi, kendiyle alay eden bir Hayyam bilgeliğinde şiirler içeriyor.

Şiir yazmadığı zamanlarda  Sincan ilçesinde "Göğe Bakma Durağı" adlı bir durak ya da sokak adı olmasını sağlamak için savaşıyor.

Hüseyin Ferhad bir konuşmamızda, "70 kuşağı daha eteğindeki taşları tam dökmedi" demişti. Veysellerin kuşağında bir Tuğrul Tanyol, bir Taner Ay, bir Metin Cengiz, bir Hüseyin Haydar, bir Seyyit Nezir, bir Hüseyin Ferhad, bir Adnan Azar, bir Ferruh Tunç  uygun bir anı bekliyorlar; daha son sözlerini söylemediler diye düşünüyorum. 

ahmet yıldız

Ahmet Yıldız
(Büyük Yapıtlar Küçük Yapıtlar, Kaynak Y. İstanbul, 2014. s. 161)
Gerçekedebiyat.com

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)