Yağmurlu bir günde avlanan sapiens birden gökyüzünde  şiddetli, saçaklı bir ışık parlamasının ardından gelen gürültüyle irkildi ve çok korktu. Saçaklı ışığın yeryüzü ile birleştiği yerde ateş vardı, ağaçlar yanıyordu. Daha önceleri de kayalar arasında kendiliğinden yanan ateşi de görmüş o zaman da kokmuştu. Ateş, yaktıklarını küle dönüştürüp yok ediyordu. Bu nasıl oluyordu bu gürültü de neyin nesiydi. Bilmediği o kadar çok şey vardı ki olup bitenler korkularını artırıyordu. Ateş adına da bildikleri az, korkuları çoktu. Bu olayı nasıl anlamlandırması gerekiyordu, tüm bilgisi yaşadığı ilkel ve küçük dünyası ile sınırlıydı. Sapiense göre birileri fena halde kızmış olmalıydı. Bu gizemli ışık ve ateş, gökyüzünden geldiğine göre, orada gökyüzünde oturan ve  kendisinden  daha güçlü bir varlığa, tanrılara ait olmalıydı. Bu varlıklar karşısında kendini son derece savunmasız, güçsüz ve aciz olarak görüyordu. Böyle bir olayın bir daha olmaması ve yaşamsal tehlikelerden uzak kalması için gökyüzündeki tanrıları kızdırmadan barışçıl bir yaşamın orta yolu olarak, tanrılara hediyeler ve kurbanlar sunmanın en doğru yöntem olacağına karar verdi. Sapiens bir yandan da korktuğu bu yok edici ateşten önceleri kaçmış saklanmış olmasına karşın içindeki karşı koyamadığı  gizli bir dürtü onu parlak ateşe çekiyor ateşin sırlarını öğrenmek adına merak duygusu ile yanıp tutuşuyordu.

Ateş tanrılara aitti ama tanrılarla arası hiç de iyi olmayan ve tanrısal düzene kafa tutan Prometheus, ateşi ve sırlarını (yaratıcılığı bilimi uygarlığı) tanrılara ihanet ederek insanlara verince Olimposta oturan Zeus’un öfkesini üzerine çekti. Artık insan bilimin gücüyle Zeusu alt edebilirdi. Prometheus  cezalandırılmalı idi öylede oldu. Zeus bilgisinden çekindiği Prometheusu Kafkas dağlarında zincire vurdurdu. Verilen cezaya göre Zeus’un gönderdiği kartal her gün Prometheusun karaciğerini yiyecek, karaciğerin kendini yenilemesinin ardından ertesi günde ve devam eden günlerde de, kartal prometheusun karaciğerini tekrar tekrar yiyecekti. Ceza bu idi.  

Zeus ise, ateşle ilgili ele geçirdiği tanrısal sırlarla kendine rakip olan, tanrısallaşan insanlara karşı Pandora’yı, açmamasını tembihlediği kutusu ile birlikte dünyaya gönderdi. Pandora merakına yenik düşerek kutuyu açmasıyla yeryüzüne insanlığın en büyük düşmanları olan kötülük, nefret, öfke, bencillik,tutku ve açgözlülük saçılmış oldu. Böylece  Zeus insanlardan öcünü almış oluyordu. Zeus kutunun içine ilk bakışta  insanlığın yararına olacağı düşünülen  umudu da koymuştu. Umut için yıllar sonra Nietzsche ‘’Umut son kötülüktür!” diyecekti.

Sonunda insanın, ateşi kontrol edip onu istediği zaman yakmaya, söndürmeye ve ondan çeşitli şekillerde yararlanmaya kadar uzanan yeryüzündeki başarı öyküsünün besleyici kaynağı hep merak oldu. Artık bugün adına uygarlık dediğimiz insan eli ile yapılabilen herşeyin kapısı aralanmış cin şişeden çıkmıştı. Bundan böyle insanlar, taraflara ayrılarak kötülük, nefret, öfke, açgözlülüğün ve uygarlığın nimetlerini birarada adı konulmamış bir güç savaşının silahları olarak kulanabilirlerdi. Gücü elde edenler daha da güçlü olmak istiyorlardı. Üstelik insanlar içlerinde barındırdıkları çelişkili duygular nedeniyle taraf da değiştirerek bu savaşı sürekli kılabiliyorlardı.

Nietzsche, Yunan tregedyalarının ana konusu birbirine zıt iki tanrının Apollon ve Dionysos’un ilk bakışta  insanın da çelişik görünen iki yönünü temsil ettiğini anlatır. Apollon düzeni, dengeyi, ahengi ve bireyselliği savunarak insanlara ulaşırken, Dionysos coşkunluğun sarhoşluğun tanrısı olarak zevk, çılgınlık ve tutkuyla  bireyselliği ortadan kaldırıp evrensellikle birleşme arzusuyla insan karekterinin diğer yanını temsil eder.

İnsan, bu iki damardan birbirine zıt bu iki kutbun bir bedende buluşması sonucu insan olabiliyor. Ateşin körüklediği uygarlık her geçen gün  bilinmezleri azaltırken inanılacak şeylerin azalmasıyla, ahlaki değerlerin aşınması ve öte dünyadan kuşku duyulması durumu insanlık için bir kriz olarak açıklanabilirdi. Bu durum nihilizmin hayat bulduğu alandır. Nihilistler sanılanan aksine ‘’Hayatın anlamı yoktur. Ancak mutlu olmamak için bir sebep de yoktur’’ derken yaşama sımsıkı bağlanırlar. Dünyamız bir cennet bahçesi değildi hiçbir zamanda olmamıştı. Yerleşik kurumlar ve ahlak  insanın bir yönünü, Apollonist yönünü sahiplenerek diğer yanını görmezden gelmesi, küçümsemesi ve hatta aşağılaması ancak içi boş bir propagandanın malzemesi olabilir.

Artık evren, varlık ve insan Platonun ‘’İdealar dünyası’’ ile anlamlandırılamayacağına göre yeni değerler bulunmalıydı. Nietzsche’ye göre bu değerleri, dünyamızla yaşantımızla barışık, Apollonla birlikte var olmak zorunluluğunda olan Dionysosçu sanatta bulabiliriz. Sanat insanı, bu yaşanamaz acılarla dolu çilekeş dünyada  bir çıkış yolu olarak hayatı onaylaması ve kutsaması sonucu vardıracağı güvenli limandır. Her insanın bu aşamaya ulaşması beklenemez. Bu zorlu dünyayı acılarıyla birlikte kabüllenmeye, her türlü olumsuzluğu ve hayatı olduğu gibi içselleştiren her türlü toplumsal dayatmaları reddeden anlayışa  ancak üst insanlar ulaşabilirler. Übermensch (üst insan) olabilmek için zoru başarmak, dayatmalardan ve normlardan sıyrılıp önyargılar ve kalıplarla savaşmak zorunludur.

Nietzsche toplumun dayatmalarını ‘’ejderha’’ metaforu ile açıklıyarak bu durumun kabullenmesini insanın kendisinden uzaklaşması ve sürünün bir üyesi olmak olarak niteliyor. Çok para kazanmanın, aile kurup anne-baba olmanın, kibar, nazik ve anlayışlı olmanın vd nin, toplum içinde saygınlık kazanmanın ön koşulları olarak kabullenilmesini eleştirerek bu durumu bir  ejderhanın zorbalığı altında yaşamaya benzetmektedir. İnsan, ejderhanın pençelerinden kurtulmak, kendi iç dünyasında ejderhayı öldürmek yolculuğuna çıktığında yanlızdır.

Nietzsche bu tespiti yapan insanın ise bir uyanış içerisinde olduğunu kendi olmak için çok okumaya, gözlem yapmaya ve kendini geliştirmeye başlamasını ise ‘’deve’’ metaforu ile açıklar. Ubermensch (üst insan) olma yolculuğundaki insan, artık biriktirdiği bilgiler ve gözlemleri yani bu ağır yükleri deve misali uzun mesafelere taşımaya başlamıştır.

Nietzsche, insanı, toplumun dayattığı ve sürünün bir parçası haline dönüştüren her şeyle savaşmasını ise üst insan olma hedefindeki ‘’aslan"a benzetmesini çok zor, yanlızlaşma, terk edilme kendisiyle başbaşa kalma gibi zorlu aşamaları tamamlamayla aşılabileceğini söylemektedir.

Bu zorlu aşamaları tamamlayan insan üst insan aşamasına ulaşmış artık kendini bulmuştur. Özgürdür adeta yeni doğmuş bir bebek gibidir. (bebek aşaması)

Prometheus, ateşi armağan ettiği sapiensin zorlu yolculuğunu başlatarak çok az insanın  üst insan aşamasına ulaşabileceğinin biliyor muydu? Prometheusun amacı sapiensin übermensch aşamasına ulaşmasına yardımcı olmak mı idi? Yoksa bu hikayenin tamamı bir zorunluluklar bütünü müdür?

M. Topaloğlu / Y. Mimar
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)